• DOLAR 34.616
  • EURO 36.359
  • ALTIN 2918.273
  • ...
Dünden bugüne tesettür düşmanlığı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Dünden bugüne gerçekleşen ve tesettür düşmanlığının hedef alındığı bayrak yarışında, kendilerini Kürt ulusalcısı olarak niteleyen ama gerçekte misak-ı milli mefkûresini sahiplenen ve bunu açıkça dillendirmekten kaçınmayan PKK ve türevlerinin,  Kemalist elitlerden bayrağı devralmış olması gündemdeki yerini koruyor.

Geçtiğimiz ay Kürdistan`ın farklı bölgelerinde PKK/HDP ve ona yakın sivil toplum kuruluşları tarafından düzenlenen, 25 Kasım Dünya Kadına Karşı Şiddeti Önleme Günü etkinliklerinde; Allah`ın emri, İslam`ın şiarlarından olan tesettürü hicvedip, hakir görmek suretiyle başlattığı saldırının yankıları devam ediyor.

Söz ve Kalem Dergisi Aralık ayında çıkan 15`inci sayısında, gündemden düşmeyen ve hâlâ tartışılmaya devam eden “Tesettüre Saldırı”nın geçmişten bugüne varan zihin kodlarını kronolojik olarak, tarihsel bir perspektifle okurlarına sundu.

Kaleme alınan analizde, tesettür düşmanlığında başat aktör olan Kemalizm`in tarihsel süreç içerisindeki pratikleri anlatılarak,  bir anlamda bugünlere nasıl gelindiği ve tesettüre saldıran yeni muvazzafların geçmişteki aktörlerle özdeşleşen zihin kodları tespit edilmiş.

Biz de malûmu ilâm eden bu makaleyi okuyucularımıza sunuyoruz…

Ortak Payda: Örtü Düşmanlığı

Tarih boyunca küfür sistemleri, fikri alt yapısı her ne olursa olsun ‘örtü düşmanlığı` konusunda birleşmişlerdir. Bu cephe, örtüyü kendisi için en büyük tehdit olarak görmüş ve imha etmek için tüm imkânlarını kullanmıştır. Zira kadının örtüsü, tartışmasız olarak İslam`ın en önemli şiarlarından biridir. Ve kadın, örtüsüyle adeta insanlara Allah`ı haykırmakta, adım attığı her beldeye Allah`ın hükmünü ulaştırmaktadır. İffetsizlere iffet dersi vermekte, topluma hayâ eksenli enerji dağıtmaktadır.

“Çarşaf da, örtünme adına İslam`ın Müslüman bir bayandan istediği her şeyi karşıladığı için yüzyıllardır Müslüman bayanların tartışmasız üniforması olagelmiştir. Çarşaf, İslami asaletin ve aynı zamanda İslami zarafetin de zirve noktasıdır. Mükemmelce örtünen bu Müslüman bayanlar, yeryüzünde insanlara Allah`ı hatırlatan işaret levhalarıdır. Allah`ın yeryüzünde çizdiği çizgileridir, hürmetidir, haremidir. Allah`ın gözetilmesini istediği haddi hudududur!”

İşte bu sebeple küfür cephesi, örtüyü kendi varlığına en büyük düşman olarak görmüş ve toplumdan kaldırmak için bazen despot uygulamalara bazen de şeytani hile ve desiselere başvurmuştur. Yakın tarihimize bakalım…

Yıl 1916… Dönem, I. Dünya Savaşı… İslam topraklarının fiili olarak işgal altında olduğu ve parçalandığı bir dönem… Yer, 125 bine yakın mazlum insanın, kış kıyamette paltosuz, postalsız, gömlekle ve çarıkla zemheri tipinin ortasına sürüldüğü ve tek kurşun atmadan 90 bin şehidin verildiği Sarıkamış...Daha geniş haliyle Doğu cephesi…Basiretsizlik ve ihtiraslar uğruna yüzbinlerce can heder edilirken, bir yerlerde başka konular gündemdeydi. Konu, ne emperyalistler tarafından talan edilen İslam toprakları ne de Müslüman evladının canı, malı, ırzı… Daha mühim(!) bir mesele var, bizi muasır medeniyet seviyesine çıkaranların zihninde…

Atatürk`ün Doğu Cephesi`nde tuttuğu günlük hatıra defterinden, 22 Kasım 1916 tarihinde Bitlis`ten Silvan`a dönerken tuttuğu notu olduğu gibi aktarıyoruz:

“Kurmay başkanı ile kadınların örtünmesinin lağvı ve sosyal hayatımızın düzeltilmesi hakkında konuşma:

1) Muktedir ve hayatı bilen anneler yetiştirmek.

2) Kadınlara serbestisini vermek,

3) Kadınlarla beraber olmak, erkeklerin ahlakı, fikirleri, hissiyatı üzerinde etkendir.”

Evet, dört bir tarafta küfre karşı mücadele verilirken Atatürk`ün, Kurmay Başkanı İzzettin Çalışlar ile konuştuğu konu şudur: Kadınların örtülerinin lağvedilmesi(kaldırılması), onların özgürleştirilmesi(!) ve kadınlarla bir arada bulunmanın erkeklerin ahlakı, duygu ve düşünceleri üzerinde yapacağı olumlu etki... Hangisi daha kahredici? Cephenin bir tarafında, İttihatçıların basiretsizliği ve ihtirasları uğruna 90 bin mazlumun olduğu yerde soğuktan donarak ruhlarını Rablerine teslim etmeleri mi? Öbür tarafında savaşın orta yerinde kadının örtüsü üzerine yapılan hesaplar mı?

Yıl, 1918… Yer, Viyana yakınlarındaki Karlsbad şehri… Konu yine muasır medeniyet seviyesine yükselebilmek… Yapılması gereken ise Atatürk`ün Karlsbad`ta iken kaleme aldığı hatıralarında…

“Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım... Açılsınlar…”

İhtiraslar uğruna I. Dünya savaşına sokulan, her cephede dini ve namusu için cihad bayrağını kaldıran, yüz binlerce evladı heder edilen ve hala savaşın içerisinde olan bir İslam coğrafyası… Ve böylesi bir zamanda kadının örtüsüne karşı ‘cesur olalım` telkinleri…

Nitekim Kurtuluş savaşının daha ilk günlerinde Atatürk, hilafetin ve örtünmenin kaldırılacağını, kendisine en yakın isimlerden biri olan aynı zamanda Şeyh Said'i yargılayan İstiklal Mahkemesinin de başkanı olan Mazhar Müfit Kansu'ya söyler. Aralarında geçen konuşmayı Mazhar Müfit Kansu`nun hatıralarından aktarıyoruz:

-              Mazhar not defterin yanında mı?

-              Hayır paşam.

-              Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.

Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra: “Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya  bileceksiniz, şartım bu...”

Paşa'nın şartı kabul edildi. Bundan sonrasını olayın şahidi Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından dinliyoruz: “Öyleyse,önce tarih koy” dedi. Koydum: 7-8 Temmuz, 1919 sabaha karşı.

-              Pekâlâ, yaz diyerek devam etti.

-              Bir. Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır...

-              İki. Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.

-              Üç. Örtünme kalkacaktır.

-              Dört. Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.

Bu anda kalem elimden düşüverdi. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu. Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdum.

-              Neden duraksadın? dedi.

-              Darılma ama paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var, dedim.

   Güldü...

-              Bunu zaman gösterir, sen yaz dedi.

-              Beş. Latin harfleri kabul edilecektir.

-              Paşam yeter, yeter... dedim. Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile: “Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter!” diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam davranışı ile: “Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın…” diyerek yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.

O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını ve Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım...

Aradan yıllar geçmişti... Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa:

-              Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum'da örtünme kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti.

Demekle kalmadı, bir gün önemli bir ders daha verdi. Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu. Ankara'ya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu. Ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım!

Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Başkanı'nın başında da bir şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanına da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurdu. Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:

-              Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”

Atatürk'ün İstanbul'daki hayatını konu alan başka bir kaynakta ise örtünün kaldırılması düşüncelerini hayata geçirmeye çalıştığını görüyoruz…

“Atatürk coşkun alkışlarla karşılandığı bahçede kendisi için hazırlanan masaya oturmuştur. Atatürk`ü yakından görmek için kendilerini dans yerine atan çiftler neşe içinde dönerlerken başlarını alelâde bezlerle örtmüş olan bazı kadınlar Atatürk`ün dikkatini çekmiştir. Atatürk dans etmekte olan İhsan Bey isminde bir doktorun kızını çağırarak şöyle demiştir:

-              Hanımefendi, bu başörtünüzü çıkardığınız takdirde daha güzel olacağınızı tahmin ediyorum, isterseniz bir deneyiniz.

Genç kız, Atatürk`ün bu hitabı üzerine başındaki örtüyü çıkararak dansa devam etmiştir. Bundan memnun olan Atatürk birkaç dakika sonra aynı genç kızla dans etmiştir.

Atatürk başörtüsü ile dans eden öteki hanımlara da aynı tavsiyede bulunmuş, örtüleri çıkardıkları takdirde daha iyi olacaklarını söylemiştir. Bunun üzerine balodaki bütün kadınlar başörtülerini çıkarmışlardır.”

Denebilir ki “bu kadınlar açılmaya dünden razıymış, bir rica ile hemen açılıverdiler…” Ancak unutmayınız ki kıyafet inkılabı uğruna “gerekirse bazı kurbanlar da verelim” dendiği ve şapka için insanların asıldığı bir dönemde, böyle bir ‘rica`ya karşı çıkmak çok da kolay değildir.

Cumhuriyet döneminde örtüyü kaldırmaya yönelik girişimlere bakıldığı zaman şu detay görülecektir: Örtüyü kaldırma işi şapka kanununda olduğu gibi zorla değil, ikna yöntemi kullanılarak yapılmıştır. Lord Kinross`a göre M. Kemal burada “ihtiyatlı davranmak zorundaydı”, çünkü “Türkiye`de bir erkeğin başına şapka geçirmek başka, bir kadının peçesini yırtmak başka şeydi. Böyle bir değişiklik ne Takrir-i Sükûn Kanunlarıyla, ne de İstiklal Mahkemeleriyle elde edilebilirdi.”

Nitekim Atatürk'ün Batıcı Afgan Kralı Emanullah Han'a “Kadın kıyafeti işinde yavaş git”  şeklindeki öğüdü, bu görüşü desteklemektedir.

27 Ağustos 1923 tarihinde İnebolu'da yaptığı bir konuşmada çarşafla ilgili şöyle der: “Seyahatim sırasında köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Bilhassa bu sıcak mevsimde bu tarz kendileri için mutlaka ıstırap verici olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok namuslu ve dikkatli olduğumuzun icabıdır. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi aklı eren ve düşünen insanlardır. Onlara ahlakın kutsallığını telkin ettikten, millî ahlâkımızı anlattıktan ve onların zihnini nur ile temizlik ile donattıktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler (...) Arkadaşlar, özel olarak söylüyorum. Korkmayınız, bu gidiş zorunludur (...) İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca ulaşmak için gerekirse bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur (...) Medeniyetin coşkun seli karsısında direnmek boşunadır…”

Önce ikna, sonra ‘gerekirse bazı kurbanlar da verelim` tehdidi… Bu konuşmadan 3 gün sonra ise Kastamonu`da yaptığı başka bir konuşmada sözlerine biraz daha açıklık getirmiştir:

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın anlamı ve işareti nedir? Baylar uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum, milleti çok gülünç gösteren bir görüntüdür. Derhal düzeltilmesi gerekir…”

İkna ile başlayan süreç, Kastamonu konuşmasından sonra açıktan müdahaleye dönüştü. Konuyla ilgili olarak ilk girişim 15 Ocak 1924'te Eğitim Bakanlığı tarafından yapıldı, okullara gönderilen bir genelge ile kadın öğretmenlerin derslere peçe ile girmeleri yasaklandı.

Sonraki süreçlerde ise İçişleri Bakanlığı`ndan tüm valiliklere bir genelge gönderilerek, çarşaf ve peçe yasaklandı, direnenlere ise para cezası verildi. Evet, müslüman bir ülkede çarşaf giyenlere para cezası verildi. (İlgili kaynaklarda para cezası verilen birçok kişinin isimlerini de bulabilirsiniz)

Hazırlanan kanunlar ve despotça uygulamalarla çarşafı toplumdan tamamen söküp atamayan rejim, 23 Nisan 1937`de örtü ile mücadeleyi artık milli bir vazife addederek şöyle der:

“Medeni vasıflarla donatılmış bir milletin kadınlarında görülmesi asla yakışık almayan peçe ve çarşaflara ötede beride ara sıra rastlanılmaktadır (...) Türk medeni rejimi ise asla bu gibi çirkin ve alelacayip kıyafetlere taraftar değildir. Her vatandaş şunu iyice bilmelidir ki İnkılaba, rejime uymayanlar gericiliğe eğilimli ve bu çirkin arzu ve eğilim ile sakatlanmış kabul edileceklerdir. Medenî haklarını çok iyi kullanan erkeklerin eşlerinin, medenî hakkını da teslim etmeleri ve ona uymaya mecbur etmeleri, kendileri için Milli ve kanuni bir vazife ve borçtur!...”

Nerden nereye… Sırf Fransızlar Müslüman bir kadının örtüsüne, iffetine el uzattığı için cihad bayrağını yükselten Müslüman evlatlarına, Cumhuriyetçi kadrolar Fransızların yapamadığını yapmıştır. Örtü için başlatılan mücadele, örtüyü kaldırmak için verilen mücadeleye dönüşmüş hatta Milli vazife ve borç ilan edilmiştir.

Gelelim günümüze…

Örtünmeyi gericilik, soyunmayı ise muasır medeniyet ve ilericilik olarak gören zihniyetin kökeni tam olarak budur. Örtünmenin kadını köleleştirdiği, özgürlüğünü elinden aldığı gibi düşüncelerin temelinde Cumhuriyet döneminin bu gibi uygulamaları ve söylemleri vardır. PKK zihniyetinin geçtiğimiz günlerde Silopi`de yaptığı etkinlikte(!) çarşaflı kadınları elleri zincirli köle gibi göstermesi, bu şekilde okunmalıdır. PKK, Cumhuriyet döneminin kötü ve despot bir taklitçisidir. İslam`a ve mukaddesata dair ne varsa ortadan kaldırmak için Cumhuriyet döneminin birebir taklidini yapmaktadır. Yaklaşık bir asır evvel malum kadronun Müslüman halka yaptığını bugün PKK aynı yöntemlere başvurarak yapmaktadır. Önce ikna, ardından tehdit ve en nihayetinde yasak…

Bu haberler de ilginizi çekebilir