• DOLAR 34.579
  • EURO 36.358
  • ALTIN 2918.462
  • ...
“Rüku Edenlerle Birlikte Siz de Rüku Edin”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi
 
İslam’ın ilk günleri ile ilgili çekilen meşhur fotoğraflardan biri şu rivayettir:

Yahya bin Afif haber veriyor: “Ben, cahiliye döneminde bir gün Abbas bin Abdulmuttalib’in yanına indim. Ka’be’nin yanına bir adam geldi. Sonra bir çocuk onun sağında durdu. Bir kadın da onların arkasında…

Ben “Ey Abbas, bu garip bir iş…” dedim. Abbas “Evet garip bir iş… Sen, bu adamın kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. “O, kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah bin Abdulmuttalib’dir.” Bu çocuğun kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. “O, Ali bin Ebi Talib’dir. Kadının kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Hayır” dedim. “O yeğenimin hanımı Hatice binti Huveylid’dir. Bu adam (Hz. Resulullah) bana dedi ki, ‘Senin Rabbin yer ve göklerin Rabbidir’ ve Onun durumu, gördüğün gibidir. Allah’a yemin olsun ki bütün yeryüzünde bu üç kişiden başka bu dinin üzerinde olan birini bilmiyorum.” (Taberi’den naklen İbn-i Kesir)

İslam’ın daha ilk günlerinde “birlikte namaz” söz konusudur. Hz. Resulullah (S. A. V.), insanları İslam’a çağırırken onları doğrudan namaza da çağırmış oluyordu.

Namaz, bir şiardır; bir kimlik beyanıdır, cemaatle namaz ise kimlik beyanı olmasının yanında bir davettir, bir topluluğa katılma çağrısıdır.

Resulullah (S.A.V.) kendisinin ve ailesinin İslam’ını hiç gizlememiş; açığa vurmanın yol açacağı sıkıntıları daha ilk gün göğüslemeyi göze almış, namazını mübarek ailesi ile birlikte açıkça eda etmiş, Onun bu edası başlı başına bir davet olmuş, nitekim Hz. Ali (ra) Onu Hz. Hatice annemizle birlikte namaz kılarken görünce merak etmiş ve İslam olmuştur. Hz. Ali dışında da pek çok kişinin İslam olması yine Resulullah (S.A.V.)’in Ka’be’nin yanı başındaki namazına tanıklık etmeleri ile gerçekleşmiştir.

Rabbimiz Enfal Süresi’nde müminlerin sıfatlarını bildirirken buyuruyor: “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal 3,4)

Namaz kılmak gerçek bir mümin olmanın koşullarındandır. Hakkıyla iman eden namazını kılar. İslam’a girmek, her ne kadar Kelime-i Şehadet ile gerçekleşiyorsa kişinin bir Müslüman fert olarak muamele görmesi için sorgulamaların tamamı öncelikle namazla başlıyor. Şahit mi aranıyor, namaza bakılıyor; zekât mı verilecek, namaz kılıp kılmadığı ile ilgili bir soruşturma yapılıyor. Hatta kimi Şafii uleması nikâh kıyarken kişinin namaz kıldığından emin değilse ona önce beş vakit namaz kaza ettiriyor ve ondan namazı sürdürme sözü alıyor.

Bakara Süresi’nin başında yüce Rabbimiz muttakilerin sıfatlarını bildirirken gaybe imandan hemen sonra namaz kılmayı anıyor: “Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar...” (Bakara 2)

Gaybe iman kalbidir, namaz kılmak ise fiilidir. Fiil, hem kalpteki samimiyeti ifade eder hem de onu duyurma işlevi görür.

Mü’min, ihlası zedelenmesin diye kimi ibadetlerini saklar. Ama farz namazını saklamaz. Namaz, onun müminliğini duyurmasıdır, onun mü’minlik şahididir. Bu şahit, İslam yurdunda İslam toplumu içinde, hayatı onun için kolaylaştırırken İslam’ın baskı altında olduğu yurtlarda onun için bir imtihandır. Kişi ya şahidi ile birlikte yaşar ya da kendisini ondan saklar. Dünyada olduğu gibi mahşer gününde de, ilahi huzurda da şahitsiz kalır, mü’minliğini ispat sorunu yaşar.

İslam, hiçbir beşeri üretime benzemez. İslam, bir cemaat dinidir. Ama İslam’ın cemaat yönü sosyalizmin toplumculuk yönüne benzemez. Sosyalizm, ferdin özerkliğini tanımaz, ferdi öldürür, ferdi topluma feda eder toplumculuk iddiasıyla ferdin hakkını yok sayar.
İslam, ferdi tanır, ferdin özerkliğine değer verir. Ancak ferdi toplum içinde tarif eder. Allah’ın dininde fert “abdullah (Allah’ın kulu)” olarak vardır, muhteremdir, kendisine ait bir hukuku vardır, o hukuk yok sayılamaz. Ancak o kulun kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmesi ümmete, İslam cemaatine dâhil olmasıyla mümkündür.

İslam, dengeyi tutturmaktır. Ferdi korur ama onun kendisini cemaat içinde görmesini, onun gereklerine uymasını şart koşar.

Yüce Allah (cc) ayet-i kerimede emrediyor:

“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” (Bakara, 43)
Namaz kılmak yetmiyor; rükû edenlerle birlikte rükû etmek de gerekiyor. Bu açık bir emirdir.
Cemaatle namazdan kaçmanın iki ana sebebi vardır:

Birincisi, yükten kaçınma ve rahatlığa düşkünlükle ilgilidir. Özellikle İslam’ın baskı altında olduğu ortamlarda cemaatle namaz, kişiye imanına karşı yürütülen savaşın içinde yer alma yükü getirir. Kişi bundan kaçındığı için namazını tek başına kılmayı isteyebilir. İslam’ın baskı altında olmadığı ortamlarda ise cemaatin bulunduğu yere (camiye gitmek) ve cemaatin intizamına uymak kişiye ağır gelebilir.

İkincisi ise kişinin namazdan daha çok istifade etmeyi dilemesi ile ilgilidir. Kişi cemaatin intizamına uyunca namazı derinleşecek kadar uzatmama sorunu yaşadığını düşünebilir, alternatifi olmayınca da fert namazını kendisi için daha efdal zannedebilir.

Niyet farklı da olsa ikisi de ferdi cemaatten koparır. Onun namazını mü’minlerin namazından bağımsızlaştırır. O, namazda “Biz yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz” diye topluluk dilini kullansa da amelde topluluk içinde olma hâlinden uzak kalır.

Resulullah (S. A. V.), Mekke’de kişileri İslam’a çağırırken onlara “iman edin” demekle yetinmedi, onların “biz iman ettik” demelerini yeterli görmedi. Onların imanlarının gereği olarak kendi topluluğuna katılmasını istedi. Ona iman edenler, bir düzen içinde Dar’ul Erkâm gibi bir tür mescid edinilen evlere gelmek ya da Mekke dışındaki toplanmalara katılmak ve oradaki ibadetin içinde yerini almak durumundaydı.

Bu, bir yüktü. Ama kişiler bu yüke katlanmak zorundaydı. İmtihansız bir “fert imanı” ile topluluk içinde bulunma imanı arasında fark vardı. Kişi fert imanından topluluk içinde bulunma imanına doğru yol alıyordu.

Resulullah (S. A. V.), daha Medine yolunda iken ve Medine’ye ulaşır ulaşmaz mescid inşa etti, vakit içinde yetişebilenlerin cemaatle namaza katılmalarını emretti. Bu İslam âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre...
 
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir