Müslümanlara neden saldırıyorlar?
İslam`ı kendisine en büyük düşman olarak belirleyen uluslararası sistem, Yahudilerin ve solcuların İslam karşıtı söylemlerini kitlelerin İslam karşıtı bir korku ve nefrete kapılmaları için imkân olarak görüyor. Yahudi ve solcuları kendi propaganda kolu gibi kullanıyor.
ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER/ANALİZ
Batı, İslam`dan korkuyor mu, İslam`la ilgili bir korku mu oluşturmak istiyor? Bu, soruya “Batı, hem İslam`dan korkuyor hem İslam`la ilgili bir korku oluşturmak istiyor” diye cevap verilebilir.
Batı`nın İslam`dan korkması için çok sebep var, Batı`nın İslam`la ilgili sanal korkular üretmek için de sebepleri az sayılmaz.
Batı, şüphesiz ki Londra ya da Berlin sokaklarında yaşayan sıradan İngiliz veya Alman değildir. Batı, bir ideolojinin (ya da bir ideolojiler toplamının) adıdır. Eski Yunan-Roma-Hıristiyanlık-Yahudilik kalıntılarının tarih odaklı aydınlanma aklıyla buluşmasından meydana gelen bu ideoloji, kendisini Allah`a karşı bir insan üretimi olarak görmekte; ilahi hâkimiyete karşı beşeri hâkimiyet olarak tanımlamaktadır.
Allah katında din İslam`dır; beşeri ilişkileri yüce Allah`ın kanunlarına göre düzenlemek, insanlık üzerinde İslam`ın hâkimiyetini gerçekleştirmekle birdir. Bu durum, Batı ile İslam arasında doğrudan bir mücadele ortamı oluşturuyor. İlahlık iddiasında olan beşerlerin mücadelesi ile ilahlığı Allah`a has kılanların mücadelesi…
İslam`ın hâkimiyeti demek, Batı`nın ideoloji olarak bitmesi demektir. Dolayısıyla Batı`nın üst kesiminin İslam`dan korkması tabii bir durumdur. Üst kesim, kendisine taraftar bulmak ve İslam`ın iktidarını geciktirmek için bu korkuyu kitlelere yayıyor. İslam`dan asla korkmaması gereken, aksine İslam`ı Ammar bin Yasir kadar, Medine ehli kadar bir müjde olarak görmesi gereken kitlelerde sanal bir İslam korkusu oluşturuluyor. Bu korkuya da çok doğru bir tabirle “İslamofobi” deniyor.
“İslamofobi” kavramı İslam kelimesine Türkçede “fobi” olarak okunan “phobia” kelimesi eklenerek türetilmiştir. İslamofobinin ne olduğunu anlamak için “fobi”yi bilmek gerekiyor.
“Fobi”, akla yatkın (rasyonel) gerekçeleri bulunmayan korkudur. “Fobi” hâli, korku hissinin açıklanamayan sebeplerle kontrol dışına çıkarak aşırı bir endişe oluşturması ve bu endişenin kimi zaman bir nefrete dönüşmesi için kullanılır. Fobisi olan kişilere “fobik” denir.
Fobik kişide korku bilinçaltına işlemiş, onda panikatak bir hâle yol açarak ani, sebebi açıklanamayan ve ölçüsüz tepkiler oluşturmuştur. Bu kişi, akla yatkın (açıklanabilir) bir gerekçe yok iken saldırabilir, ağır zararlar verebilir; kendisi için fobiye dönüşeni geceleri rüyasında bir canavar gibi görebilir, onunla boğuşma rüyaları ile kan ter içinde kalabilir. Ondan nefret eder ve onu gördüğü yerde yok etme hayalleri kurar.
Buna göre İslamofobi, İslam`a karşı duyulan bilinçaltına yerleşmiş, gerekçesi açıklanamayan, zaman zaman ani saldırılara dönüşen aşırı bir korku ve nefret psikolojik hâli için kullanılır.
İslamofobiye kapılan kişi, İslam`a hakaret eder, Müslümana saldırır, İslamî her tür tutumdan nefret eder ancak bunun niçin yaptığını açıklayamaz; sadece “Nefret ediyorum, hepsi o kadar!” der.
İsveç`te bir tren istasyonunda Müslüman bir çocuğun kafasına ayağıyla basan güvenlik görevlisinin tutumunu “fobi”den daha iyi ne açıklayabilir?
“İSLAMOFOBİ” KAVRAMI İLK KEZ NE ZAMAN KULLANILDI?
İslamofobi, hep 11 Eylül 2001 olayı ile ilişkilendirilir. Bu, aslında İslam`a karşı nefrete bir neden bulma, bu korkuyu akla dayandırma, meşrulaştırma çabasının ürünüdür. 11 Eylül`den sonra İslamofobinin yayıldığı ve 11 Eylül`ün İslamofobinin kitleselleşmesi için kullanıldığı doğrudur. Ancak İslamofobinin tarihi 11 Eylül`den eskidir.
İslam`a karşı nefretin, Batı`nın derin güçleri tarafından bir fobiye dönüştürülmek istendiğine ilk dikkati çeken kendisi de bir Hıristiyan olan Edward Said`dir. Edward Said, Şarkıyatçılığın (Oryantalizmin) İslam`a karşı bir korku ve nefret oluşturmak; böylece İslam dünyasını işgal etmeyi ve işgal altında tutmayı meşrulaştırmak için kullanıldığını tespit etmiş ve bu tespiti paylaşmıştır.
Sonraki dönemde İslamofobi kavramının ilk kez kimin tarafından kullanıldığı bilinmese de kavramın öne çıktığı ve sonrasında geniş kabul gördüğü ilk çalışma, 1997`de İngiltere`de yayımlanan “İslam Fobisi: Hepimiz İçin Bir Sorun (Islamophobia: A Challenge for Us All)” başlıklı rapordur.
Rapor 1968`de ırkçılığa karşı kurulan Runnymede Vakfı (Runnymede Trust) tarafından hazırlandığı için Runnymede Raporu olarak bilinmiştir. Rapor, İngiltere Müslümanlarına yönelik adaletsiz tutumlar, sebepsiz saldırılar, İslam`a karşı anlaşılmaz hakaretler hakkında yapılan geniş bir çalışmanın ürünüdür.
Profesör Gordon Conway başkanlığındaki raporun yazarları, verileri topladıktan sonra İngiltere`de İslam karşıtlığının daha o tarihte bir fobiye dönüştüğü, dolayısıyla İslam karşıtlığının İslamofobi kavramıyla anlatılabileceği sonucuna varmışlardır. İslamofobi kavramı “tedavi edilemez bir ruh hastalığı hali” anlamını içerdiği için kimi Batılı yazarlar bundan rahatsız olmuş; kavramı İran üretimi diye anlatmaya çalışmışlarsa da kavram, Batı`daki İslam karşıtlığı ile örtüşmüş olacak ki geniş kabul görmüş ve bugün İslam karşıtlığını anlatan ana kavram hâline gelmiştir.
Nitekim raporun yazarları giriş bölümünde “İslamofobi kavramını biz üretmedik. Bu kavram, her gün karşılaştıkları adaletsiz, çirkin tepkileri tanımlamak için İngiltere Müslümanları tarafından hep kullanılıyordu. Bazı komisyon üyeleri için bu kavram yeni hatta çirkindi. Raporun okuyucuları tarafından nasıl karşılanacağını da bilmiyorduk. Ama bizim ulaştığımız sonuçlara göre İslamofobi (çirkin bir gerçeklik ve bir kavram olarak) –İngiltere`de- bir olguydu.” Dolayısıyla İslamofobi kavramı, İslam karşıtlarınca üretilmemiş, aksine Müslümanlar tarafından İslam karşıtlarının ruh hâlini tasvir için kullanılmıştır.)
Irkçılık karşıtı ve çokkültürlü bir yaşam için çalışan komisyon üyelerinin bu tespiti, 69 sayfalık raporda ayrıntılı verilerle desteklenmiştir.
Bu noktada konuyu daha iyi aydınlatmak için ikinci bir soru sormak gerekir: Batı`da artık sokak gösterileri yapan, siyasi bir harekete dönüşen İslamofobi, o günkü İslamofobinin doğal bir devamı mıdır yoksa mevcut İslamofobide uluslararası güçler tarafından üretilmiş bir katkı söz konusu mudur?
Bu raporun hazırlanış amacı, sorunun cevabını da vermektedir. Raporun hazırlandığı süreçte, Batı`da İslam`a karşı bir korku ve nefret var ise de Avrupa`daki siyasi yapı bunu sahiplenme konusunda isteksiz görünüyordu. Aksine Avrupa kentlerinin huzuru için İslamofobiyle mücadeleyi gerekli görenler vardı.
Avrupa, o günlerde bir özgüven içindeydi. Tarihin, kendi liberal demokrasisi ile son bulduğunu ve o liberal demokrasiyi tahtından edebilecek bir meydan okuyucunun bulunmadığını düşünmek istiyordu.
Bu süreçte Yahudi aklı devreye girdi; Samuel Huntington`un 1988`de ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” tezi 11 Eylül 2001 olayı da kullanılarak Batı`nın İslam`a karşı yeni stratejisinin kılavuzu haline getirildi. Huntington`a göre tarihin sonu gelmiş değildi, dünyada çatışma devam ediyordu ve çatışmada Batı için en büyük tehdit İslam`dı. Ancak sıradan Batılı tehdidin farkında değildi, onu bu tehdidin farkına vardıracak psikolojik hareketi oluşturmak gerekiyordu.
Bu süreçte FOX ve CNN gibi yayın organları devreye girdiler. Eldeki bütün malzemeyi kullanarak İslam`a karşı bir korku ve nefret hareketine öncülük ettiler. Ellerinde tarihi veriler vardı. Güncel veriler ise günlük haber olarak ana haber bültenlerine akıyordu. Bu ana haber bültenlerini besleyecek mekanizma İslam dünyasında vücut bulmuş, bu kanalları çok bile gelen malzemeyi sürekli sağlıyordu.
İSLAMOFOBİNİN TARİHİ KÖKLERİ
İslamofobinin tarihte dinî ve laik olmak üzere iki tarihi kökeni vardır.
Yahudi Veya Hıristiyan Dindar Batı Açısından;
İslam, Yahudiliği Arap yarımadasından attıktan sonra insanlık gündeminin dışına atan bir dindir. İslam, daha ilk çeyrek yüzyılında Hıristiyanlığın doğum yeri olan Kudüs`ü fethetmiş, Hıristiyanlığı kovalamış, ardından Endülüs`e yayılarak tüm Avrupa`yı tehdit etmiş, Haçlı Seferlerinde bile hakkından gelinmemiş bir akımdır.
Batı`nın bütün imkânlarını kullanarak İslam`ı Endülüs`ten atmak üzere olduğu bir dönemde Osmanlı orduları Doğu Hıristiyanlığının başkenti İstanbul`u fethetmiş, İtalyan yarımadasına uzanarak Vatikan için bile bir tehdit oluşturmuş; Batı`nın İslam fetihlerinden korunması ancak bütün prensliklerinin birleşerek Viyana`da Osmanlı ordusuna karşı bir ölüm kalım savunması vermesi ile mümkün olmuştur.
I. Dünya Savaşı sonrasında İslam`ın siyasi ve askeri olarak bittiği bir dönemde kurtuluş hareketlerine kaynaklık etmesi ve başka yerlerde yüzyıllarca süren fiili Batı işgalinin İslam dünyasının önemli bir bölümünde ancak çeyrek yüzyıl devam etmesi, Batı`nın siyasi ve askeri aklını bozan gerçekler arasındadır.
Dünya iktidarı iddiasında olan bir gücün bu tarihi ve dayanıklı güçten endişe duyması değil, endişe duymaması anormal olur.
SEKÜLER (LAİK) LAİK BATI AÇISINDAN
Modern Batı, dine ve geleneğe karşı solla ittifak kurmuş, solun bütün din karşıtlığı Batı`nın din karşıtı güncel tutumlarına yansıyor.
Laik bir Batılı için din, bir kâbustur. Sosyal hayatı bitiren Katoliklik ve insanlık dışı cezaları ile Kalvenizm gibi Protestan denemelere bakıldığında onun için, dinin hakim olduğu bir yaşam, bir tür dünya cehennemidir.
Batılı, o tarihi sürece yeniden dönmeyi kendisi için felaket görür. Bugünkü dünyada Hıristiyan dindarlık büyük ölçüde laik ölçülere uydurulmuş; laik Batılı, İslam`ın bu süreçten geçmediğini ve bir gün eline imkân geçerse dini bir yaşam tarzını kendisine dayatacağını düşünüyor. Onun hayatını süsleyen içki, zina ve diğer fuhuşiyatların tamamı İslam tarafından en sert şekilde yasaklanan etkinliklerdir. İslam ahlaktır; Batı ise ahlaksızlık. Ahlaksızın en büyük korkusu, ahlaklıların bir gün dünyaya hâkim olmalarıdır.
Ama bundan da ötesi, İslam`ı kendisine en büyük düşman olarak belirleyen uluslararası sistem, Yahudilerin ve Solcuların İslam karşıtı söylemlerini kitlelerin İslam karşıtı bir korku ve nefrete kapılmaları için fırsat olarak görüyor. Yahudi ve solcuları kendi propaganda kolu gibi kullanıyor. Onların İslam karşıt propagandası ise sınır tanımıyor.
İSLAMOFOBİNİN GÜNCEL TARAFI
Tevhid önderi Hz. İbrahim (as) hem Nemurut`a hem de ait olduğu geleneğin temsilcisi Azer`e karşı mücadele etti. Her iki mücadelede de tavizsiz olmakla birlikte hikmet ehliydi. Ama Nemrut`a karşı putlarını kıracak kadar sert, Azer`e karşı ise olabildiğine şefkatliydi.
Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) de hiçbir zaman Mekke`deki sıradan müşrikle Ebu Cehil`i bir tutmadı. O (S.A.V.), herkesin şirkine, küfrüne karşıydı. Ama tağutlara karşı sert, sıradan müşrike karşı ise merhametliydi, onun gönlünü kazanmanın yollarını arıyordu.
Tağutu ve sıradan kişisiyle küfür ehlini nakil adına kendi küçük aklı ile hareket ederek bir tutup tağuta ulaşmayınca sıradan kâfiri imhaya yönelen İslam dünyasındaki akım, Avrupa`da kitlelerde İslamofobi oluşturmak isteyen güçler için bulunmaz bir malzeme sağlıyor.
O güçler, yalanlarının yanına onlardan kaynaklanan gerçekleri ekliyor, bunu Hıristiyan geçmişin vahşi uygulamalarına eklemleyerek Batı`nın dinden uzaklaşmış insanına hatırlatıyor ve İslam`ı onun hayal dünyasında onu her an öldürmeye hazır bir canavara dönüştürüyor. Sıradan Batılı, o güçlerin FOX, CNN ve başka kaynaklar üzerinden yaydıkları ile kötü rüyalar görüyor, İslam`ı engellemeyi kendisi için bir görev gibi görebiliyor. İslamofobiye karşı çözüm, ne saptırılmış, Medenî yanı inkâr edilen bir İslam`dır ne de sürekli ona malzeme sağlayan gruplardan beri olduğunu ilandır. İslamofobiye karşı en büyük çözüm İslam`ın hakkıyla anlatılmasıdır. Bu dini hakkıyla duyan insanların çoğu, sadece bu hastalıktan kurtulmaz. Aynı zamanda geçmişin kimi ırkçı veya solcu Batılı lideri gibi hidayet de bulur.
Konuyla ilgili bazı linkler:
1. http://www.divshare.com/download/launch/9605806-94b (A Challenge for Us All- Runnymede Trust)
2. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/16/1950/20395.pdf (Avrupa`da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi-Murat Aktaş)
3. http://www.bilgidergi.com/uploads/2004Delibas.pdf (İslami Fundamentalizmden İslam Fobisine: Batı Dünyasında Gelişmekte Olan İslamophobia Yeni Bir Eşitsizlik Kaynağı Olarak Görülebilir mi? -Kayhan Delibaş)