• DOLAR 34.54
  • EURO 35.999
  • ALTIN 3004.038
  • ...
Nur-i İman
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Kur`an-ı Kerim`de bazı ayetler ve anlatılan sahneler insanın çok fazla dikkatini çeker. Ben de her ne zaman Hadid Suresi`nde zikredilen, “Derken aralarına, kapısı bulunan bir sur çekilir. Onun iç tarafı ki onda rahmet vardır, dış tarafına gelince o cihetten azap vardır.” ayetine denk gelsem, bu ayet beni kendisine bağlar ve bu ayetin bulunduğu sayfayı geçmekte zorlanırım. Zira her defasında aynı tazelikle onunla karşılaşır, üzerinde düşünme ihtiyacı hissederim. Bâtını rahmet, zahiri zahmet bir yanı ikram diğer yanı azap, bir yanda hoşnutluk, öbür tarafta dehşet, bir yanda ödül öbür yanda ceza yani her yönden zıtlıklar ve çelişkiler aynı mekân içinde bir birinden bunca uzak ve farklı iki ayrı manzara, iki ayrı dünya.

Bu ayetin öncesi ve sonrası(siyak ve sibak)ına, ayrıca ilgili tefsirlerin bölümlerine bakıldığında açık bir kıyamet sahnesinden ve bu sahnedeki iki ayrı topluluktan söz edildiği görülüyor. Bir tarafın elinde yollarını aydınlatan, onları neticeye ulaştıran bir nur vardır. Diğer taraf bu nurdan mahrumdur. Ellerinde nur bulunanlar güven içinde yollarına devam ederken ve cennetlerle müjdelenirken diğer taraf onlara “bizi de bekleyin sizin nurunuzdan faydalanalım” diye sesleniyorlar onlara cevap olarak “arkanızı dönünde bir nur arayın” deniliyor. Yani siz samimi olsaydınız bu nuru dünyada elde etmiş iken ondan dönemezdiniz denilir.

Kur`an-ı Kerim`de münafık erkek ve kadınların haliyle, mümin erkek ve kadınların durumunu gözler önüne seren bu canlı tabloda benim en çok dikkatimi çeken mekâna yapılan vurgudur. Bir birinden kapılarla ayrılan bir mekânda bir birine bunca zıt ve uzak iki halin olması… Bilhassa “Beynehum bu surin lehu bab” ibaresi beni derinden etkiliyor. Defalarca aynı cümleyi bana tekrar ettiriyor. Belki de tasvir edilen mekân ile şu anda içinde bulunduğum mekânın yapı itibariyle benzer olması bu etkiyi yapıyordur. Zira iletilen mesajın muhatabının bulunduğu mekânın mesajın doğru ve etkili olarak olmasında büyük pay sahibi olduğu bir gerçektir. Cezaevi yapı itibariyle bir biri ardı sıra örülmüş duvarlar arasında kapıların bulunduğu bir mekândır. (Öyle ki üç kişilik bir odaya üst üste dört kapı açılır.)

Genel kanı olarak insanlar cezaevinin içinin azap dışının rahmet olduğunu düşünürler. Yüzeysel bakıldığında hiç de yanlış bir tespit olmadığı anlaşılıyor. Ne var ki bazen bazıları için cezaevi rahmet dışı ise azap olabiliyor. Örneğin suçu kendine alışkanlık haline getirmiş birçok maddeye müptela insan için cezaevi rahmet vesilesi olabiliyor. Zira çok az bir alakayla dışarıdaki hayatlarından dönen ve büyük bir aşkla ibadetlerine sarılan birçok mahpus tanıdım. Bu mekânlarda herkes az çok hayatının bir muhasebesini yapar. Bu durum kimileri için yeni bir hayat olurken kimisi eskiden daha kötü bir hal alır. Aynı mekânda iki ayrı dünya yaşanıyor demem. Bir tarafta yıllarca ne kadar adli suç varsa bulaşmış hem kendi hayatında hem de etrafındakilerin hayatlarında onarılamayacak hasarlarda bulunan ve neticede cezaevine girmiş bir suçlu. Hayatında hiçbir amacı olmayan, bulunduğu anı yaşamaktan başka bir fikri bulunmayan ve olduğunca serbest hiçbir kural tanımayan bir insan... Birden dört duvar arasına giriyor. Zaten örümcek yuvasından daha zayıf dünyası vardı, o da başına yıkılıyor. Böylesi bir insanın buralarda ne halde olduğunu görmek bir Müslüman olarak beni derinden sarstığını ifade edeyim. Bu haldeki biri sabah akşam avazı çıktığı kadar bağırıp çağırır etrafında ne varsa kırıp döküyor. Kendisini ve başkalarını jiletle doğrayıp duruyor… Bu gibi insanlar bir yanı rahmet olan duvarın azapla dolu diğer yanını hatırlatıyor.

Diğer yanda ise hasbelkader veya bazıların hışmına uğrayıp bir şekilde cezaevine girmiş olan birçok insanın bu mekânları nasıl rahmet ve bereket kokan yerlere çevirdiklerini görmek bahtiyarlığına da ulaştım. Sabah akşam ibadet edip zikir çeken ve uğradıkları haksızlıkları Rablerine şikâyet edenler, bir yanlışlık veya kazara yapılmış bir hatanın samimi tövbelerinin yapıldığı bir çilehaneye çevirirler. Bu mekânları yaşamlarının geri kalanında İslami bir hayatı nasıl yaşarım sorusuna bir uygulama alanı yaparlar.

Bilhassa İslami hassasiyetlerinden dolayı cezaevlerine doldurulmuş Yusufilerin buraları Yusuf-i Medrese`ye çevirmiş olmaları bir mekânın nasıl rahmete vesile olabileceğini göstermek açısından güzel bir örnektir. Yusufilerin çoğu burada Arapça başta olmak üzere dini eğitimlerini tamamlamış. Birçoğu cezaevinin imkânsızlıkları(kimi idarelerin inatçı yönetimleri)na rağmen bir iki üniversite bitirmiş, kimilerinin yüksek lisanslarını bitirip doktora yapacak duruma gelmesi birer rahmet örneğidir. En önemlisi bu mekânların insanı ilim, zihin ve ruh olgunluğuna ulaştırması büyük bir rahmet vesilesidir.

Musibet hiçbir zaman arzulanan bir şey değildir, geldiğinde Müslümana düşen nur-i iman ile o müribeti yüce hedeflere ulaşmak için bir basamak alayı illiyine yükselmek için bir miraç yapmaya çalışmasıdır. Selam ve dua ile.
 

Akan Ayçoban
Adana F Tipi Kapalı Cezaevi

Bu haberler de ilginizi çekebilir