İlk Holiganizm Vakası: Nika Ayaklanması
Doğruhaber / tarihte bugün / 18 Ocak
GÜNÜN AYETİ
“(İnsan) hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt eden (bir melek) hazır bulunmasın.”
(Kâf suresi 18. ayetin meali)
GÜNÜN HADİSİ
“Susan kurtulmuştur!1 Susmak, hikmettir. Susan ise pek az!..”
(Deylemi)
GÜNÜN SÖZÜ
“Dilini korumayan bir kimse, dinini hakkıyla bilmiş değildir.”
(Hasan-ı Basri)
TARİHTE BUGÜN
532: Konstantinopolis bugünkü adıyla İstanbul`da başlayan Nika ayaklanması tamamen bastırıldı. 35 ila 45 bin arasında kişinin öldüğü söylenen kanlı ayaklanma 13 Ocak'ta başlamıştı.
1919: I. Dünya Savaşı'nda yenik düşen devletlerle anlaşmalar yapmak üzere, İtilaf Devletleri temsilcilerinin oluşturduğu Paris Barış Konferansı açıldı. Avrupa'nın haritası yeniden çizildi. Birleşmiş Milletlerin ilk şekli olan Cemiyet-i Akvam`ın temeli de bu konferansta atıldı.
1927: Lozan Barış Antlaşması, Amerika Senatosunda 34'e karşı 50 oyla reddedildi
1940: Milli Koruma Kanunu kabul edildi.
Milli Koruma Kanunu 18 Ocak 1940'ta Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarının çıkarttığı ve hükümete fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede sınırsız yetkiler veren yasadır. Devlet müdahaleleri bu yasayla meşruiyet kazanmıştır.
Milli Korunma Kanunu`nun 6.maddesinde yer alan “Halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçlarını temine matuf bilumum ticari ve sınai muameleleri ifa etmek ve Hükümet tarafından bu kanundaki salahiyetler dairesinde verilecek diğer işleri görmek üzere İcra Vekilleri Heyeti kararıyla hükmi şahsiyeti haiz müesseseler ihdas olunabilir” hükmüne dayanılarak Petrol Ofisi ve Et ve Balık Kurumu gibi bazı kurumlar oluşturulmuştur.
1947: Isparta'nın Uluborlu ilçesinin Senirkent bucağında onun üzerinde vatandaş noter aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına bir protesto mektubu gönderdi. Mektupta hiçbir suçları olmadığı halde jandarmanın kendilerine sistemli olarak işkence boyutlarında kötü muamele yaptığını yazıyorlardı.
O zamanlar bucak olan Senirkent`ten 13 vatandaş 18 Ocak 1947 günü noter kanalı ile meclise bir protesto gönderirler. Protestonun tasvir gazetesinde yayınlanması ile de olay kamuoyunun malı olur. Bu protestoda vatandaşlar bucaklarında jandarmanın terör estirdiğini, "dayak", "pislik yedirme","namusa tasallut " gibi ortaçağ işkence usulleri ile cezalandırıldıklarını ve bu konuda yaptıkları tüm şikâyetlerinin karşılıksız kalıp üstelik iftiracı durumuna düştükleri gibi konulardan yakınırlar.
Şikâyetçi olan 13 Senirkentli dönemin gazetelerinden Tasvir Gazetesine de noter tasdikli bir mektup yazarlar. Tasvir Gazetesi mektubu; “Eğer bu mektup noter marifetiyle resmen tebliğ edilmiş olmasaydı ve bir sureti meclisi de gönderilmemiş olsaydı 1947 Türkiyesinde böyle hadiseler cereyan etmez der, çöpe atardık” girişiyle yayımladı. Neticede jandarmanın kendilerine yaptığı insanlık dışı muameleleri kamuoyuna duyuran köylülere tek parti döneminin yetkilileri baskı yapsa da mahkeme Antalya`da yapılır ve mağdurlar jandarmanın muamelelerini ağlayarak gözyaşları içinde anlatır ve Sadık Çavuş ile 7 jandarma muhtelif hapis cezalarına ve memuriyetten men cezasına çarptırılır.
1987: Konya Ereğlisi'nde başörtüsü yasağı ile ilgili olarak çıkan olaylarda 17 kişi gözlem altına alındı.
1990: Kamuoyunda 'Kıyak Emeklilik Yasası' olarak anılan, Milletvekillerinin emeklilik haklarını düzenleyen yasa TBMM'de kabul edildi.
1991: Hükümet, TBMM'den gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yurt dışında görevlendirilmesi ve yabancı askerlerin Türkiye'de bulundurulması konusunda yetki aldı.
1. Körfez Savaşında ABD çıkarları doğrultusunda hareket eden dönemin yetkilileri, Irak`ın bombalanması ve sonrasında uygulanan ağır ambargoların tümünde toplum vicdanını yaralayacak şekilde ABD saflarında yer aldılar. Küçük bir hatırlatma olsun diye söylemek gerekirse; ABD ve Türkiye`nin de aralarında bulunduğu müttefikleri Irak`a uyguladıkları ambargoda milyonlarca Iraklı hayatlarına mal olacak şekilde etkilendi. Zira Irak`ın silahlanmasının önüne geçmek için uygulanan ambargoda çocuk aşılarının bile Irak` girmesine müsaade edilmedi. O dönemi hatırlayanlar, Iraklı çocuklardan binlercesinin çocuk felci, difteri, kızamık ve tifo gibi hastalıklardan öldüğünü de iyi bilirler. İşin garip tarafı duyarlı müslümanların dışında kimse; “Çocuk aşılarıyla Irak`ın silahsızlandırılmasının ne alakası var?” diye sorgulamadı.
1991: Irak, İsrail'in Tel Aviv ve Hayfa şehirlerine Scud füzesi attı.
1. Körfez savaşında köşeye sıkışan Saddam İran`a karşı kullansın diye Batılıların verdiği silahlardan olan Scud Füzelerinden 42 tanesini İsrail`e atmıştı. Değişik günlerde attığı bu füzelerden dolayı iki Yahudi ölmüş müslümanlar için bir gün bile gözyaşı dökmemiş olanlar bu iki Yahudi için hıçkırıklara boğulmuştu. Saddam`ın İsrail`e füze etmesinin sebebi İsrail`i savaşın içine çekebilmekti. İsrail bu füze saldırılarına karşılık vermek istemişse de ABD İsrail`i engelleyip “Bana bırak” demişti. Saddam, İsrail`i savaşa çekecek olursa ve İsrail`in Irak`a saldırması durumunda İslam âleminin desteğini almayı planlıyordu. Onun bu düşüncesini fark eden ABD, İsrail`i karşılık vermemek için ikna etmekle Saddam`ın oyununu boşa çıkarmıştı.
1997: Susurluk Komisyonu`na ifade veren İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı`yı Mehmet Özbay olarak tanıdığını söyledi.
Politik anlamda güçlü olduğu yıllarda derin ilişkilerinin üstüne gidilmeyen Ağar, Tansu Çiller döneminde Çiller`i etkileyerek ülkeyi polis devletine doğru götüren isimlerden biri olarak anlatılır.
Polis Özel Harekat birimlerinin Doğu ve Güneydoğu`da terörle mücadelede aktif ve yetkin bir şekilde kullanılması, Özel Harekatçılardan bir grubun 90`lı yıllarda bölgeyi cehenneme çeviren uygulamalarında, aynı grubun faili meçhul cinayetler işlemesinde bugün oklar, aralarında Ağar`ın da olduğu bazı isimleri göstermektedir. Zira Ağar`ın “taşı çekecek olursam duvar yıkılır” sözünden sonra kimi eski Mit görevlileri ve emekli özel harekatçılar işledikleri cinayetlerde ve yasadışı işlerde azmettiricilerden biri olarak Mehmet Ağar`ı beyan etmişlerdir. Bu beyanlardan biri, Ağar`ın kimi tetikçileri ve mafya babalarını terörle mücadele kullandığı şeklindedir.
2011: Yemen'de protestolar başladı.
2012 : Adalet Bakanı Sadullah Ergin Yargı Reformunun Üçüncü Paketini Açıkladı.
Pakette En Önemli Değişiklik Tutukluluk Kararı İle İlgili.
Bundan Böyle Somut Delillere Dayanmadan Sanıklar Hakkında Tutuklama Kararı Verilemeyecek.
Adli Kontrol Tedbiri İçin Üst Sınır 3 Yıldan 5 Yıla Çıkarılacak.
Yeni Paketle Birlikte Molotof Kokteyli, Silah Ve Patlayıcı Madde Kapsamına Alındı.
Yargı Paketinin Bir Başka Başlığı Sabıkayla İlgili. Kimse Ömür Boyu Sabıkalı Sayılmayacak.Sabıka Kayıtları Kişinin Ölümü İle Bitmesi Uygulaması Kaldırıldı.
2012 : Mustazaf-Der Şanlıurfa Şubesi, 27 Nisan E-Muhtırasından Dolayı Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Kuvvet Komutanları Ve Muhtırayı Vermeye Yardımcı Olan Kişiler Hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına Suç Duyurusunda Bulundu.
Adliye Çıkışı Gazetecilere Açıklama Yapan Mustazaf-Der Şanlıurfa Şubesi Başkanı Mehmet Kışlar, "27 Nisan E-Bildirisinin Muhtıra Olduğu Tartışmasızdır. Muhtıranın Yasal Dayanağı Yoktur. Açıkça Muhtırada Belirtilen Uyarılar Dikkate Alınmadığında Darbe İle Müdahale Edileceği İması Mevcuttur. " Dedi.
MERCEK
532: Konstantinopolis bugünkü adıyla İstanbul`da başlayan Nika ayaklanması tamamen bastırıldı. 35 ila 45 bin arasında kişinin öldüğü söylenen kanlı ayaklanma 13 Ocak'ta başlamıştı.
NİKA AYAKLANMASI
Nika Ayaklanması, Doğu Roma İmparatorluğu'nun görmüş olduğu en kanlı isyan olarak kayıtlara geçmiştir.
İmparator Justinian, (OKUNUŞU: Justinyan) Doğu Roma'nın tahtına oturur oturmaz bir dizi düzenlemelerle merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak ister. Bunun için öncelikle dönemin önemli güç odaklarından olan Maviler ve Yeşiller olarak adlandırılan iki grupla uğraşmıştır, bununla da sınırlı kalmayıp soylular üzerinde de ekonomik baskılar kurarak jet sosyeteyi kendisine düşman etmiştir. Bu husumetlikler sonucu oluşan olumsuz hava, isyan ortamını hazırlamıştır denilebilir.
“Maviler” ve “Yeşiller” denen gruplar, bir spor takımının veya siyasi bir partinin sempatizanları, taraftarları olarak tanımlanabilir. O dönemin eğlencelerinden olan hipodromdaki araba yarışlarında dört adet araba yarışırdı ve bunların taraftarları kırmızı, beyaz, mavi ve yeşil renkteydi. Gönül verdiği arabanın renginde urbalar giyen taraftarlar hipodromu hınca hınç doldurur, coşkulu tezahüratlarla takımını ateşlerdi. Zamanla kırmızı ve beyazların gücünü kaybetmesiyle hipodromda yarışan araba sayısı ikiye düşmüş, kırmızılar yeşillere, beyazlar ise mavilere katılmıştı. Bu Maviler ve Yeşiller son derece ateşli taraftar grupları olması sebebiyle zaman zaman rekabet sokak çatışmalarına dönüşüyor halk bu iki gruptan umumiyetle çekiniyordu. Bugünkü tanımlarla daha anlaşılır kılmak için şöyle diyebiliriz; Holiganizm, o dönemde terör estirmekte ve iki takım üzerinden kazanılan taban, kitlesel bir güç olarak yüksek bürokratlar tarafından kullanılmaktaydı. Bugün de milyar dolarların konuşulduğu futbol takımları ve onların fanatik taraftarları çoğu zaman el altından toplumsal bir koz olarak kullanılmaktadır.
Yine bir yarış günü, İmparator Justinian'in locasındaki yerini almasından kısa bir süre sonra kendisini protesto için hipodromdaki on binler "Nika! Nika!" nidalarıyla hipodromu inletmeye başlamıştır. “Nika” kelimesi “kazan ve başar” anlamlarına gelmektedir. Sanki biri düğmeye basmışçasına kolektif bir heyecanla yayılan bu hareketi imparator ilk anda sükunetle izlemiş, kargaşanın artmasıyla sarayının yolunu tutmuştur. 13 Ocak günü kalabalık ve öfkeli gruplar Hipodrom Meydanı'na, günümüzdeki adıyla Sultanahmet Meydanı'na geldiler. Yüksek yerlerden birilerine dokunan İmparatora bir mesajdır bu.. Bugünle benzeştirmeye çalışırsak; Birileri bazı ülkelerin bütçelerine denk gelen yüksek meblağlı spor kulüplerinin başına geçiyor. Hele yüz binlerce taraftarı olan bu spor kulüpleri, yöneticilerine kapıların çoğunu ardına kadar açıyor. Kulüp yöneticileri örneğin hükümetle çakıştığında ise kazandığı taraftarları koçbaşı gibi kullanarak açılmayan kapıları zorluyor. Anlaşılan Justinian Maviler ve Yeşilleri yönlendiren ve kışkırtan kişilerin kuyruğuna basmıştı.
İmparatorun hipodromu beraberindeki heyetle terk etmesi sonucu bu mavi ve yeşil gruplar hipodromdan çıkarak güçlerini birleştirmişler ve şehrin zengin muhitlerini, çarşılarını, Ayairini ve Ayasofya da dahil olmak üzere yağmalamışlar daha da ileri giderek imparatorluk sayarına bile zarar vermeye çalışmışlardır. Bununla da kalmayan isyancılar pek çok yapıyı ateşe vermiştir. Gözü dönen isyancılar, Sampson Hastanesi'ni içindeki hastalarla yakmışlardır. Şehre hakim olan bu kaos ortamı birçok insanın Anadolu yakasına kaçmasına sebep olmuştur.
Rivayet odur ki; Bu isyan hareketinin odağı haline gelen hipodromda isyancılarla masaya oturmak isteyen İmparator Justinian, isyancılara isyanı bitirmeleri halinde kendilerini affedeceği sözünü vermiştir. Buna kulak asmayan isyancıların asıl niyetinin, Justinian'in yerine kukla bir İmparator getirmek olduğu, eski imparatorlardan I. Anastasius'un yeğeni Hypatius'u hipodroma getirip el etek öpüp biat etmelerinden anlaşılıyordu.
İşte tüm bu olumsuz şartların arasında kalan Justinian düşünür taşınır ve imparatorluğu terk etme kararı alır. Tarihi yarımadanın güney sahilinde hazırlattığı bir gemiye yanında birçok değerli eşya ve nakit parayla atlayıp soluğu Yunan adalarında almak için tüm hazırlıklarını tamamlar ve eşi Theodora'ya "hadi gidiyoruz" der. Gel gör ki Theodora kılını bile kıpırdatmaz ve İmparator Justinian'e tarihçilerin kaynaklarına göre şu sözleri söyler;
"Belki kadınların erkekler önünde konuşması korkaklara cesaret vermesi yönünden doğru değildir ama tehlike anında herkes elinden geleni yapmalıdır. Yıllarca başında imparatorluk tacı taşıyan biri, o tacı kaybederken canını da kaybetmelidir. Nasıl olsa dünyaya gelen her kişi ölecektir. Ey imparator! Kaçmak, kurtulmak istiyorsan bunda bir zorluk yoktur, hazinen var, gemilerin seni bekliyor. Ama saraydan ayrıldığında yaşamanın anlamını da yitirmiş olacaksın. Ben her zaman Tanrı'ya dua etmişimdir; Üzerimdeki erguvan renkli imparatorluk pelerinini aldığında canımı da alsın. Merak etme! Senin de giydiğin şu erguvan rengi pelerin, gerektiğinde muhteşem bir kefen olur. Şimdi gidebilirsin ama yanında ben olmayacağım"
Justinian, bunun üzerine sarayı terk etme fikrinden cayar ve kurmaylarıyla bir araya gelerek durumu istişare ederler ve o gece sarayın ışıkları geç saatlere kadar yanar, çıkan sonuç şudur; "isyan kanla bastırılacak"
Dönemin en büyük komutanlarından Flavius Belisarius ve isyan günlerinde Konstantinopolis'te bulunan Arnavutluk valisi Mundus ile tüm askeri imkânları kullanarak isyancılara karşı saldırıya geçilir ve isyancılar hipodromda kıstırılır. Hipodromun kapılarının kapatılmasıyla kapana kısılan isyancılara karşı o andan itibaren kelimenin tam anlamıyla bir kıyım başlar. Ok yağmuru ile delik deşik edilen ve kılıçtan geçirilen isyancıların sayısı 35 ila 40 bin arasındadır.
İsyan bastırılmıştır ancak ardında binlerce ölü ve viraneye dönmüş bir başkent bırakmıştır. Jusitinian bunun üzerine imar faaliyetlerine girişir, buna da önce gücünü simgeleştirmek için Ayasofya'yı yeniden inşa ettirmekle başlar. Sonuç olarak, 13 Ocakta başlayan isyan 18 Ocakta tamamen bastırılmış ve tarihçilerin farklı da olsa verdiği rakamlara göre yaklaşık 40 bin insan katledilmiştir.