Yusuf Kaplan: Yapay bir Sünni - Şii çalışması icat ediliyor
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan bugün köşesinde `Batılıların başkaları adına konuşma haysiyetsizliği` adlı yazısını kaleme aldı.
Batılılar, son 400 küsur yıl boyunca sadece Batı toplumlarının değil, bütün dünya toplumlarının tarihlerini kendi bakış-açılarına göre sil baştan yeniden tanımladılar ve yazdılar.
Niçin? Kendi çıkarlarını ve hegemonyalarını pekiştirebilmek için.
BAŞKALARI ADINA KONUŞMA HAYSİYETSİZLİĞİ
Merkezde Batı, periferide (çevrede) Batı-dışı toplumlar ve kültürler vardı. Batı, Özne Diğerleri ise Nesne'ydi.
Kısacası, hep Batı konuşuyor, ötekiler ise sadece dinliyor; yalnızca Batı “üretiyor”; diğerleri ise “tüketiyor”du. Üstelik Batı, sadece kendisi için ve kendisi adına konuşmuyordu. Başkaları adına da konuşuyordu.
İşte bu durumun sadece Batı açısından değil, tüm insanlığın geleceği açısından ne denli sınırlayıcı ve sakatlayıcı tehlikeler barındırdığına dikkat çeken ilk düşünürlerden biri Michel Foucault olmuştu.
Çağımızın en cins “beyin”lerinden ve Foucault'nun şakirtlerinden Deleuze'ün, üstadı Foucault”nun entelektüel mirasını özlü bir şekilde özetleyen nefis ve silkeleyici bir saptaması var. Şöyle der Deleuze, “usta”sı Foucault için: “Bize, kesinlikle önemli bir şeyi öğreten ilk siz oldunuz: Başkaları adına konuşma haysiyetsizliği”.
YAPAY BİR SÜNNÎ-ŞİÎ ÇATIŞMASI İCAT ETMEK!
Bugün öyle anlaşılıyor ki, “başkaları adına konuşma haysiyetsizliği”, Batılıların sadece modern “dönem”de sahip oldukları bir özellik (hastalık) değil. Modernliğin sınırlılıklarına ve zaaflarına dikkat çeken postmodern söylemlerin tüm dünyada hâkim kılınmaya çalışılan tek söylem hâline getirildiği günümüzde de Batılılar, “başkaları adına konuşma haysiyetsizliği”nden vazgeçmiş gibi görünmüyorlar.
Sadece başkaları adına konuşmakla kalmıyorlar, başkaları adına, başkalarının geleceklerini de şekillendirecek işlere, işgallere soyunmaktan çekinmiyorlar.
Afganistan, Irak işgalleri, ardından İslâm dünyasının yeniden-dizayn edilmesi için girişilen en önemli “operasyonlardan” biri olarak tarihe geçen Mısır'ın “içeriden” çökertilmesi...
Son olarak IŞİD'in piyasaya sürülmesi ve İran'ın önünün alabildiğine açılması... Ve İran'ın -bizzat resmî yetkililerin ağzından yaptıkları açıklamalarla- Bağdat, Şam ve Beyrut'tan sonra dördüncü Arap başkenti San'a'nın İran'ın kontrolüne girmesi: Sonuçta Suudlarla İranlılar karşı karşıya getirilerek yapay ama tehlikeli bir Sünnî-Şiî çatışmasının fitilinin ateşlenmesi...
Bütün bunlar, Batılıların, başkaları adına konuşma, karar verme ve dünyaya kana, gözyaşına dayalı zorbalıklarla çeki düzen verme haysiyetsizliğinin ürpertici göstergeleri.
ENTELEKTÜEL SEFÂLET!
Modernliğin sosyalizm, milliyetçilik, liberalizm gibi “her şeyi açıklama” iddiasında olan ideolojik “büyük anlatı”larının zaaflarının, tahditlerinin (sınırlılıklarının) ve tehditlerinin az-çok farkında olan İslâmî duyarlıklı “aydın”ların da, postmodern söylemlerin baştan çıkarıcı, “tüketici”, “düzleştirici” duyarlıkları karşısında ne denli kolay savrulabildikleri; retoriksel ve zoraki olarak icat edilen konjonktürel oluşumlar ve dayatmalara kendilerini ne kadar kolayca kaptırabildikleri; acınası, sığ ve teslimiyetçi bir entelektüel performans sergiledikleri gözleniyor.
Modernliğin geliştirdiği ideolojik-temelli “her şeyi açıklama” iddiasındaki büyük anlatılarının yaşadığımız çağın sorunları karşısında kısa devre yaparak devre dışı kalması üzerine geliştirilen postmodern söylemlerin modernliğin aksine farklılıkları öncelediği ve dolayısıyla Batı (Avrupa) merkezli büyük anlatıların (örneğin ideolojilerin) büyülerini bozduğu söyleniyordu.
Ancak gerçeğin hiç de öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı ve farklılıkları önemsediği ve öncelediği zannedilen postmodernliğin kendisinin -üstelik bu kez tek başına- “tek büyük anlatı” hâline gelmesinin, dünyaya zorbaca yöntemlerle çeki düzen vermenin maskesine dönüşmesinin önü alınamadı.
SAĞ GÖSTERİP SOL VURMAK!
Burada sorun şu: Bir kere, “demokrasi, insan hakları, özgürlükler” gibi ayartıcı postmodern söylemlerin hepsi, birer retorik'ten (“içi boş laf”tan) ibaret. Sadece konuşuluyor; pratikte somut hiçbir adım atılmıyor. Üstüne üstlük tam tersi yapılıyor: İşgaller gırla gidiyor ve diktatörlerle iş tutuluyor!
Bu süreç nereye kadar devam edecek?
Şu an her bakımdan hızla küreselleştirilen Batı kültürünün ayartıcı, baştan çıkarıcı, tüketici, düzleştirici, tek tipleştirici, diğer kültürleri ve ifade biçimlerini bastırıcı ve etkisiz hale getirici yürüyüşü, karşısında hiçbir esaslı direniş unsuru bırakmayıncaya kadar sürecek. Büyük ölçüde Amerika'da üretilen ve bütün dünyada kullanıma, dolaşıma ve tüketime sunulan Batı kültürünün kodlarının dünyada hâkim olduğuna, alternatiflerini tükettiğine karar verildiği andan itibaren demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerin Batı-dışı toplumlarda da hâkim kılınması için somut adımlar atılmaya başlanacak!
Özetle, postmodern küresel süreç, Batılıların hegemonya alanlarını ve işgallerini meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramıyor!
Bu, sağ gösterip sol vurmak demek! Uyumamak, zokayı yutmamak gerek: