Namazı huşu ile kılmak
Namaz müminin miracıdır. İnsanın nasıl maddi mertebeleri varsa manevi mertebeleri de vardır.
Feyzullah Zerey / doğruhaber
Göğe çıkan namaz
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:
“Kim güzelce abdest alır, rükûları ve secdeleri tam yaparak hûşu ile vaktinde namazını kılarsa, o namaz bembeyaz, parıl parıl bir şekilde göğe yükselir ve sahibine şöyle der:
“Sen beni nasıl geçirmedin, vaktinde kılarak korudun ise Allah da seni korusun.”
Kim ki güzel abdest almaz, rükûları ve secdelerini hûşu ile yapıp, vaktinde namazını eda etmezse, onun namazı da simsiyah zifiri karanlık halinde göğe çıkarak sahibine şöyle der:
“Sen beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin!”
Allah’ın dilediği zaman gelince bu tür namazlar, bir eski paçavra gibi dürülüp sarılarak sahibinin suratına çarpılır. (et-Terğip ve’t-Terhib, I, 339)
Namaz müminin miracıdır. İnsanın nasıl maddi mertebeleri varsa manevi mertebeleri de vardır. Allah’a olan sülukunda en önemli Burak’ı namazdır. Nefsin karanlık makamından fenafillah makamına kadar farklı makamları olan müminlerin kıldıkları namazdan aldıkları haz ve nasip farklı olur. Her namaz bir diğer namazdan farklıdır. Sureti aynı olsa bile ruhu, huzu ve huşusu farklıdır. İki kişi yan yana namaz kılar lakin her ikisinin namazının mertebesi farklı. Nice insanın namazı başının ucunu geçmezken, bazılarının ta arş-ı alaya çıkar.
Sahabelerden Ammar Bin Yasir (ra) ‘ın bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Öyle durumlar olur ki, kişi namazını bitirince defterine kıldığı namazın sadece onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kadar sevap yazılır.”(Darimi, Salat, 91)
Namazın zahiri edepleri olduğu gibi batıni edepleri de vardır. Namazın kıyamı, kıratı, ruku ve secdesini güzel yapmak gibi bu fiillerin manasını, mantığını kısaca manevi yönünü de güzel yapmak ve düşünmek gerek. Namazda kalbin huzuru bu manalara bakar.
Bir hadis-i şerifte: “Kişiye namazdan yazılacak ecir, kalp huzurundan başkası değildir.”(İhya)
Peygamber Efendimiz (sav) namaz vakti geldiğinde yüzü sararırmış ve kimin huzuruna çıktığının bilinciyle hareket ederdi. Hz. Ali (ra)’nin de namaz vakitlerinde farklı bir yüz haline büründüğü rivayet edilir. Ashab-ı kiram namazlarına çok dikkat ederlerdi. Ezanla beraber işlerini bırakıp mescide koşarlardı. Onlar için namaz her şeyden önde gelirdi. Kıldıkları namazı en son namazlarıymış gibi kılarlardı. İslam tarihinde nice yaralı insanlar yaralarının tedavisini namazlı oldukları anda yapılmasını istemişlerdir. Zira namazda iken öyle manevi bir hal alıyorlardı ki vücutlarındaki ağrıyı hissetmiyorlardı.
Resulullah (a.s) bir gün adamın birinin namaz kılarken sakalını elleriyle karıştırdığını gördü, buyurdu ki: Eğer bunun kalbinde hûşu olsaydı vücudunun her uzvunda hareketsizlik olurdu.
Abdullah Bin Ömer şöyle der: “Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah’ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi.”