PKK medyasının Yalan Rüzgârı ve bölgenin gerçekleri
Cizre`de PKK yandaşlarının başta HÜDA PAR üyeleri olmak üzere dindar Müslümanlara yönelik katliam girişiminin ardından PKK yayın organlarının tekrar 90`lı yıllardaki iftiralara başvurması, malum güruhun içine düştüğü acziyeti ve geçmişten ders almadığının göstergesi olarak değerlendirildi.
Cizre'de PKK yandaşlarının, başta HÜDA PAR üyeleri olmak üzere dindar Müslümanlara yönelik başlattıkları katliam girişiminin ardından PKK medyası bilindik teraneleri üzerinden bölgede İslami hizmetleri ile ön plana çıkan ve PKK/HDP`ye boyun eğmeyen Müslümanları hedef gösterecek iftira yayınlarına başladı.
Cizre`de PKK`li çetelerin Müslüman halka yaşatmak istediği katliam girişimini meşrulaştırmaya yönelik haberler yapan PKK medyasının, işlenen katliamları savunur bir pozisyona girmesi, bölgede 6-8 Ekim olaylarında yaşanan katliamı ve sonrasında Cizre`de dindar halka yönelik giriştikleri imha planını, provokatörlerin ve varlıklarını iddia ettikleri “kontra güçlerin” üzerine yıkmaya çalışmaları içine düştükleri ikiyüzlülüklerini bir kez daha ortaya koydu.
PKK'lilere müdahale edilmediği bilinen bir gerçektir
Hür Dava Partisi'nin şiddete bulaşmayan, legal bir siyasi parti olduğu gerçeğinin Başbakan Yardımcı Bülent Arınç tarafından dile getirilmesini HÜDA PAR - devlet ilişkisine kanıt olarak sunan PKK medyası, Cizre başta olmak üzere bölgenin birçok yerinde PKK ve uzantılarının devletle içine girdiği kirli işbirliklerini görmezden gelmesi ise dikkatlerden kaçmadı.
Bunun son örneği olarak Cizre'de yaşanan son katliam girişimi birbirine zıt gibi görünün ancak birbirinden habersiz adım atmayan devlet ve PKK`nin kirli işbirliğini açıkça ortaya koymuştur.
Aylardır Cizre Nur Mahallesi'nin de aralarında bulunduğu birçok mahallede “Kanton” ilan ederek tüm sokaklarında hendekler kazan, giriş çıkışları kontrol eden silahlı PKK'lilere müdahale edilmediği bilinen bir gerçektir ki bunu devlet yetkilileri zaman zaman dile getirmişlerdir.
Bunun yanında PKK'lilerin söz konusu mahallede mevzi kazarak bayrak diktikleri yerler ile askeri garnizon arasının 100-200 metre mesafede olmasına rağmen askerin bunu görmezlikten gelmesi, hiçbir şekilde müdahale etmemiş olması, aksine bu çetelerin kimlik sorgulamalarına itiraz eden ve buna karşı kendilerince bir direnç göstermek isteyen halkı bu çetelerin insafına terk etmiş olmaları bu kirli işbirliği ortaya koymuyor mu?
Saldırının yaşandığı gün 8 saat sonra olaya müdahale ederek adeta katliama göz yuman devletin, 8 saat sonra yaptığı müdahale ile kısa sürede kontrolü ele geçirmesi yaşanan işbirliğini gözler önüne sermiyor mu? Bu durum, devletin silahlı PKK'lilere müdahale etmeye güç yetiremediği iddialarını yalanladığı gibi 90`lı yıllarda bölge halkının kanı üzerinde oynanan ve yıllar sonra PKK liderinin de itiraf ettiği taşeronluğun bir devamı olarak ortaya çıkmıyor mu?
Tüm bu gerçeklere rağmen, gerçekleri tersyüz ederek insanların gözlerinin içine baka baka yalan haberler üzerine yayınlar yapan PKK medyası, Cizre'de mazlum insanları katletmek için dağdan inmiş ve Cizre halkına adeta bir vahşet uygulayanların, şehrin neredeyse tüm sokaklarında, ellerinde silahlarla dolaşanların, askeri garnizona 50 metre mesafede bulunan hâkim tepeden uzun namlulu, ağır makinalı silahlarla ateş edenlerin ve insanları evlerinin içinde diri diri yakmaya çalışanların PKK`liler olduğunu inkar edemiyor ve basına düşmüş görüntülerin yalan ya da uydurma olduğunu söyleyemiyor.
Ayrıca görmezden gelinemeyecek bir diğer durum var ise o da taranan evlerin tamamının ise HÜDA PAR üyeleri ve dindar insanlara ait oldukları gerçeğidir.
Saldırılar ABD-PKK işbirliğinin sonucu
ABD'nin Adana Konsolosu John L. Espinoza'nın sık sık eski BDP şimdiki HDP/DBP belediyelerini ziyaret etmesi ve onun bölgeye her gelişinden kısa süre sonra olayların çıkıyor olması, bölgedeki huzursuzluğun ve yaşanan saldırıların talimatının ABD`den alındığı yönünden şüpheleri doğurdu ki daha sonra yaşanacak bazı olaylar bu şüphelerde haklılık payının olduğunu ortaya koyacaktı.
Nitekim, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ABD ziyareti öncesi gerek İmralı sakininin gerekse de Kandilin sokağa çıkma talepleri sonrası ayağının tozuyla ABD dönüşü sanki bir yerlerden sokağa çıkma izni alımışcasına açıklama yaparak yandaşlarını sokağa döken Demirtaş`ın açıklaması, ve bu çağrının hemen ardından 6-8 Ekim saldırılarının yaşanması da ABD-PKK işbirliğinin derinliğini ve taşeronluğunu liderinin ağzından çıkan ifadelerle ortaya koymuş bir hareketin şimdilerde kimin adına hareket ettiğinin bir gerçeği olarak ortaya çıkmış oluyor.
Kandil'deki PKK yöneticilerinin ABD'nin kendilerini muhatap almasından övünerek söz etmesi ve MİT'le sürdürülen görüşmelerde ABD'nin gözlemci olmasını istemesi de işbirliğini gösteren başka bir örnek olarak aslında yukarıda işlenen tezi de doğruluyor.
Derinlerle yaşanan kirli işbirliklerinin sınırlarını aşarak emperyalistlerle kol kola giren ve bunu gizleme gereği bile duymayan PKK ve uzantılarının, saldırdığı dindar kesimleri hiç bir delil olmadan devletle işbirliği yapmakla suçlamasının ciddiyetini kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.
Devlet işbirliği yaptığı derneği kapatır mı?
HÜDA PAR ve Mustazaflar camiasını devletle işbirliği yapmakla suçlayan PKK MEDYASI, söz konusu iftira haberlerinde çoğu zaman kendi kendini yalanladığının farkın bile olamıyor. Zira yalanlar üzerine yamalı bir bohça haline getirilmiş olan haberlerin neresine el atasanız diğer tarafı elinizde kalıyor.
Ezilmiş, zulme uğramışlar anlamına gelen Mustazaf 'ın anlamını (hakka uygun) olarak açarak cahilliklerini ortaya koyan bu çevre, devlet yandaşı olduğunu iddia ettiği Mustazaf Der'in devlet tarafından kapatıldığını da itiraf etmek zorunda kalıyor. Bunu yazarken de devletle işbirliği yapan bir derneğin, nasıl oluyor da yine devlet tarafından kapatılabileceğini sorgulama gereği bile duymuyor.
Mustazaf Der çevresinin başından bu yana sürekli PKK ve uzantılarının saldırılarına maruz kaldığı ve Yüksekova'da bir yöneticilerinin PKK'lilerce katledildiğini görmezden gelen PKK MEDYASI, bu çevrenin partileştikten sonra da şiddet eyleminde bulunduğunu iddia ediyor. Oysa kamuoyu da biliyor ki, legal çalışmalarda bulunan Mustazaf Der ve HÜDA PAR bir yana şiddetle suçlanan Hizbullah dahi 2001'den bu yana tek bir saldırıda bulunmuş değil.
Sürekli PKK saldırılarına maruz kalan bu camiaya yönelik saldırılar 6-8 Ekim olaylarında zirve yapmasına rağmen ne HÜDA PAR ne de onlara yakın STK'ların herhangi bir şiddet olayına bulaşmadığı biliniyor.
HÜDA PAR'a yüzlerce saldırı olurken HDP/BDP/DBP'ye tek saldırı olmadı
Yerel seçimler öncesinde birçok il ve ilçede seçim çalışması yapan HÜDA PAR üyelerinin yanı sıra HÜDA PAR teşkilat ve seçim bürolarına yapılan yüzlerce saldırıya rağmen BDP/HDP/DBP'ye yönelik herhangi bir saldırının olmaması, bir yönüyle şiddetin hangi taraftan geldiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla gerek PKK MEDYASI gerekse de PKK`nin siyasi ayağı HDP`nin her saldırı yaptıklarında HÜDA PAR`ı suçlamaları ve provokasyona dikkat çekmeleri ise hedef saptırmaktan ve saplandıkları çamurda patinaj yapmaktan başka da bir şey değildir.
PKK'liler tarafından benzeri bir saldırının yaşandığı Batman'da, nereden geldiği öğrenilemeyen bir kurşunla öldürülen Özcan Temel olayını da HÜDA PAR`ın üzerine yıkmaya çalışan ve o günlerde Batman`da dahi olmayan dindar bir şahsiyet olan V.G`nin üzerine yıkılmak istenen cinayet, bölgede yaşanan PKK ve Derin güçler arasındaki işbirliğini en açık şekliyle ortaya koymuştur.
Çevresi ve tanıyanları tarafından pek de muteber kabul edilmeyen ve PKK`nin iç infaz listesinde olan Özcan Temel, faili meçhul bir kurşunla öldürülmüş, olayı HÜDA PAR`ın üzerine yıkmaya çalışan PKK MEDYASI ve BDP yıllardır düşmanlık beslediği ve hatta ölümle tehdit ederek devletin ajanı olarak ilan ettiği Özcan Temel`in bir anda hamisi kesilmişti.
Yaşanan bu provokasyon girişimi sonucu Batman'da bile olmadığı kesinleşen HÜDA PAR üyesi V.G, PKK ve Batman Polisinin ayak oyunları ve ortaklıkları sonucu tutuklanmış, aylarca mahkemeye çıkarılmayan ve hatta çıkarılması engellenen V.G, çıkarıldığı ilk mahkemede ise serbest kalmıştı.
Burada dikkat çekici olan bir diğer nokta ise olaylarda provokasyonla ilgili olarak suçlanan dönemin emniyet müdürü, sonraki tarihlerde düzenlenen Paralel Yapı operasyonları kapsamında gözaltına alınmış, hakkında soruşturma başlatılmıştı.
Batman'da PKK-derin devlet işbirliğinde yaşanan komplonun detayları 11 Kasım 2013 İlke Haber Ajansı tarafından yapılan haberlerle ortaya konmuştu.
Söz konusu haberlerin linkleri:
http://93.89.239.50/~ilkecomtr/haber/batmandaki-provokasyonun-sifreleri-cozuluyor-1.html http://93.89.239.50/~ilkecomtr/haber/batmandaki-provokasyonun-sifreleri-2.html
Bir kez daha 6-8 Ekim katliamını sahiplendiler
HDP'nin sokağa inme çağrısıyla başlayan ve kamuoyuna Kobani eylemleri olarak lanse ettirilmeye çalışılan PKK saldırıları ve katliamlarını da sahiplenmekten geri durmayan PKK MEDYASI, üyeleri linç edilerek vahşice katledilen HÜDA PAR'ı ise peşinen suçlu olarak lanse edecek, yaşanan bir çok saldırılar ortada iken bunların bir provokasyon olduğu teranesini işlemeye devam edecekti.
Suriye'de Nusra Cephesiyle çatıştıklarında HÜDA PAR'ı Nusra'yı desteklemekle suçlayacak olan PKK ve uzantıları, bir süre sonra diğer muhaliflere karşı Nusra ile işbirliğine giderek bu sefer de HÜDA PAR'ı IŞİD'e destek vermekle suçlamaya başlayacak ve bunu da medyasında pişkince işlemeye devam edecektir.
IŞİD'in HÜDA PAR'ı tekfir ettiği ve HÜDA PAR'ın yaptığı açıklamalarda IŞİD'i desteklemediğini ve Suriyeli Kürtler başta olmak üzere mazlum halkın yanında olduğunu deklare etmesine rağmen bu söylemlerin PKK ve uzantıları ile PKK medyası tarafından dile getirilmemesi de gerçekleri nasıl çarpıttıklarını ve hakikatleri gizlemeye çalıştıklarını ortaya koyacak ve Kobani olayları üzerinden İslami yapılara olan düşmanlıklarını bir kez daha çok net olarak ortaya koyacaktı.
Katillerin yakalanmasını protesto ettiler
6-8 Ekim katliamında HDP/DBP sözcüleri olayların provokasyon olduğunu, saldırıların provokatörler tarafından gerçekleştirildiğini ve yaşananlardan üzüntü duyduklarını dile getirmelerine rağmen Kandil'den yapılan açıklamalarda sergilenen vahşet sahiplenilmiş, PKK ve uzantıları katillerin yakalanmasını protesto etmişti. HDP ise yakalanan katiller üzerinden olayı maniple ederek yakalananların Kürd çocuklar olduğunu ve devletin çocukları çeşitli bahanelerle cezaevine kapattığını söyleyerek bunun üzerinden gündem ve kamuoyu oluşturma gayretine girecekti.
Katliama tepki, işbirliği olarak gösterildi
PKK medyasının yaptığı haberde hükümet yetkililerinin yaşanan vahşet görüntülerine tepkilerini dile getirmesi ise, akıl almaz bir şekilde devlet-HÜDA PAR ve devlet-Hizbullah işbirliğine delil olarak sunuldu.
Her fırsatta devlet yetkilileri ile görüşmek için fırsatlar kollayan, MİT dahil olmak üzere devletin her kademesiyle görüşen HDP`nin tüm kamuoyunun gözleri önünde meydana gelen bu görüşmeler üzerinden HÜDA PAR için “devletle işbirliği yapıyor” yaftasıyla HÜDA PAR`ı yaşanan gerginliklerin merkezinde ve müsebbibi gibi gösteriyor olması ise bölgede oynanan ve kökü 90`lı yıllara dayanan kirli bir oyunun devamı olarak görülüyor.
Ayrıca, PKK çevrelerinin her olaydan sonra bu tür basına açık görüşmeleri gündeme getirmesi, PKK'nin bu görüşmeleri saldırılara gerekçe olarak kullandığını ortaya koyuyor. Yani ayrıca bir provokasyona gerek yok zaten bu görüşmelerden rahatsız olan PKK ve uzantıları, her görüşmenin ardından yeni bir saldırı başlatmak için bahanelerini bulmuş oluyor.
CMK değişikliğinden sadece Hizbullah yararlandı yalanı
Ocak 2011 tarihinde CMK'da yapılan ve tutukluluk üst sınırını 10 yıla indiren düzenlemeden de sadece Hizbullah üyelerinin yararlandırıldığı yalanını gerçekmiş gibi sunan PKK MEDYASI, değişiklikten yaklaşık bin kişinin yararlandığını ve bunlardan çoğunun da PKK tutuklularının olduğunu bir kez daha görmezden geldi.
Hatırlanacağı üzere dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, yeni düzenlemeyle tahliye olabilecek kişi sayısının 953 olduğunu açıklamıştı. Basında çıkan haberlere bakıldığında da, o günlerde serbest bırakılanlar arasında az da olsa çete üyeleri ve diğer sol örgüt tutukluları bulunurken serbest kalanların büyük çoğunluğunu PKK tutuklularının oluşturduğu görülüyor.
Serbest kalan yaklaşık bin tutuklu arasında serbest bırakılan Hizbullah tutuklusu sayısı 20`yigeçmediği halde değişiklik Hizbullah için yapılmış gibi gösterildi. Oysa işin aslı bunun tam tersini gösteriyordu. Söz konusu değişiklik 2004 TCK'nın değiştirilmesiyle eşzamanlı olarak yapılmış, fakat Hizbullah tutukluları bundan yararlanmasın diye 2011'e kadar yürürlüğe konulmamıştı.
Yapılan propaganda sonucu serbest bırakılan Hizbullah tutukluları hakkında kısa süre sonra yakalama kararı çıkartılmış, 80 bin sayfa olduğu ve 3 ayda okunamayacağı belirtilen dosya baskılar üzerine bir saat içinde karara bağlanarak onaylanmış adeta bir hukuk cinayetine imza atılmıştı. Tahliyeler üzerinden Hizbullah'a saldıran çevrelerin yaşanan bu hukuksuzluğu görmemesi ise Türkiye`deki İslam karşıtlığının ortaya çıkardığı yeni dostlukları göstermek için bir sebep oldu. Yıllarca PKK`ye terörist diyerek saldıranların bu gün onlarla aynı safta, aynı kelimeler üzerinde ittifak etmeleri yapılan düşmanlığı bir kez daha ortaya koymuş oluyor.
Yalanlanmış iddialara sarıldılar
PKK katliamlarını meşru göstermek için HÜDA PAR'ı suçlayıcı bir şey bulamayan PKK medyası, daha önce defalarca yalanlanan iddialara sarıldı. Söz konusu iddialar ortaya atıldığı günden bu yana iftiradan öteye gitmezken, Öcalan'ın derin güçlerle işbirliği yaptığı yayınlanan ses kayıtlarıyla ortaya konmuştu.
Bu gün Kürtlere “halk önderi!” olarak sunulan Öcalan'ın, yakalandıktan sonra sarf ettiği, "Benim de anam Türk, fırsat verilirse, devlete hizmete hazırım" demesinin yanı sıra basına yansıyan ve Öcalan`ın kendisinin bir taşeron olduğunu itiraf etmesi hafızalardaki tazeliğini korurken PKK'ye muhalif kesimlerin işbirlikçi olarak gösterilmesi de gerçeklerin nasıl tersyüz edildiğini göstermesi açısından iyi bir örnek olarak önümüzde duruyor. En nihayetinde dün Abdullah Öcalan`ı PKK`nin başına getirenlerin bu gün onu “Kürt Halk Önderi!” İlan etmesi garipsenecek bir durum değil. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen halkın gözlerinin içine baka baka bu gerçekleri yok sayarak hareket etmeleri ise en basit ifadeyle Kürd halkının aklını hafife almak olarak değerlendirilmelidir.
PKK çevreleri Öcalan'ın bu sözlerini işkence altında söylediğini iddia etse de Öcalan ilk duruşmasında, ”bana maddi ve manevi bir işkence yapılmamıştır” diyerek bu söylemleri yalanlamıştı.
Derinlerle iş tutan Öcalan'ın akıl hocalarının ise bir dönem Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük olduğu basına yansımıştı.
Bir gazeteye konuşan Öcalan'ın eski avukatı İrfan Dündar'ın, Öcalan ile Doğu Perinçek'in bir dönem, milletvekillerinin belirlenmesi için ortak liste oluşturmaya çalıştıklarını söylemişti. Öcalan'ın yakalanmasından sonra avukatların Perinçek'ten aldıkları notları Öcalan'a ilettiklerini ifade eden Dündar, Perinçek'in örgütün yönlendirilmesinde Öcalan'a yol gösterdiğini dile getirmişti.
PKK, Türk derin devletiyle işbirliğini aştı
Türk derin devletiyle iş tuttuğu yüzlerce delille kanıtlanan PKK, şimdilerde ise sınırları aşarak ABD ve diğer emperyalist güçlerle kol kola girdiğini gizleme gereği bile duymuyor. PKK yöneticileri bir adım daha ileri giderek MİT'le yürüttükleri görüşmelerde ABD'nin gözlemci olarak bulunmasını istedi.
Şimdi sormak lazım; Türkiye'deki derin güçler bir yana uluslararası aktörlerle her türlü komplonun içinde olan PKK ve uzantılarının başkalarını işbirlikçilikle suçlaması ne kadar gerçeği yansıtıyor.
Hizbullah'tan PKK'ye 'Hakikatleri Araştırma Komisyonu' çağrısı
Öcalan'ın benzer açıklamaları üzerine 11 Haziran 2011'de basın bürosu aracılığıyla açıklama yapan Hizbullah, JİTEM tarafından kullanılan bir taraf varsa onun da PKK olduğuna dikkat çeken bir açıklama yapmıştı. Çatışmaların
PKK tarafından başlatıldığı vurgulanan açıklamada, "Eğer Öcalan bu gerçeği bilmiyor veya kabul etmiyorsa, çokça dillendirdiği gibi bir 'hakikatleri araştırma komisyonu' oluştursun ve böylece gerçeği görsün." çağrısında bulunmuş ama PKK tarafından çağrıya bir cevap verilmemişti.
Her fırsatta Kürtler için ortaya çıktığı ve halk olduğu iddia edilen PKK'nin geçmişine bakıldığında ise Kürt halkına yönelik katliamlardan başka bir şey görülmüyor. İlk eyleminde köy basarak katliam yapan PKK, sonraki yıllarda da halka yönelik katliamları sürdürdü. Yollara mayın döşeyerek yüzlerce kişinin kanına giren PKK, kaçırdığı Kürtleri de işkencelerden geçirerek büyük vahşetlere imza atmıştı.
90'lı yıllarda Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde cami basarak camidekileri kurşuna dizen PKK, 6-8 Ekim saldırılarında kurban dağıtan gençleri vahşice katletmiş, Cizre'de yaşanan son olaylarda ise hamile bir kadını evde bulunun 2 çocuğuyla beraber yakmaya çalışmıştı.
Tüm bu gerçekler ortadayken PKK medyasının, sık sık gerçekliği olmayan iddiaları gündeme getirerek HÜDA PAR çevresini suçlaması içine düştükleri acziyeti de ortaya koyuyor.
Yalan ve İftira PKK`nin Kaderi mi?
PKK`nin silahlı mücadele seyrine bakıldığında, yalan ve iftirayı bir yönüyle “örgüt propagandası” olarak kullanırken, Hizbullah örneğinde de görüldüğü üzere diğer yönüyle de acziyetini örtme aracı olarak kullandığı anlaşılıyor.
Hizbullah`a saldırıp yok etmek istediği 1990`lı yıllarda Hizbullah karşısında düştüğü acziyet, yalan ve iftira konusunda PKK`yi adeta bir “marka” haline getirdi.
Muhalif görüp yok etmek istediği kesimlerin üzerine giderken hiçbir direnişle karşılaşmadan özellikle Kürt-Sol hareketleri kısa sürede tasfiye etmeyi başaran PKK, 1990`lı yıllarda Hizbullah`tan da aynı şekilde imha olmasını bekliyor ve umuyordu. Ancak Hizbullah`ın savunma pozisyonuna geçmesi PKK`yi hayal kırıklığına uğratırken, PKK`nin en iyi bildiği yalan ve iftira silahına yönelmesi ise uzun sürmedi.
PKK hep şunu alışkanlık edindi. Hedefine koyduğu kesimleri imha edince bunu kahramanlık türkülerine dökerken, tökezlemesini ise yalan ve iftiralarla kapatmaya çalıştı. Son olarak Cizre`de sergilediği vahşet girişiminden sonuç alamayan PKK`nin yalan ve iftiralara başvurması da bu alışkanlıklarının devamı niteliğinde.
Cizre`de uzun zamandır planlayıp sahneye koyduğu katliam planı başarısızlıkla sonuçlanınca koro halinde kendi yalanlarıyla dolu eski defterleri karıştırmaya başladılar. Dağ kadrosundan getirilen yüzlerce militan, ağır silahlar ve yerli çeteci unsurlarla meskun mahallere yaptıkları vahşi saldırı dalgası ortadayken komployu Bülent Arınç`ın geçen hafta HÜDA PAR`a yaptığı ziyarete bağlaması ve bunu devlet-HÜDA PAR işbirliği olarak ilan etmesi, 1990`lı yıllardan bu yana sermaye edindikleri yalanlarını kendi elleriyle boşa çıkarmaya yetmiştir.
Burada PKK, eylem türü olarak kısmen günün koşullarına ayak uydurmaya çabalarken zihinsel olarak hala kapalı toplum modelinin ürünü olan Soğuk Savaş psikolojisini üzerinden atamaması, vahşiliklerini eski usul propaganda yöntemleriyle temize çıkaracağına inanmaya devam etmesini sağlıyor.
Oysa haberleşme araçlarının ceplere kadar girdiği bir dönemde PKK hala eski usul yalancı yöntemlerle kendini aklamaya çalışmak adına herkesin iftira bildiği yöntem ve söylemlere yapışıp kalması, bu kez de başka tür saplantılarını ele veriyor.
PKK`nin Sorunu, TEKLİK Sendromu
PKK şu anda “TEKLİK” sendromunu iliklerine kadar yaşıyor. TEKLİK arzusu önündeki tek engel olarak da HÜD PAR camiasını görüyor. HÜDA PAR`a karşı bu denli vahşileşmesi ise saplandığı sendromun ne kadar kökleştiğini gösteriyor. Önce 6-8 Ekim vahşet kalkışması, şimdi de Cizre kalkışmasında yaptığı hazırlık ve elde etmek istediği hedef, açıkçası yaşadığı psikolojik durumu da ortaya koymaya yetiyor. Vahşi katliamlar için hedef yaptığı insanların kendi evlerinde kendi canlarını savunma çabalarını bu nedenle anlayamamakla kalmıyor, gerekçe üretmek adına hiç kimsenin itibar etmediği garip klişelere bağlanıyor.
Artık şu tespit PKK için herhalde zorunlu oluyor: Vahşi planlar ve saldırganlıklar sonrası bile yalan ve iftiralara sarılmaktan başka çare bulamıyorsa, vahşi girişimlerine rağmen bilin ki PKK kuyruğunu bir yerlere kıstırmıştır. Büyük şeyler planlamış, ancak hezimetin büyüğünü yaşamıştır. Kayıp verdireyim derken gizleyemeyecek oranda kayıpla karşılaşmıştır. Hem eleman kaybı, hem de prestij kaybı. Üstelik kıt imkânlarla kendi evlerinin içerisinde mecburiyetten yapılan meşru müdafaa karşısında. Tabi bu durumda PKK medyasının yeni yalanlar bulmasında daha mahir davranması gereken bir döneme girildiğinin de habercisi olacaktır.(İLKHA)