• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Tasavvufumuzun Pirleri: Mevlana ve Gazali
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

 MEHMET GÜVEN ÖZER - DOĞRUHABER -

İLAHİ AŞKIN TERCÜMANI:  MEVLANA CELÂLEDDİN RUMÎ

Mevlana olarak nam yapan Celâleddin Muhammed, 30 Eylül 1207`de Horasan`ın Belh şehrinde (Bugünkü Afganistan`ın Mezar-ı Şerif denilen bölgesi) doğmuştur. Babası Bahaeddin Veled, kendi zamanında Sultanü`l-Ülema (Âlimlerin Sultanı) olarak kabul edilen mutasavvıflarındandı. 

Bahaeddin Veled, daha Mevlana bir çocukken kendi memleketini terk edip, batıya doğru göç/hicret etti. Hicretin nedeni hakkında değişik rivayetler varsa da esas amilin Moğolların saldırısı olduğu anlaşılıyor. Her ne kadar dönemin Harzemşah Sultanı veya felsefesini eleştirdiği ünlü âlimlerimizden Fahreddin Râzî`den kaynaklanan bir göç olduğu iddia edilse de, ailenin göçünden sonra gerçekleşen Moğol saldırısı, esas nedeni anlamamıza vesile oluyor.

Bahaeddin Veled, ilk önce Nişabur`da durdu. Oğlu Celaleddin`in ilk eğitimini kendisi vermekle beraber, müritleri olan Semerkandlı Lala ve Tırmizli Seyyid Burhaneddin, bu eğitime devam ettiler. Celaleddin çok güzel yetişiyor ve keskin zekâsı hemen kendisini belli ettiriyordu.

Mevlana`nın ailesi daha sonra Bağdat`a yöneldi. Fakat burada çok kısa bir süre kaldı. Kervan yönünü Mekke`ye çevirdi. Hac farizasından sonra göç kervanı esas kalacakları diyara doğru yöneldi. İlk etapta Erzincan`a varan aile, burada 4 yıl kaldıktan sonra Sivas, Kayseri, Niğde güzergâhını takiple, Karaman (Larende)`a vardı. Larende yöneticisi aile için bir medrese yaptırdı. Mevlana burada hem babasından hem de seyahate katılan diğer ulemadan ders almaya devam etti.  Hocası Şerafeddin Lala`nın kızı Gevher Hatun ile evlendi. Bu evliliğinden Sultan Veled ve Alâaddin Çelebi adlı çocukları burada doğdu. Bahaeddin Veled, dolayısıyla Mevlana Karaman`da yedi yıl kıldı.

O sırada Selçuklu tahtında oturan Alâeddin Keykubat,  Bahaeddin Veled`i Konya`ya davet etti. Konya`ya gelen aile, bugün İplikçi Camii denilen yerde bir süre kaldı. Babası, 1231 veya 1234 yılında Konya`da öldü. Babasının ölümünden sonra Burhaneddin Tırmizî`den tasavvufi anlamda destek aldı. Zahiri ilimleri öğrenmek için Halep`e gitti. Orada iki yıl kaldıktan sonra Şam`a gitti.

Şam`da iken, çok sonraları hayatını alt üst edecek bir kişi ile tanıştı. Esrarengiz olan bu zatın elini öperken, kendisi Mevlana`ya “Ey dünya sarrafı Mevlâna, beni anla!..” der. Çok sonraları Konya`da tanıştığı Şems-î Tebrizî`nin Şam`daki esrarengiz kişi olduğunu anlar. Konya`da, Alâeddin Tepesinin hemen aşağı kısmında ikinci kez tanışan ikili, dostlukları dillere destan olur.
Bu dostluk Mevlana`da müthiş inkişaflara neden oldu. Manevi duyguları coştukça coştu. Fakat Mevlana`nın eski çevresi bu dostluğu çekemedi ve ileri geri konuşmaya başladılar. Şems ile Mevlana arasında 16 ay devam eden sohbetlerden sonra 1246 yılında Şems-î Tebrizî Konya`dan ayrıldı. Esrarengiz adam esrarengiz bir şekilde kaybolmuştu. Bu ayrılık Mevlana`nın içini bir başka yakıyordu ki, ortaya Divan-ı Kebir gibi bir eser çıkardı.

Çok büyük uğraşlar sonucu Tebrizli`nin Şam`da olduğu anlaşıldı. Mevlana, oğlunu gönderdi ve Şems`i 1247 yılında tekrar Konya`ya getirtti. Ancak söylentiler durmadı. Şems bu yılın sonunda bazı kişiler tarafından katledildi. Bu durum Mevlana`da büyük bir üzüntüye neden oldu ve hayatında yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu.

Artık ömrünün geri kalan kısmını toplumu uyarmak ve şiirsel öğütlerde bulunmakla geçirdi. Ayrım yapmadan tüm insanlara sevgiyi aşılamaya çalıştı. 23 yıl süren bu dönem çok verimli geçmiş ve Mevlana`yı tüm dünyada sevgi ve hoşgörünün temsilciliğine yükselten Mesnevi adlı eseri, Hüsameddin Çelebi`nin de desteği ile oluştu. Çünkü Mevlana aşka gelip beyitler okudukça, Hüsameddin Çelebi kayda geçerdi. Bu şekilde Mesnevi oluştu.

Muinü`d-din Süleyman isimli Selçuklu Veziri, Mevlana`ya çok düşkündü. Mevlana`nın sohbetlerine katılıyor, sema ayinlerine dâhil oluyor ve etkinlikler düzenliyordu. Bu sohbetlerde Mevlana`nın yaptığı konuşmalar, Fihî Mâfih adlı eserin oluşmasına vesile oldu.

Bu şekilde bereketli bir ömür geçiren Mevlana, 17 Aralık 1273 günü (Şeb-î Arus) vefat etti. Cenazeye Müslim, gayrimüslim binlerce kişi katıldı.

TEFEKKÜR VE TASAVVUFUN KİLOMETRE TAŞLARINDAN İMAM GAZÂLÎ

İslam tasavvufu ve düşüncesinin önemli simalarından olan İmam Gazâlî`nin ümmet üzerindeki etkisi halen devam etmektedir. Çünkü hemen her kesin kitaplığında duran İhyâ`u Ulûmi`d-Dîn adlı eseri bu etkinin en büyük göstergesidir. İmam Gazâlî, 450/1058`de Horasan bölgesinin kültür merkezi olan Tus`ta dünyaya geldi. Gazâlî kelimesinin kaynağı hakkında iki ayrı görüş vardır:  Tus`a bağlı bir kasaba olan “Gazale”den hareketle memleket nispesi olan “Gazâlî” ve babasının iplikçilik (Gazza) mesleğini icrasından dolayı “Gazzalî” şeklinde yazılan nispe.  

Gazâlî`nin babası, ihtimalle 1065 yılında öldükten sonra kardeşi Ahmet ile birlikte yetim kaldı. Küçük yaşta Kur`an-ı Kerim okumakla ilmi hayatına başladı. Gazâlî, Cürcan`a gidip burada beş yıl tedrisat hayatına devam etti. Dönüşünde kitapları eşkıyalar tarafından gasp edildi. Eşkıyaların reisine yalvararak kitaplarını kurtarmaya çalıştı. Reisin, kendisine; “Demek ki bütün ilmin bu kitaplarda, biz de bunları aldığımıza göre ilmin kaybolacak.” demesi üzerine, rica minnetle aldığı eserleri ezberlemeye başladı.

Büyük Selçuklu Devletinde, vezirlik makamında bulunan Nizamü`l-Mülk, Nizamiye Medreseleri diye eğitim kurumlarını açmıştı. Gazâlî, Nişâbur`daki bu medreseye kaydoldu. Cüveynî`nin vefatı üzerine Nizamü`l-Mülk, Gazâlî`yi sarayına davet etti. Gazâlî`den çok etkilendi ve Vezir, onu Bağdat Nizamiye Medresesi`ne “Baş Müderris” olarak atadı.

Fakat İmam Gazalî içinde bir boşluk hissediyordu. Kendi zamanındaki ilmin dini olmaktan çıkmaya başlaması endişelenmesine sebep oldu. Gelmesi gereken makamın en üst tepesinde bulunduğu halde, içindeki boşluğu dolduracak manevi bir makam aramaya başladı.

Neticede tüm gerçeklerin tasavvufta olduğuna kanaat getirdi. Sonunda hicrete karar verdi. Tüm malvarlığını sattı. Ailesine yetecek kadar mal bırakıp Şam`a yerleşti. Emeviyye Camisi minaresinde inziva hayatı yaşamaya başladı. Günümüzde rektörlük sayılan makamdan vazgeçip, bir nevi hapis hayatı yaşıyordu. Tefekkürden müteşekkil bu halvet hali iki yıl sürdü. Cami`deki yalnızlık hayatının ardından ilk önce Kudüs`e, oradan da hac farizası için Mekke ve Medine`ye gitti.  

Ortalama 10 yıllık uzlet hayatından sonra Sultanın ricası ile Nişabur`daki Nizamiye Medresesinde yeniden göreve başladı. Üç yıl sonra Tus`a gitti. Burada medrese ve tekke karışımı, hem İslami ilimlere hem de gönül dostlarının bulunduğu sohbet ortamlarına dâhil oldu. İlim ve zühdün birbirini tamamlamasını sağlayan bu medrese ve tekkede bir süre kalan Gazâlî, birçok eser verdi.

Eserlerinin yanı sıra binlerce öğrenci yetiştiren Gazâlî, 18 Aralık 1111`de doğduğu yer olan bu kasabada vefat etti.

İmam Gazâlî, kendi döneminde büyük bir endişeye kapıldı ve İslam dünyasını etkisine alan felsefenin yerine dinî ilimlerin ihyası gerektiği hususu üzerinde durup, İhyâ`u Ulûmi`d-Dîn olarak adlandırılan meşhur eserini yazdı. Bu şekilde dinî ilimlerin ihyasına vesile olmak istedi.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir