YANLIŞ POLiTiKALAR YANLIŞ SONUÇLAR
Çukurca - Yüksekova hattında PKKnin giriştiği son eylem sonucu çok sayıda askerin hayatını kaybetmesi, tüm Türkiyeyi yeniden bu meseleye kilitledi. PKK ile baş etme politikasında Amerika veya diğer Batılı ülkelerle başarısız işbirliği tecrübesini defalarca yaşamış olan Türkiye, bugüne kadar bundan fayda sağlamış değildir. Kürtlerin temel bazı haklarının iade edilmesini PKKye silah bıraktırma şartına indirgeyerek pazarlık emtiasına dönüştürmesi, her şeyden önce PKKnin elini kolunu olduğu kadar siyasi söylemini de güçlendirmiştir
M. İkbal Atak / Analiz
Son eylem sonucunda ölen asker sayısının fazla oluşu, olaylar karşısında nisbeten soğukkanlı davranmaya çalışan siyasi erkin de ağız tadını kaçırdı. İntikam ve bitirme mesajları, eskilerin söylemlerini akıllara getirse de bunun daha fazla operasyon, daha fazla çatışma anlamına geldiği ortada.
PKK cephesinde ise, geçen dönemlerde eylem taktiklerinin değiştiği, daha az elemanla daha risksiz eylem taktiğinin son saldırıyla beraber yine kalabalık gruplarla doksanlı yılları andıran eski eylem biçimlerine dönüldüğü bir süreci hatırlatmaktadır.
Türkiye’de siyasi çevrelerin ‘bitti bitecek’ dediği PKK’nın yeniden yankı uyandıracak eylemlilik içerisine girmesi üzerine farklı yorumlar yapılırken bir çok kişinin meseleye yaklaşımda yine topu taca atmak gibi kolaycı bir yol seçtiği gözlerden kaçmamaktadır. Kimisi yine olayın ardında Ergenekon faktörünü öne çıkarmayı tercih ederken, kimisi de “Terörün ardındaki ülkeler” gibi tarifi tam yapılmamış argümanlar tercih etmektedir.
Elbette PKK’yi daha fazla hareketlendiren hem iç hem de dış nedenler mevcuttur. Ancak içerde hükümetin uygulamalarından kaynaklanan bir takım anlaşılmaz politikaların payı da mevcuttur.
Nitekim Kürtlerin temel bazı haklarının iade edilmesini PKK’ye silah bıraktırma şartına indirgeyerek pazarlık emtiasına dönüştürmesi, her şeyden önce PKK’nin elini kolunu olduğu kadar siyasi söylemini de güçlendirmiştir.
Kaldı ki şu anda oluşan çatışmacı ortamda devletin bağımsız bir stratejisinden ziyade PKK’nin eylem taktiklerine göre yön belirlemesi, silahlı çatışma alanında da üstünlüğü PKK’ye kaptırdığını ortaya koymaktadır.
PKK’nin son saldırısının ifade ettiği anlam, bölgesel alanda yaşanan değişimler ve Türkiye’nin dış politikasında Amerikan stratejisine angaje olmasıyla beliren yeni durumdan kârlı çıktığı, önünün açıldığı, değişen dengelerin en ciddi kazananları arasında yer bulduğunu gösteriyor. Bölgesel denklemlerdeki sarsmaların ön açıcı olması, ister istemez PKK için ciddi bir moral ve özgüven kaynağına dönüşmüştür.
PKK ile baş etme politikasında Amerika veya diğer Batılı ülkelerle başarısız “işbirliği” tecrübesini defalarca yaşamış olan Türkiye, bugüne kadar bundan fayda sağlamış değildir. PKK meselesi çoktandır sınırları aşıp bölgesel, hatta uluslararası bir mesele haline geldiğine göre, Türkiye’nin PKK’yı alt edebilmesinin en önemli yolu da bölgesel ve uluslararası işbirliğinden geçmektedir. Kaldı ki PKK de bunun farkındadır.
Nitekim hükümetin, Batının tüm eleştirilerine rağmen Suriye ve İran ile geliştirdiği bölgesel ittifakın temel nedenlerinden birisi de her üç ülkenin arasında bulunan PKK ile mücadelede başarı sağlamaya yönelikti. Türkiye-İran-Suriye ittifakının en canlı olduğu dönemde PKK yetkililerinin bu ittifaka dönük değerlendirmeleri irdelendiğinde, aslında bunun ifade ettiği anlam daha da belirginleşmekteydi.
Ancak bir anda patlak veren Arap Baharının ABD ve müttefiklerince bölgesel bir dizayn politikasına indirgenme politikasına Türkiye’nin katılım sağlaması, hatta Suriye örneğinde olduğu gibi işi popülizme kadar vardırması, her ne kadar “Kahraman Türkiye” edasıyla karşılandıysa da Suriye ve İran’la oluşan ittifakın bu vesileyle parçalanmış olması, en başta PKK’nin önünün açılmasını beraberinde getirmiştir.
Halk ayaklanmalarının Suriye’ye sıçramasından sonra Türkiye’nin Suriye’ye karşı ABD-Suudi ittifakının agresif uzvuna dönüşmesi, Suriye’yi Türkiye’den uzaklaştırdığı gibi, bozulan ilişkileri fırsata dönüştüren PKK, bizzat Öcalan’ın direktifiyle buradaki PYD üzerinden Esad yönetimiyle temasa geçip belli bir anlaşma sağlamıştır. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye’nin tavrından dolayı Esad yönetiminin de bir karşı hamlesi şeklinde olmuştur.
Ancak asıl mesele, İttifakın İran ayağı idi. Türkiye ile İran’ın işbirliği, PKK’yi en fazla endişelendiren bir boyuta varmıştı. İstihbarat paylaşımının yanında Kandil’e ortak kara harekatı bile önemli seçenekler arasında yer almaktaydı. Ancak Suriye üzerinden başlayan ittifakın çatırdama sesleri bölgesel denklem bağlamında İran’ı da en az Suriye kadar ilgilendirmekteydi. Türkiye Suriye’ye karşı ABD argümanlarına angaje oldukça İran’ın rahatsızlığı da paralel bir şekilde artmaktaydı.
Bu esnada Kandil’deki PKK yöneticilerinin verdikleri mesajlar ise, tamamen İran’a zeytin dalı uzatmaktan hareketle oluşacak muhtemel bir İran-Türkiye çelişkisinden yararlanma temennisi üzerine kuruluydu.
Nitekim İran’ın Kandil bölgesine yönelen askeri harekatının oluşturduğu riski görmelerine rağmen PKK yöneticileri tehditkar bir dil kullanmak yerine her türlü şartlar altında ateşkese hazır oldukları mesajını İran tarafına iletmekteydiler.
Belli bir çatışma sürecinden sonra PJAK’ın İran topraklarını terk etmesi, İran’la ateşkesin kapısını da araladı. Elbette İran’ın ateşkese yanaşmış olması salt İran-PJAK bağlamındaki öneminden ibaret değildi. Türkiye’ye ortak kara harekatı teklifini dahi getiren İran’ın birden ateşkese yönelmesinin daha ziyade Suriye politikasındaki haşin tavrıyla alakalı olarak Türkiye’ye bir mesaj gönderdiği aşikardı.
Suriye, İran’ın Ortadoğu politikası açısından önemi hayati önemdeydi, hatta can damarıydı. Buna bir de “Füze kalkanı” projesi de eklenince Suriye’yi Türkiye eliyle ABD’ye yedirmeyeceği açıktı. Türkiye ile İran’ın bölge politikasında başlayan çelişki ve çekişmesi bir tarafa, PKK’nin de bu süreçten yararlanma imkanı bulmuş olması, bölgedeki sıkışmışlıktan kurtulması ve önünün açılması anlamına gelmekteydi.
Nitekim Karayılan’ın Türkiye-İran ittifakının bozulmasına yönelik değerlendirmesi, PKK’nin yeni süreçte önünün açılmasından duyulan mutluluğun çapını ortaya koymaktaydı.
Yayınlanan bir röportajında Karayılan şunları söylemekteydi:
“İran İslam Cumhuriyeti… Türk devletinin durumunu göz önüne aldı. Çünkü Türkiye’nin Suriye’ye karşı tavrı, füze kalkanı projesine karşı sergilediği tutum bu son iki ayda netleşti. Onun için İran bir yandan PJAK’ın direnişini, diğer yandan Türkiye’nin durumunu göz önüne alarak, ateşkesi kendi çıkarları açısından doğru gördü. Bu doğru bir yaklaşımdı. Biz de bundan memnunuz… Kürdistan özgürlük mücadelesi, bir kez daha pratikte onların konseptini etkisiz bırakmakta ve başarılı bir duruş ile politikayı sergilemiş bulunmaktadır. Artık bu konseptin ayaklarından birinin olmayacağı açıktır. Bu saatten sonra İran’ın yeniden böyle bir konsepte dahil olma durumu söz konusu olmayacaktır. Bu da çok önemlidir. Çünkü AKP, hareketimize karşı imhayı planlarken, en çok bu ayağa dayanmaktaydılar… ”
Karayılan, İran’la anlaşmayı her ne kadar “direnişin zaferiyle” birlikte anıyorsa da aslında Suriye politikası iki müttefiki ayırdığı gibi, Türkiye’ye karşı PKK’ye altın tepside bir fırsat doğurmuştu. Böylece bölgesel güçlerin yaşadıkları iç çelişkiler bir kez daha PKK’nin önünü açmış olmaktaydı.
İran’ın operasyonlarını adeta kudsama edasıyla manşetlere taşıyanların da PKK ile ateşkes kararından sonra, İran’a karşı psikolojik savaş açmaya başlamaları ve bunu Karayılan’ın tutuklanma haberi üzerine inşa etmeleri, bir yönüyle Amerika’nın yeni İran konsepti doğrultusunda kamuoyunu biçimlendirme amacı taşırken bir yönüyle de PKK’nin Türkiye’ye dönük eylemlerinde daha avantajlı konuma geçeceği öngörüsünün sonucu idi.
Amerikan öngörüsü uğruna Karayılan üzerinden İran’a yüklenenler, Suriye’ye olan ilgisinden dolayı İran’ı mezhepçilikle suçlamak suretiyle “fitneye yatırım yapmaları” elbette Obama yönetiminden alınacak birkaç predatörün oluşturacağı kurtarıcılık rolüne olan inancın dışavurumuydu.
Oysa Türkiye, İran’ın açıkça muhalefetine rağmen Suriye politikasında Amerikan tezlerinin olduğu yöne savrulmakla kalmamış, aynı zamanda İran’ı hedef alan füze kalkanı projesine de ev sahipliği yapmaktan çekinmemiştir.
Bölgesel ittifakı kendi elleriyle parçalayan Türkiye, bu vesileyle PKK eylemlerine daha fazla açık hale gelmişken, Suriye ve Karayılan haberleri üzerinden Amerika’yı memnun etme yarışındaki odakların “Terörle mücadele” konseptlerinde bekledikleri tek umut, “Ya rabbi! Şu çaresiz kullarına predatör nasip et!” duası olmalı herhalde.