Ömer Bin Abdulaziz Vefat Etti
Doğruhaber / Tarihte Bugün / 9 Şubat
GÜNÜN AYETİ
“Onlar dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimselerdir” (Kehf suresi 104. ayetin meali)
GÜNÜN SÖZÜ
“Eğer siz günah işlememiş olsaydınız, sizin için günahtan daha büyük olan bir şeyden korkardım. (O da) ucb'dur.” (Hadis-i Şerif)
GÜNÜN HADİSİ
Hz. Aişe' ye denildi ki: “Kişi ne zaman kötülük yapmış olur?” Cevap olarak dedi ki: “İyilik yaptığını sandığı zaman.”
TARİHTE BUGÜN
720: Beşinci Raşid Halife olarak kabul gören Halife Ömer Bin Abdulaziz'in vefat etti.
1871: Karl Marx'ın bir makalesi Osmanlı'da ilk kez Hakayik-ul Vakayi gazetesinde yayımlandı.
1924: Şeyh Diyaûddîn vefat etti. Hazret lakabıyla meşhur Şeyh Diyaûddîn, meşhur alim ve mutasavvıf Abdurrahman-î Taği'nin oğludur. Rusların Van ve Bitlis civarını fethettikleri dönemde müridleriyle beraber Ruslara karşı cihad etmiş, savaşta kolundan yaralanmıştır. daha sonra kolu kesilmiş ve tek kollu kalmıştır. Bu savaşta kardeşi Muhammed Said şehid olur. Kardeşinin şehadet haberi gelince Şeyh Diyaûddîn kardeşinin başına gider ve tüm kurşunların önden isabet ettiğini görür. Bunun üzerine "Allah'a hamd olsun ki, düşmandan kaçmamış, hakiki şehiddir" der.
1925: Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Halit Paşa, Meclis`te Afyon Milletvekili Ali Çetinkaya tarafından tabanca ile vuruldu. 1 hafta yaralı yatan Halit Paşa 14 Şubatta öldü. Deli Halit olarak bilinen Halit Paşa'nın Kel Ali olarak bilinen İstiklal Mahkemeleri hakimlerinden Ali Çetinkaya tarafından öldürülmesi mecliste işlenen karanlık cinayetlerden biridir. Muhaliflerin tasfiye edildikleri günlerde buna benzer cinayetler olduğu bilinmektedir. Halit Paşa mecliste bir arbede sırasında patlayan bir silahla öldürüldü. Kimin silahı patlatttığı bilinemedi. Lakin Ankara Savcılığı Ali Çetinkaya'nın öldürdüğü kanaatine vardı. Fakat bunun bir nefsi müdafaa olduğunu kabul ederek Ali Çetinkaya hakkında bir kovuşturma yapılmadı.
1966: Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in sağlık durumu ağırlaştı. Cemal Gürsel, 1966 yılında rahatsızlanarak Amerika'ya götürülmüştü. Rahatsızlığının artması ve görevini yapamaz duruma gelmesi üzerine Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanlığı görevi 28 Mart 1966'da Meclis tarafından sonlandırıldı.
1969: Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi ve genel başkanlığa Alparslan Türkeş seçildi.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 16 Ekim 1958'de Cumhuriyetçi Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi'nin birleşmesiyle kurulan siyasi parti olup adı 9 Şubatta Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi.
1985: Görülmemiş soğuklar ve kar İstanbul'u ve İstanbulluları gafil avladı. 6 milyonluk kentte 3 cm'lik kar yağınca hayat adeta durdu. Ulaşım felce uğradı. Belediye Başkanı Bedrettin Dalan Meteoroloji'nin kendilerini yanılttığını söyledi ve "I am sorry" diyerek İngilizce özür diledi. Bedrettin Dalan bilindiği üzere Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olmak suçlamasıyla aranınca ülke dışına kaçtı.
1988: Hükümet, bir dergide yayınlanan MİT raporunun asılsız olduğunu açıkladı. Derginin bu sayısı, İstanbul Savcılığı'nca toplatıldı. Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, dergi hakkında soruşturma açılması için Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e başvurdu. Dergide yayımlanan MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) raporunda Necdet Üruğ'un adı bazı iddialara karışmıştı. Söz konusu sayısı toplatılan dergide Mehmet Ağar, Ünal Erkan, Nevzat Ayaz ve Necdet Üruğ hakkında MİT raporu yayınlanmış, Mit Raporunda ise bu kişiler hakkında ciddi iddialar ortaya atılmıştı. Turgut Özal'ın bu raporu o zamanın meşhur MİT'çileri Hiram Abas ve Mehmet Eymür'e Kenan Evren'in bilgisi dahilinde yazdırttığı söylenmişti. Raporda Mehmet Ağar, Ünal Erkan, Nevzat Ayaz ve Necdet Üruğ'un yanı sıra Hüsamettin Cindoruk, Tahsin Şahinkaya gibi önemli isimler de ihale mafyası, çeteler ve karanlık işlerin içinde gösteriliyordu. Ne var ki, alışılagelen Türkiye gerçeği bu raporda da işledi. İddiaların üstüne gidilmedi, öyle fısıltı gazetesinin değil Devletin en ciddi kurumlarından Milli İstihbaratın hazırladığı raporun üstü örtüldü. Devlet yetkilileri raporu yalanlayıp raporu yayımlayan dergiyi toplattılar.
1988: Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde 2000 tutuklu ve hükümlü açlık grevine başladı.
2007: Vatanseverler Güçbirliği adlı bir derneğin başkanlığını yürüten emekli kurmay albay Fikri Karadağ'ın Antalya'da yeni üyelere silah üzerine ölme ve öldürme yemini ettirdiği görüntüler yayınlandı. Görüntülerde "Türk anadan, Türk babadan doğmuş , soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türküm ben" diye başlayan yemin töreniinde silah üzerine yemin eden yeni üyeler ölme ve öldürmeye ant içiyorlar. Fikri Karadağ sonradan Ergenekon Terör örgütüyle ilişkisi iddialarıyla tutuklanıp cezaevine konuldu.
2011: Rusya'nın Belgorod bölgesinde '14 Şubat Sevgililer Günü' kutlamaları 'geleneksel kültürümüze zarar veriyor' gerekçesi ile yasaklandı. Toplu kutlamalara yasak getiren bölge yönetimi, bireysel kutlamalara ise müdahale edilmeyeceğini açıkladı. Belgorod bölgesi vali yardımcısı Oleg Poluhin basına yaptığı açıklamada, Sevgililer Günü kutlamalarının manevi ve kültürel değerlere zarar verdiğini söyledi. Bölge yönetiminden Grigori Bolotnov ise, bir çok insanın bu günü daha fazla alkol almak için izin verilmiş bir gün olarak gördüklerini, bunun da halk sağlığı açısından zararlı olduğunu belirtti.
MERCEK
720: Beşinci Raşid Halife olarak kabul gören Halife Ömer Bin Abdulaziz'in vefat etti.
“Onlar (o kimseler ki) kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde, namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah`a aittir.” (Hac suresi 41. ayetin meali)
Doğum yeri ve tarihi konusunda değişik rivayetlerin bulunduğu Ömer b. Abdülaziz`in Medine`de doğduğu rivayeti kuvvetli görüşlerdendir.
Babası Abdülaziz`in Mısır valisi olması münasebetiyle hayatının büyük bir bölümü orada geçmiştir. Daha sonra babasının isteği üzerine Medine`ye giden Ömer b. Abdülaziz eğitimini orada tamamlamaya çalıştı. Sahabenin, hadis ravilerinin meclislerine devam eder, ayrıca şiir ve edebiyat meclislerine katılırdı. Hatta onun meclisi, fakihler, alimler ve edipler meclisiydi. Ömer`in annesi de, Ümmü Asım binti Asım b. Ömer b. Hattap'tır. Yumuşak huylu, güzel ahlaklı, zühd ve takva sahibi bir hanımdı. Ömer Bin Abdulaziz'in anne tarafından soyu Hz. Ömer'e dayanır. Hz. Ömer, hilafeti zamanında annesinin baskısına rağmen süte su karıştırmak istemeyen genç kızı oğluyla evlendirir. İşte bu evliliğin devamında salih ve takvalı bir kimse olan Ömer bin Abdulaziz gelir.
Halife Abdulmelik, onu Dimeşk`e bugünkü Şam'a çağırmış ve kızı Fatıma ile evlendirmiştir. Daha sonra Halife Velid tarafından Hicaz Valiliği`ne tayin edildi.
Keyfi uygulamalarda bulunan diğer valilerin aksine Hz. Ömer, şehre gelir gelmez hadis bilen 10 dindar kimseden bir meclis kurdu. Bütün mühim işleri bunlarla görüşüp karara bağladıktan sonra uygulamaya koyulurdu. Bu uygulamasından dolayı, Haccac`ın zulmünden kaçan kişiler, Mekke ve Medine`ye sığınmaya başladılar. Bu durum Haccac`ın Hz. Ömer`e karşı tavır almasına sebep oldu. Araları açıldı ve görevden aldırdı. Yedi yıl yaptığı bu görevdeki başarısıyla saygın zevat tarafından takdir topladı. Nitekim ünlü alim Reca b. Hayyan`ın desteği sayesinde veliaht tayin edildi.
Halife Süleyman b. Abdulmelik`in ölümünden sonra ise Halife seçildi. Abdulmelik`in oğulları Yezid ve Hişam tarafından buna itiraz edilmişse de halkın teveccühüyle bu iş tamamlandı ve Ömer b. Abdülaziz Halife oldu.
HALİFE OLDUKTAN SONRA YAPTIĞI İŞLER
Muaviye`den itibaren fethedilen bölge sakinleri ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar, Müslüman olmalarına, askeri seferlere katılmalarına rağmen haraç vermeye mecbur tutuluyorlar veya ganimetten çok az pay alıyorlardı.
Raşid Halife Ömer, Müslüman olanların hangi ırktan olursa olsun diğer Müslümanlarla eşit olduklarını açıkladı. Onlardan vergi (haraç) alınmayacağını ifade etti.
Savaştan ziyade barışı esas alan Hz. Ömer, bu tutumundan dolayı birçok kabilenin Müslüman olmasını sağladı. Bu, tefessüh eden Emevi hanedanında idari bir reform niteliği taşımaktadır. Kararların alınmasından ziyade uygulanması daha büyük önem arz ettiğinden derhal idareye gelir getirmeyen halk tarafından sevilmeyen, halka zulmeden ve keyfî tasarrufta bulunan valileri değiştirip yerine yenilerini getirdi. Tayinde en çok dikkate aldığı konu, ehliyet, ilim, takva ve salih ameldi. O, devlete sadıkane hizmet verecek idarecilere görev verdi. Böylece hilafet müessesesi taze kanla takviye edilmiş ve dört halife devrindeki canlılığına kavuşmuştur.
Bu değişiklikler ve uygulamalar, hilafet üzerinde saltanat kuran Ümeyye oğullarını ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Yer yer açığa vursalar da pek fazla bir şey de yapamıyorlardı.
Emevi ileri gelenleriyle Hz. Ömer arasında şöyle bir tartışma kayıtlarda geçer:
Hz. Ömer onların “Bize görev ver” tekliflerine, “İsterseniz her birinizi asker yapayım.” cevabını verir.
Emeviler:“Ne diye yapamayacağımız bir şeyi bize teklif ediyorsun?” diye söylenip, “Akraba değil miyiz? Bizim de bir hakkımız yok mu?” diye diretince Ömer: “Benim için bu konuda, sizinle en uzak bir Müslüman arasında hiçbir fark yoktur.” diyerek bu konuda tavrını koydu.
Ömer Bin Abdulaziz, minberlerde Hz. Ali`yi lanetlemeyi kaldırdı. Babası Abdülaziz`in Mısır`da takip ettiği yolu takip etmiş olmasına şaşılmaz. Zira kendisinden rivayet edildiğine göre babası hutbede Hz. Ali`nin adının zikredildiği yere gelince kekeler, dili tutulurdu. Oğlu Ömer, niçin öyle yaptığını sorduğunda şöyle cevap verdi:
“Oğulcağızım! Bilesin ki, Ali b. Ebi Talip hakkında bizim bildiklerimizi halk bilse, bizden ayrılıp onun çocuklarına tâbi olurlar.” Ömer halife olunca hutbede Hz. Ali`ye lanetlemeyi kaldırdı. Onun yerine Nahl 90. ayetin okunmasını sağladı.
Muaviye ile başlatılan Emevi Saltanatı boyunca Bedirde müşrik olarak öldürülen akrabalarının intikamı olarak hutbelerde Hz. Ali'ye lanet okutulmuştu. Raşid Halife Ömer bin Abdulaziz belki de en büyük icraat olarak bu tabuyu kaldırdı. Bu lanetin yerine getirilen Nahl suresinin 90. ayeti bugün bile hutbelerde okutulmaktadır. Ayetin meali şöyledir: " Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir."
Bu uygulamalarıdır ki, Ömer b. Abdülaziz`i müceddit, İkinci Ömer ve Beşinci Halife unvanına kavuşturmuştur. Her şeyi Allah`ta gören bir insanın neler yapabileceğinin en güzel örneğini veren Ömer b. Abdülaziz'in hadis ilminin tedvininde oynadığı rol de takdire şayandır.
İki sene beş aydan fazla sürmemiş olan Hilafeti esnasında, içte ve dışta fevkalade hayırlı işler yapmıştır. Fitnecilerin fitnesine maruz kalan Halife, hicrî 101 yılının Recep ayında vefat etti. Bazı tarihçiler onun Emevi ailesinden bazılarınca zehirlendiğini ifade ederler.
Emirul Müminin Ömer b. Abdülaziz vefat edince, ondan sonra Yezid bin Abdulmelik halife oldu. Hanedandan biri gelerek:
“Ey müminlerin Emiri Yezid! -Ömer b. Abdülaziz'i kastederek- Şu müraî adam Müminlere ihanet etti. Gücünün yettiği kadar cevher ve inciyi evinin iki odasına doldurup kilitledi.” dedi. Bunun üzerine Yezid, Ömer`in hanımı kendisinin de kız kardeşine haber göndererek çağırttı ve:
“Bana, Ömer`in kilitli iki odaya cevher ve incilerini doldurup bıraktığına dair haber geldi.”dedi. Bunun üzerine Fatıma:
“Kardeşim! Ömer şu bohçanın içindekinden başka ne bir tüy, ne de bir yele bıraktı.” dedi. Yezid bohçayı açtı. İçinde yamalı ve kalın bir entari, bir aba ve zayıf astarlı kalın bir cübbe buldu... Yezid bin Abdulmelik "Bana bunları değil, kilitli iki odanın anahtarını verin" demesi üzerine Fatma:
“Müminlerin Emirinin ölümüyle bana musibet veren Allah`a yemin ederim ki, o halife olalı onun istemediğini bildiğim için, o iki odaya hiç girmedim. Şunlar oranın anahtarıdır. Gel, aç ve içindekileri Beytü`l Mal`e naklet.”
Yezid ve şikayetçi Ömer b. Velid gidip eve girdiler. Odalardan birini açtılar, baktılar ki deriden bir sandalye, yanında serilmiş dört çömlek ve bir de testi buldular. Bunun üzerine şikayetçi “Estağfirullah” dedi. Sonra ikinci odayı açtılar. Baktılar ki çakıllarla serilmiş bir mescid ve tavanında da asılmış bir zincir vardı. O zincirde de boynuna geçecek kadar bir halka vardı... Orada kilitli bir sandık buldular, açtılar. Onda bir sepet vardı, sepette bir cübbe ile bir yün elbise vardı. Yezid ve yanındaki ağlayarak şöyle dedi:
“Ey kardeşim, Allah sana rahmet eylesin. Muhakkak senin hem gizlin ve hem de aşikârın temizmiş.” Şikayetçi de:
“Estağfirullah, ben bana söylenen şeyi söyledim.”
Ömer b. Abdülaziz vefat ettikten sonra daha doğrusu zehirlenerek şehid edildikten sonra ona olan hayranlığını gizlemeyen Roma İmparatoru, hakkında şöyle demiştir; “Bir insanın, imkansızlıkları dolayısıyla, ruhbanca bir yaşantıya sahip çıkması, dünyadan el-etek çekmesi çok kolaydır. Çünkü onun zaten terk edeceği herhangi bir dünya malına sahipliği yoktur. Fakat bu halife gibi, dünyanın en büyük devletinin yöneticisi için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Onun elindeki hazinelere rağmen, bunların hiçbirine aldırmayıp, sıradan bir fakirin yaşantısına sahip çıkmasına hayran olmamak doğrusu elden gelmiyor.”
Ömer b. Abdülaziz'in İlk Hutbesi ise şöyleydi;
“Ey Nâs! Kuşkusuz Kur`an`dan sonra Kitap, Muhammed (s.a.v.)`den sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hakim değil, uygulayıcıyım. Kanun koyucu değil, tabiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı değilim. Üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zalim devlet reisinden kaçan adam zalim değildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allah`a isyan hususunda kula itaat edilmez.”