• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...
Tefekkür: Bağımlı Taklidi İman Derecesinden Yakin Makamına Yükselten İbadettir
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Faruk Hamza / İnzar Dergisi
 
اِنَّ في خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُولِي الْاَلْبَابِ ﴿١٩٠﴾ اَلَّذينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ في خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١﴾

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. ﴾190﴿ Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah`ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. ﴾191﴿

“Salt tefekkür bile insanın olgunlaşması için kâfidir. Ama dikkat edilsin; tefekkür derken tefessük anlaşılmasın.” (Hüseyin Velioğlu)

Allah azze ve celle yeryüzünde kendisi adına hilafet edecek olan yaratılan en son mahlukun bir çok şeyden özgür hareket etmesini dilediği için onu irade sahibi yapmış. Bu, hilafet makamında olduğunun, hilafet makamının ise her kes için şamil olduğunun karşı konulamaz delilidir.

Halifeye tanınan bu hakka müdahale konusunda hiç kimse müstesna değildir. Hatta emirlerini doğrudan Allah azze ve celleden alan peygamberler ve peygamberlerin öğretilerinin tatbikçisi olan şer`i devlet bile bu özgürlüğe müdahale etme konusunda ihtiyar sahibi değildir. “Dinde ikrah yoktur” emrinin şualarından bir tanesi de budur.

İslam`daki müeyyideler ise “hürmetler karşılıklıdır” fermanına binaen bir başkasının veya kamunun; din, mal, can ve nesline tecavüzü bertaraf etmek içindir. Ya da bu müeyyideler de bu özgürlüğe yapılan müdahaleleri bertaraf edip bu özgür iradenin emniyetini sağlamak içindir. Yani bir kişi başkasının özgür irade hürmetini çiğnediği anda onun özgür iradesi çiğnediği hürmet oranında askıya alınır. Aksi hiçbir halde özgür irade hürmeti çiğnenemez.

İşte bu ortam tanzim edildiği zaman yaratılan en büyük mahlûk (ki insan halifelik makamına bu hamillik vesilesi ile ulaşmış) olan akıl asli görevini hakkıyla icra edebilecek ve sahibini yakinî iman mertebelerine yükseltecektir. Nitekim büyük Müfessir Kurtubi bu ayeti tefsir ederken; “Allah, Al-i İmran suresini sanatına tevcih etmekle sona erdirmiş… Ta ki insan Allah (cc)`ın emirlerine karşı taklidi imandan yakinî iman mertebesine yükselebilsin.”

Şüphesiz muteber ulemamızın hemen hepsine göre de taklidi iman caizdir ve makbuldür. Ama taklidi iman yakinî imana kıyasla neredeyse kıyaslanamayacak kadar aşağıda kalmaktadır. Zira taklidi iman en ufak saldırılarda bile bazen sarsıntı geçirebilirken, yakinî iman ise kararlılığını İmam Ali`nin şu sözlerinde tarif etmektedir; “Eğer bütün perdeler kalksa ve bütün gayb alemini gözlerimle müşahede etsem bile imanımda ne bir artma ne de bir eksilme olmaz.”

Belki de İslam âleminin şu anda kendi imani hakikatlerine karşı bu şekil zelzeleler ve sapmalar yaşamasının en büyük nedeni imanlarının taklidi olmasındandır. Oysaki yakin sahibi seleflerimiz bu saldırılardan çok daha çetin olanları ile karşı karşıya kaldıkları halde imanlarında bir oynama olmamış ve sarsılmamışlar.

Yakinî iman ise ancak tefekkür sayesinde ulaşılabilir bir makamdır. Allah azze ve cellenin Kur`an-ı Kerim`in değişik ayetlerini mükerrer bir şekilde tefekkür etmeye davet eden uyarıları, Müslümanların sarsılmaz bir yakinî imana ulaşmalarını dilemesindendir.

Hazreti Aişe (r.anha) annemizden yapılan rivayette; Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellemi ağlar halde bulan, sabah namazı için gelen Hz. Bilal (r.a)`in; “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah! Senin geçmiş ve gelecek tüm günahların affedildiği halde seni ağlatan nedir? Sorusuna verilen; “Ey Bilal! Bugün bana iki ayet nazil oldu onları okuyup da onlar üzerinde tefekkür etmeyene yazıklar olsun, burnu sürtünsün!” cevabı bu hikmete binaendir. Tıpkı ashabının yaptığı gibi gelecek nesillerin de tefekkür ile yakin makamına ulaşmalarını dilemesindendir.

Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin biz müminleri yönlendirdiği bu makamın akıl nimetine sahip bütün müminlerin yegâne hedefi olma zorunluluğu vardır. Zira insan hilafet makamına yerleştirilirken kendisine görevini hakkıyla icra edecek yeteri donanımlar verilmiş. İnsan bu donanım ve yetilerini hem muhafaza ve hem de istiabları oranınca kemalleştirmekle mükelleftir. İnsan Allahu Teâlâ`nın nehyettiklerinden uzak durmakla emanetini muhafaza ederken salih amellerle bu emanetlerini tekmil eder. İmkânı oranında tekmil etmediği her emanetinden/yeti ve donanımlarından mesul olacaktır. Belki de tefekkürün en faziletli ibadet olması bu yetileri tekmil noktasında en verimli ibadet olmasından dolayıdır. Ki Hz. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem; “Bir saatlik tefekkür yetmiş yıllık nafile ibadetten efdaldir.” diye buyururken buna işaret etmiş olma ihtimali yüksektir.

Ayet-i kerime müminleri tefekküre yönlendirirken aynı şekilde tefekkür edecekleri, tefekkürden verim alabilecekleri alanı da onlara gösteriyor ki bu da Allahu Teâlâ`nın kâinat kitabıdır. Yani Allahu Teâlâ`nın esmaül hüsnasının remzlerini taşıyan sanatıdır. Üstad Bediüzzaman hazretleri Ikra` suresinde nazil olan ilk ayetteki “Oku!” emrini “kainat kitabını oku!” şeklinde tefsir ediyor.

Hiç şüphesiz tefekkür edilecek noktalar bu ayet-i kerimede işaret edilen kâinat kitabı tek değildir insanı hidayete yöneltecek olan… Ama aklın ürünü olan bilimin, tefekkür eyleminin üretiminin en verimli olduğu yer kainat kitabıdır.

Hidayet konusunda ise başka tefekkür edilecek noktalar vardır ve Kur`an-ı Kerim bu yollara da işaret etmiştir. Nitekim Hz. İbrahim (a.s)`in kıssasında verilen o zamanki cahiliye toplumun sahip olduğu güneş, ay ve yıldızlara tapınma ile ilgili Hz. İbrahim (a.s)`in tefekküre yönelten istinbatı insanların cahiliyetin batıl inançlarının tutarsızlıkları hakkındaki tefekkürü bile insana hidayet yollarını açabildiğine işaret etmektedir.

Her ne olursa olsun...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir