• DOLAR 34.6
  • EURO 36.278
  • ALTIN 2924.154
  • ...
Babaannemi tanımadın mı?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Sözün başı sonu da birdir.

Sözün başında da sonunda da Allah`a hamd; Hz. Peygamber Efendimiz (sav) salat ve selam olsun.

Bizlere 1997`de Hizbullah camiasına yardım, yataklık hayrı adına bu aylık bir mükafat  verdiler. Verilen süre dolunca tahliye olduk. Cezaevi kapısında bizi bekleyen  iki araba; birisi ailemin, diğeri ise polislerin arabası, kısmetimize düşen polis arabası, gözaltı ve tekrar cezaevi…

Yüce Allah-u Tealâ`nın “Kun fe yekûn” emri gereği “çık” dedi, çıktık. “Gir” dedi, girdik.

Sonra yeni bir dosya açtılar ve yeniden yargılanmaya başladım. 11 yıl tutuklu yargılandığım esnada, uzun süre tutuklu yargılama süresini 10 yıl ile kısıtlamayan yasa yürürlüğe girince tahliye oldum. Bir ay geçmeden Yargıtay`dan dosyam onaylandı ve ben de yurt dışına çıkmak zorunda kaldım.

Yurt dışına çıkarken, yolculuk esnasında İsmail Ekin ile tanışmamız nasip oldu. En zor zamanımda bana yardımcı olduğundan dolayı, yüce Rabbim kendisinden razı olsun.
Kendisi Pkk`lı olmakla birlikte –Allah`a iman konusunda- inancı olmayan biriydi. Sohbet esnasında kendisine İslami konuları açtığım zaman, önce olumsuz bir tepki verdi ve inancının olmadığını söyleyerek tartışmaya başladı; kendisini sakinleştirdim. Tekrar İslami konularda kaldığım yerden devam ettim. Aramızda güzel bir sohbet oldu. Kendisi Almanya`ya gittiğimizde sizi daha iyi tanımak için, görüşmek istiyorum dedi. Sonra Sırbistan`da yapılan bir operasyonla yakalandık. Bir daha da görüşemedik. Ben orada 8 ay tutuklu kaldıktan sonra Türkiye`ye iade edildim.

İsmail, kardeşimden adresimi almış ve bana ilk mektubunu göndermişti. Mektubunun bir kısmında: “Yılların su gibi akıp gittiği bu fani dünyada seninle tanışmamdan sonra, suyun oyduğu yatağı görmeye başladım. Yüce Rabbim benim seninle Sırbistan`da yakalanıp Avrupa`ya yetişmeyişimi, kaderime yazdığı için, Rabbime ne kadar hamd edersem azdır. En önemlisi, senin gibi bir dost kazanmamla birlikte, Hak Tealâ`nın senin vesilen ile nasibime inancı bırakacağını asla tahmin etmezdim.” demişti.

Evet, dünya büyük bir yangın yeri; zaman yok denecek kadar az, kurtarman gereken birçok şey var; o şey arasında da sadece bir şey… İsmail kardeş de o büyük yangında sadece, içi mücevher dolu iman sandığını kurtarmayı başarmıştı. Elhamdülillah.

Hidayetimize vesile olanların sayesinde, Allah-u Tealâ`nın izni ve yardımıyla birinin hidayetine vesile olmada az da olsa payımız olmuşsa ne mutlu bizlere.

İsmail kardeş, ilk mektubundan hariç bana üç mektup daha gönderdi. Her mektubunda da görüşüme gelebilmesi için ismini yazmamı istedi. Bana gönderdiği son mektubunu okuduğumda çok etkilendim ve hemen kendisine cevap yazmaya başladım. Yazarken, aynı zamanda düşünüyordum. Kısa bir süre tanışıklığımız olmasına rağmen bu duyarlılık neden? Sonra ikinci bir soru daha; uzun süre tanışıklığımızın olduğu kardeşlerin bu duyarsızlığı neden? Bu düşünceler kafamı kurcalarken, bütün Yusufi abilerimin duygularına az da olsa tercüman olma adına, bir sitem mahiyetinde olan bu mektubu yazdım.

İşte sözün bittiği yer… Bitmişti de… Çaresizlik içinde canını verebileceğin çok az yer vardır. İşte o yerlerden bir yer…

Allah deyip susuyoruz. Başka da bir şey söylemeye değmez… Çünkü susarak anlatılabilecek ne varsa “orada var” zaten; susmanın kendisi de bazen konuşmak değil midir?

Kur`an bütün Müslümanlara şu uyarı da bulunur: “Sizden öncekilerin başına gelenlerin, sizin başına gelmeden cennette gireceğinizi mi sandınız?”  Bizler de bunu hayra yorumlayarak, arka da bıraktığımız her yanlışlığı bir kaderi tenkit ve rahmeti sonsuzun rahmetini ittihada manasında bela ve musibetlerden şikayet ve dert yanmanın faidesiz bir ıstırap ve elemden başka bir şey olmadığını biliyoruz.

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Dünya, müminin zindanıdır” hadisten anladığım kadarıyla demek ki her mümin`in payına düşen, yaşaması gereken acıları var… Biz de imanımızı dünyaya hapsetmektense; bedenimizi zindana hapsederek o acılardan payımıza düşeni çekmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda zindan, Allah rızası için başımızı vurup kanattığımız kayalardan sadece bir tanesidir.

Başımıza gelen bela ve musibetlere, Allah rızasını gözeterek sabır etmemize rağmen, yine de bir şeylerin hep eksik olduğunu biliyoruz o da duyarsızlıktır.

Dışarıdaki kardeşlerimizin zindanda oluşumuzdan dolayı üzüldüklerini, ziyarete gelme imkânlarının olmadığını biliyoruz. Ama yapabilecekleri şeyler var… Örneğin kâğıt üzerinde bize misafir olup bir çayımızı içebilirlerdi.

Birbirimiz ve sevdiklerimiz için, içimizde biriktirip de bir türlü söyleyemediklerimizi, sevinç ve üzüntülerimizi, her türlü söze tahammül eden, şefkatli beyaz sayfaların sinesinde, kelimelerin sırtına yükleyip de göndermiyor muyuz? Zalim kelimeler taşımayacakları hiçbir yük yoktur. Yeter ki siz söyleyin.

Maddi olarak kardeşlerimizden bir şey istemiyoruz. Sadece boş bir sayfaya bir selam yanında da bir kelam; yani, selamünaleyküm; ben iyiyim, ya sen… Ama içten, ama samimi…

Biri çıkıp da, tam hatırlayamıyorum ama sana yıllar önce bir mektup yazmıştım. “Unuttun mu?” “Nankör” diyebilir. Unutmadım kardeşim unutmadım, şuur denen gizemli kasa ileride kullanmak üzere hafızasında neler gizlemiş neler…

Siz duyarsız olsanız isminizi bir zikir etmesek bile “bütün mümin ve Müslümanlar” deyip sizi de duamıza katıyoruz, siz rahat uyuyun… Ama Hz. Yusuf ve kardeşlerinin birbirine söylediklerini de unutma: Kardeşleri “Gerçekten sen Yusuf musun?”

Yanlış anlamayın size nasihat etmek ne haddime; eğer haddimi aşmışsam sizden af diliyorum. Şayet söylediklerimi hatırlatma bâbında küçük bir nasihat olarak kabul ediyorsanız, az sözle çok şey ifade eden “mümin mümin`in aynasıdır” hadisine binaen, sizin sayenizde kendime de nasihat ediyorum. Çünkü duyarsızlık ve eksiklikler konusundan sizler benim öğretmenimsiniz.

Aydın Tamaç
Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevi

Bu haberler de ilginizi çekebilir