Hayretle mi İbretle mi Bakmak?
Geçenlerde bir belgesel programında görmüştüm. Rengi ve şekliyle bir yaprağa tıpatıp benzeyen bir böcek dallar arasında ilerliyordu. Öyle ki kolları ve bacakları dahi yaprağın kenarlarından kesilmiş olduğu intibaını uyandırıyordu. Programın sunucusu bu durumu hayret verici olarak paylaşıyordu izleyicilerle
Nur Kılıç / İnzar Dergisi
Geçenlerde bir belgesel programında görmüştüm. Rengi ve şekliyle bir yaprağa tıpatıp benzeyen bir böcek dallar arasında ilerliyordu. Öyle ki kolları ve bacakları dahi yaprağın kenarlarından kesilmiş olduğu intibaını uyandırıyordu. Programın sunucusu bu durumu hayret verici olarak paylaşıyordu izleyicilerle…
Doğrusu ben de epey şaşırmış, hayretimi gizleyememiştim. Yaprağa tıpatıp benzeyen bir böcek tıpış tıpış yürüyor… Bu minvalde daha birçok durumla karşı karşıya kalmaktayız zaman zaman. Yılana benzeyen balık, kütüğe benzeyen sürüngen ya da taşa, ağaca, kâğıt parçasına, toprak birikintisine vs. benzeyen böcekler… Tüm bunlar ilk bakışta göreni hayrete düşürmüştür/düşürmektedir.
Aynı şekilde doğa olaylarına baktığımızda; anlam yüklediğimiz bir şekil oluşturan bulutlar, yeşil rengine çalan toprak, allık sürmüşçesine parıldayan gökyüzü veya yazın ortasında yağmaya başlayan kar taneleri hangimizin hayretini celp etmez ki!
Bu tarz olağan dışı varlıklar ve durumlar karşısında kim şaşırmaz ki?
Bu soruya “İbretle bakan!” diye cevap verirsek, muhtemelen yerinde ve doğru bir cevap olacaktır bu…
Evet, etrafımızda ibret alınması gereken o kadar çok şey ve öyle çok olay var ki; belki de bu durum bizi gaflete düşürüyor. Yani bu kadar çok hayret verici durumla devamlı bir şekilde karşı karşıya kalıyor oluşumuz, bizi gafil kılan…
Şanı yüce Rabbimizin de ikaz buyurduğu gibi:
“Göklerde ve yerde (birliğimizi ve kudretimizi gösteren) nice deliller vardır ki; her gün onların yanından geçiyorlar, fakat hiç ibret almadan yüz çevirip gidiyorlar.” (Yusuf / 105)
…
Bizler, hızla akıp giden zaman içerisinde ‘yaşam` telaşına öyle kaptırmışız ki kendimizi; yanı başımızda, burnumuzun dibinde keşfimizi bekleyen onca şeyi ne görüyor ne de duyuyoruz. Haliyle anlamlandıramıyor ve kendi namımıza kâra da dönüştüremiyoruz. Oysa olan biten, yaşayan ölen her şey bir hikmete binaen olup bitiyor ve yaşayıp ölüyor. Bu olayların sayamayacağımız kadar çok ve çeşitli olması; bizler için bir rahmet vesilesiyken bir gaflete dönüşmesi acı ve utanç vericidir. “Birinden alamadığın ibreti, olabilir ki bir diğerinden alırsın” cihetinden var edilen bunca ibret vesikasından birini dahi doğru okuyamayan insan, gafleti en üst perdede yaşıyorken gökten yağmur yerine taş yağdığında hayret etse ne olur etmese ne?
Her biri bir diğerine yakın özellik ve biçimde yaratılan böcekler âleminde yaprağa benzeyen bir böcek dikkatimizi en üst perdeden çekiyor da; üzerinde ibret nazarlarımızı gezdirmediğimiz o milyon çeşit böcek ilgi alanımıza dahi girmiyorsa, eyvahlar olsun!
Her günün her anı ihtişamıyla farklı bir surete bürünen gökyüzüne bakışlarımız; ancak kızıla ve siyaha büründüğünde odaklanıyorsa veya bembeyaz bulutları, ancak anlamlı bir şey yazmış gibi göründüğünde ‘okuma`ya çalışıyorsak, yazıklar olsun!
Zira bu kâinatta ‘halife` konumunda olanlarız biz! Bizi bu konuma atayan Rabbimizin, kendisinden bir ayet bir delil olarak yarattığı her bir varlığı ve her bir olayı ibretle ve hayretle incelememiz; en başta konumumuzun bir gereği değil midir? Hem O`nu tanıma ve bilme; ona mukabil hareket etme arzusu taşımıyor oluşumuzun geçerli/mantıklı bir izahı olabilir mi?
İşte, tefekkür tam da burada devreye girer ve kişiyi ‘var ediliş hakikati` üzerinde yoğunlaştırır; ‘var oluş` ifadesinin ne derece yersiz ve asılsız olduğunu fehmettirir… Zira yaratılmışlara ve evrenin var edilişine herkes hayretle bakar ancak hikmetle bakan pek azdır. Hakeza hayretle bakan nasıl var olduğunu görürken ibretle/hikmetle bakan ise nasıl var edildiğini anlar/kavrar…
Şanı pek yüce Rabbimizin buyurduğu gibi:
Doğrusu ben de epey şaşırmış, hayretimi gizleyememiştim. Yaprağa tıpatıp benzeyen bir böcek tıpış tıpış yürüyor… Bu minvalde daha birçok durumla karşı karşıya kalmaktayız zaman zaman. Yılana benzeyen balık, kütüğe benzeyen sürüngen ya da taşa, ağaca, kâğıt parçasına, toprak birikintisine vs. benzeyen böcekler… Tüm bunlar ilk bakışta göreni hayrete düşürmüştür/düşürmektedir.
Aynı şekilde doğa olaylarına baktığımızda; anlam yüklediğimiz bir şekil oluşturan bulutlar, yeşil rengine çalan toprak, allık sürmüşçesine parıldayan gökyüzü veya yazın ortasında yağmaya başlayan kar taneleri hangimizin hayretini celp etmez ki!
Bu tarz olağan dışı varlıklar ve durumlar karşısında kim şaşırmaz ki?
Bu soruya “İbretle bakan!” diye cevap verirsek, muhtemelen yerinde ve doğru bir cevap olacaktır bu…
Evet, etrafımızda ibret alınması gereken o kadar çok şey ve öyle çok olay var ki; belki de bu durum bizi gaflete düşürüyor. Yani bu kadar çok hayret verici durumla devamlı bir şekilde karşı karşıya kalıyor oluşumuz, bizi gafil kılan…
Şanı yüce Rabbimizin de ikaz buyurduğu gibi:
“Göklerde ve yerde (birliğimizi ve kudretimizi gösteren) nice deliller vardır ki; her gün onların yanından geçiyorlar, fakat hiç ibret almadan yüz çevirip gidiyorlar.” (Yusuf / 105)
…
Bizler, hızla akıp giden zaman içerisinde ‘yaşam` telaşına öyle kaptırmışız ki kendimizi; yanı başımızda, burnumuzun dibinde keşfimizi bekleyen onca şeyi ne görüyor ne de duyuyoruz. Haliyle anlamlandıramıyor ve kendi namımıza kâra da dönüştüremiyoruz. Oysa olan biten, yaşayan ölen her şey bir hikmete binaen olup bitiyor ve yaşayıp ölüyor. Bu olayların sayamayacağımız kadar çok ve çeşitli olması; bizler için bir rahmet vesilesiyken bir gaflete dönüşmesi acı ve utanç vericidir. “Birinden alamadığın ibreti, olabilir ki bir diğerinden alırsın” cihetinden var edilen bunca ibret vesikasından birini dahi doğru okuyamayan insan, gafleti en üst perdede yaşıyorken gökten yağmur yerine taş yağdığında hayret etse ne olur etmese ne?
Her biri bir diğerine yakın özellik ve biçimde yaratılan böcekler âleminde yaprağa benzeyen bir böcek dikkatimizi en üst perdeden çekiyor da; üzerinde ibret nazarlarımızı gezdirmediğimiz o milyon çeşit böcek ilgi alanımıza dahi girmiyorsa, eyvahlar olsun!
Her günün her anı ihtişamıyla farklı bir surete bürünen gökyüzüne bakışlarımız; ancak kızıla ve siyaha büründüğünde odaklanıyorsa veya bembeyaz bulutları, ancak anlamlı bir şey yazmış gibi göründüğünde ‘okuma`ya çalışıyorsak, yazıklar olsun!
Zira bu kâinatta ‘halife` konumunda olanlarız biz! Bizi bu konuma atayan Rabbimizin, kendisinden bir ayet bir delil olarak yarattığı her bir varlığı ve her bir olayı ibretle ve hayretle incelememiz; en başta konumumuzun bir gereği değil midir? Hem O`nu tanıma ve bilme; ona mukabil hareket etme arzusu taşımıyor oluşumuzun geçerli/mantıklı bir izahı olabilir mi?
İşte, tefekkür tam da burada devreye girer ve kişiyi ‘var ediliş hakikati` üzerinde yoğunlaştırır; ‘var oluş` ifadesinin ne derece yersiz ve asılsız olduğunu fehmettirir… Zira yaratılmışlara ve evrenin var edilişine herkes hayretle bakar ancak hikmetle bakan pek azdır. Hakeza hayretle bakan nasıl var olduğunu görürken ibretle/hikmetle bakan ise nasıl var edildiğini anlar/kavrar…
Şanı pek yüce Rabbimizin buyurduğu gibi:
...