İlgimizden Mahrum Büyütürsek İlgisiz Kalırız
Başkalarının çocuklarının neden hayırlı olduğunu ve kendi çocuklarımızın neden hayırsız olduğunu düşünüp, bu konuda tefekkür kapılarını açtık mı hiç?
Reyhan Güneş / Nisanur Dergisi
Çocuk sahibi olmak mutluluk vericidir; ancak çocuk yetiştirmek zahmettir… Kadın- erkek her insanın fıtratında vardır çocuk sahibi olma isteği. Meyvesiz ağaç misalidir çocuk sahibi olamayan insan… Verimsiz diye bakılır… Soyu-sopu devam edemeyeceğinden, halk nazarında zavallı bir nazara maruz kalır. “ölünce malı- mülkü yakın akrabalarına kalacak” diye, bir de söylentiler uçuşur kulaklarının etrafından… Her bir söz yıkar gider varsa dahi bir umut…
“Bir evladım olsa da…” diye bazen doğru bazen de yanlış temennilerde bulunur insanoğlu, çoğu zaman içinde bulunduğu o durumda… “Kısır” birçok bakışlar tedirgin eder bütün ömr-ü hayatını… Yuvanın eksikliği, ailenin çekirdek dahi olamayışı zehir gibi bir şerbet içirir, nice tatlı nimetler arasında bile… “Anne” diyen sıcak bir ses duymak için her şey feda edilmeye hazırdır oysa… “Ahh” diye başlayan bir iç çekişiyle beraber başlayan ve bir türlü sönmeyen yürek yangınları…
Evet, çocuk bir nimettir… Hem de hayatta kıyası hiçbir şeyle yapıl(a)mayan büyük bir nimet. Rabbi Zül-Celal kulları arasında kime dilerse verir bu büyük nimetten. “Emanet” diye, “mutluluk” diye… Hem içinde bulunulan zaman diliminde, hem de ahir de “saadet” olsun diye… Hem ayrıca “sınav” diye… “İmtihan” diye… Ahiret yurduna güzel bir yatırım olsun diye…
Peki, çocuk hem bu kadar özel iken, neden çoğu anneler için “işkence” mesabesinde bir zorluk teşkil ediyor? Neden Allah-u Teâlâ’nın verdiği bu güzel armağanlar birçoğumuzun gözünde azap oluyor? Hep “el-âlemin” çocuklarına neden övgü ile muhabbet beslerken, kendi çocuklarımız hayatımızın cehennem oluşuna sebep oluyor(!)? Başkalarının çocukları anne-babalarına layık evlatlar iken neden kendi çocuklarımız hak etmediğimiz cinsten oluyor(!)? Sorun çocuklarımız mı, yoksa biz miyiz? İyi olan başkalarının çocukları mı, yoksa başkaları mı?
Başkalarının çocuklarının neden hayırlı olduğunu ve kendi çocuklarımızın neden hayırsız olduğunu düşünüp, bu konuda tefekkür kapılarını açtık mı hiç?
Şüphesiz evladın hayırlı ya da hayırsız olmasında ebeveynin payı vardır. Doğurmak, emzirmek, daha iyi gelişsin diye zorla yemek yedirmekle “iyi bir anne” olunmuyor. Elini yıkamadan yemeğe oturdu diye azarlamakla, dağıttığı odayı toparlamadığı için şiddet içerikli cezalar vermekle “hayırlı evlat” sahibi olunmuyor. Bu davranışlar çocuğumuzla aramızdaki bağın kuvvetli, iletişimimizin daha sağlam olmasına her hangi bir katkı sağlamıyor maalesef…
“Çocuğumun iyi olmasını, onunla her halükarda iyi bir iletişim içerisinde olmayı istiyorum” diyorsak; işe, çocuklarımızı tanıyarak ve onların değerini bilerek başlamamız gerekmektedir… Yukarıda da belirttiğimiz gibi, onları bela-ceza olarak değil, Allah-u Teâlâ tarafından bize bahşedilen, paha biçilmez bir cevher olarak görelim… Sadece canları yandığında ya da hastalık kendilerine dokunduğunda değil, her zaman özel ilgi ve muamelede bulunalım…
Biz annelerin sıklıkla yaptığı yanlışlardan biridir, çocuğun bize açılan penceresini ellerimizle kapatmak… Çocuğumuz bizimle iletişim kurmak istediği zaman, aşamayacağı engeller kurma telaşımız da malum… Hele ki yanımızda bir-iki arkadaşımızla koyu bir muhabbete dalmış isek… Çocuk kendi aklından geçeni ya da bir ihtiyacını söylemek için sizin koyu sohbetinizin bitmesini beklemez. Tam da bu nokta da anneliğimizi “başkasıyla konuşurken sözümü bölme” şeklinde gösteriyorsak… “Ben sana büyükler konuşurken çocuklar araya girmez, demedim mi” diye bir de ayıplıyorsak… Bu da yetmezmiş gibi “defol, gözüm görmesin” diye onu hem bulunduğu ortamdan hem de ilgimizden kovuyorsak, ileride evladımızla aramızla iletişim kopukluğu yaşanacak demektir.
Unutmayalım, annelik aynı zamanda rehberliktir. Bütün hayatı boyunca bizi örnek alacak, bizim davranışlarımızla donanacak bireylerle muhatap olduğumuzu hatırdan çıkarmayalım… Attığımız her adım, söylediğimiz her bir kelime kalplerine attığımız tohum gibidir. Çocuklarımızın büyümesiyle o tohumlar da hareket halindedir… Filizlenir, fidan olur ve...
“Bir evladım olsa da…” diye bazen doğru bazen de yanlış temennilerde bulunur insanoğlu, çoğu zaman içinde bulunduğu o durumda… “Kısır” birçok bakışlar tedirgin eder bütün ömr-ü hayatını… Yuvanın eksikliği, ailenin çekirdek dahi olamayışı zehir gibi bir şerbet içirir, nice tatlı nimetler arasında bile… “Anne” diyen sıcak bir ses duymak için her şey feda edilmeye hazırdır oysa… “Ahh” diye başlayan bir iç çekişiyle beraber başlayan ve bir türlü sönmeyen yürek yangınları…
Evet, çocuk bir nimettir… Hem de hayatta kıyası hiçbir şeyle yapıl(a)mayan büyük bir nimet. Rabbi Zül-Celal kulları arasında kime dilerse verir bu büyük nimetten. “Emanet” diye, “mutluluk” diye… Hem içinde bulunulan zaman diliminde, hem de ahir de “saadet” olsun diye… Hem ayrıca “sınav” diye… “İmtihan” diye… Ahiret yurduna güzel bir yatırım olsun diye…
Peki, çocuk hem bu kadar özel iken, neden çoğu anneler için “işkence” mesabesinde bir zorluk teşkil ediyor? Neden Allah-u Teâlâ’nın verdiği bu güzel armağanlar birçoğumuzun gözünde azap oluyor? Hep “el-âlemin” çocuklarına neden övgü ile muhabbet beslerken, kendi çocuklarımız hayatımızın cehennem oluşuna sebep oluyor(!)? Başkalarının çocukları anne-babalarına layık evlatlar iken neden kendi çocuklarımız hak etmediğimiz cinsten oluyor(!)? Sorun çocuklarımız mı, yoksa biz miyiz? İyi olan başkalarının çocukları mı, yoksa başkaları mı?
Başkalarının çocuklarının neden hayırlı olduğunu ve kendi çocuklarımızın neden hayırsız olduğunu düşünüp, bu konuda tefekkür kapılarını açtık mı hiç?
Şüphesiz evladın hayırlı ya da hayırsız olmasında ebeveynin payı vardır. Doğurmak, emzirmek, daha iyi gelişsin diye zorla yemek yedirmekle “iyi bir anne” olunmuyor. Elini yıkamadan yemeğe oturdu diye azarlamakla, dağıttığı odayı toparlamadığı için şiddet içerikli cezalar vermekle “hayırlı evlat” sahibi olunmuyor. Bu davranışlar çocuğumuzla aramızdaki bağın kuvvetli, iletişimimizin daha sağlam olmasına her hangi bir katkı sağlamıyor maalesef…
“Çocuğumun iyi olmasını, onunla her halükarda iyi bir iletişim içerisinde olmayı istiyorum” diyorsak; işe, çocuklarımızı tanıyarak ve onların değerini bilerek başlamamız gerekmektedir… Yukarıda da belirttiğimiz gibi, onları bela-ceza olarak değil, Allah-u Teâlâ tarafından bize bahşedilen, paha biçilmez bir cevher olarak görelim… Sadece canları yandığında ya da hastalık kendilerine dokunduğunda değil, her zaman özel ilgi ve muamelede bulunalım…
Biz annelerin sıklıkla yaptığı yanlışlardan biridir, çocuğun bize açılan penceresini ellerimizle kapatmak… Çocuğumuz bizimle iletişim kurmak istediği zaman, aşamayacağı engeller kurma telaşımız da malum… Hele ki yanımızda bir-iki arkadaşımızla koyu bir muhabbete dalmış isek… Çocuk kendi aklından geçeni ya da bir ihtiyacını söylemek için sizin koyu sohbetinizin bitmesini beklemez. Tam da bu nokta da anneliğimizi “başkasıyla konuşurken sözümü bölme” şeklinde gösteriyorsak… “Ben sana büyükler konuşurken çocuklar araya girmez, demedim mi” diye bir de ayıplıyorsak… Bu da yetmezmiş gibi “defol, gözüm görmesin” diye onu hem bulunduğu ortamdan hem de ilgimizden kovuyorsak, ileride evladımızla aramızla iletişim kopukluğu yaşanacak demektir.
Unutmayalım, annelik aynı zamanda rehberliktir. Bütün hayatı boyunca bizi örnek alacak, bizim davranışlarımızla donanacak bireylerle muhatap olduğumuzu hatırdan çıkarmayalım… Attığımız her adım, söylediğimiz her bir kelime kalplerine attığımız tohum gibidir. Çocuklarımızın büyümesiyle o tohumlar da hareket halindedir… Filizlenir, fidan olur ve...