• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...
`Kürtlerin tüm hak talepleri Şeriat eksenli olmuştur`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

 HÜDA PAR Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz, ‘514`ün Beşyüzüncü Yıldönümünde Türk-Kürt Siyasi İlişkileri ve Yeni Yüzyıl Çalıştayı’na katıldı.

Osmanlı ile İdris-i Bitlisi arasındaki 1514 antlaşmasının Türkler ve Kürtler açısından bir dönüm noktası olduğunu belirten Yavuz, bu antlaşma sonrası Kürdistan coğrafyasının 300 yılı aşkın bir süre barış ve huzur ikliminin etkisinde kaldığını söyledi.

Antlaşma sonrası elde edilen statü, vergi usulleri ve iç muhtariyet özellikleri göz önünde bulundurulduğunda günümüzün federatif sistemlerine benzediğini dile getiren Yavuz, “Kürt Dili ve Edebiyatının da bu süreçte en velud dönemini yaşadığı bilinmektedir. “Antlaşma, Kürtlerde hak hukuk taleplerinin cümlesi anlamına gelen "Şeriat" yani İslam Hukuku üzerine bina edilmiştir. Bir diğer ifadeyle bu huzur iklimin tesisi İslam`ın hakemliğiyle mümkün olmuştur.” dedi.

Kürtlerin İslamiyeti kabulünden sonra tüm hak taleplerinin Şeriat eksenli olduğuna dikkat çeken Yavuz, son 50 yıllık seküler-sol karakterli Kürt hareketlerinin aksi yöndeki çabalarına rağmen, en ufak bir anlaşmazlık için dahi "Emé herın Şerieté" (Şeriate gidelim) anlayışının Kürtler arasında tamamen oturduğunu söyledi.

Kürtlerle Türkler arasında İslam`ın hakem olmadığı hiçbir anlaşmanın başarı şansı yok
Yavuz konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu kadim gerçeklikten hareket ederek HÜDA PAR, Kürtlerle Türkler arasında İslam`ın hakem olmadığı hiçbir anlaşmanın başarı şansının olmayacağını, bu doğrultudaki iyi niyetli çabaların da palyatif çözümler olmaktan öteye gidemeyeceğini özellikle vurgulamaktadır. Bu tezimizi destekleyen çok güçlü karineler var:

Söz gelimi Osmanlı ile anlaşma sağlayan İdris-i Bitlisi bir Kürt alimidir. Ancak 18. yüzyılın başlarında ve sonrasında Osmanlı`ya baş kaldıran Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Abdusselam Barzani, Şeyh Said Efendi vb. zatlar da birer Kürt alimidir. Bu alim zatlar, Osmanlı Şeriate uyacağını taahüt edince Osmanlı ile anlaşmışlar, Şeriatten ayrılınca da baş kaldırmışlar.

Son 30 yıllık çatışmalı süreçte Kuzey Kürdistan`da seküler-sol PKK hareketinin her türlü ajitasyonuna, manipülasyonuna ve uluslararası güçlerin medya dahil her türlü desteğine rağmen, Kürt halkını bu anlayıştan koparıp dönüştürememiş, son birkaç yıldır açık alanlarda Peygamber Sevdalıları tarafından düzenlenen Kutlu Doğum Mitinglerine Müslüman Kürt halkı yüz binlerle katılım göstermiştir. Bu her iki hususun da çok iyi okunması gerektiği kanaatini taşıyoruz.

Osmanlı`nın 1800`lü yılların başlarında başlayan Batılılaşma serüveni imparatorluğu eşzamanlı olarak İslam`dan uzaklaştırmış, yeni yetme İttihatçı kafa yapısına sahip yöneticilerin din dışı uygulamaları Kürtlerin ayaklanmaları için yeterli bir sebep olmuştur.


1808`le Osmanlı`nın resmi politikası haline gelen Batılılaşma, 1908`de İttihatçı anlayışla iktidar olmuş, 1923`te ise rejim haline gelmiştir.”

Kürtler Batılılaşmanın bu her aşamasında çok ciddi hak kayıplarına uğramışlardır
Osmanlı`nın Batılılaşma serüvenin diğer kavimleri de etkilediğini ancak bunun Kürtler için tam bir "Milli Felaket" olduğunu vurgulayan Yavuz, “O açıdan bu dönemdeki her bir Kürt ayaklanması Osmanlı`yı bu anlaşmaya dönmeye yani Şeriat`a uymaya çağıran bir feryat bir nida hükmündedir.

Şeyh Abdusselam Barzani`nin birçok Kürt aşireti adına Osmanlı`ya gönderdiği telgraftaki şu talepler aslında meseleyi özetler niteliktedir:

1- İslam devlet dini olduğu için hukuk işleri ve adaletin Şer`i hükümlere uygun yönetilmesi.
2- Kadı ve müftülerin Şafii mezhebine mensup kişilerden seçilmesi.
3- Vergilerin Şeriat`a uygun konulması ve Şer`i hükümlerde bildirilen miktarlarla uyuşmayan veya miktarı aşan bütün vergilerin kaldırılması.
4- Kürt bölgelerinde Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi vs. 
Osmanlı`yı batılılaştıran küresel şeytani aklın son 30 yıldır Kürtleri de bu yönde değiştirmeye çalıştığı ve ancak bu yolla Kürtlerin statü elde edebileceğini kimi kulaklara fısıldadığı öteden beri biliniyor.

Bir başka ifadeyle Lozan`da halkının dini ve kültürel yapısını yok etmeyi taahhüt eden İttihatçı artığı kadroya bir toprak parçası lütfeden küresel aklın, bu taahhütte bulunduğu anlaşılan "Neo-Kürt İttihatçı bir kadro" ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekiyor.

Lozan`ı Kürtlerin hezimeti olarak gören bir zihniyetin, hezimet olacağı peşinen belli yeni bir Kürt Lozan`ı imzalama gayreti içinde olması gaflet değilse şayet tam bir ihanettir.” şeklinde konuştu.

New York dönüşü katliam talimatı tarihin tekerrürüdür
Yavuz, Lozan dönüşü Müslüman halkın dinine, Kuran`ına, ezanına, camisine ve medresesine savaş açarak on binlerce masum insanı katleden zihniyete öykünen Kürt versiyonların; New York dönüşü halkının dindar kurumlarına ve İslami yapılarına karşı benzer bir katliamın talimatını vermelerinin tarihin tekerrüründen ibaret olduğunu söyledi.

“6-7 Ekim, demokrat maskeli zihniyetin maskesinin düştüğü tarihtir”
6-7 Ekim 2014 tarihinin, ne idüğü belirsiz bir statü lutfuna karşılık halkını barbarca ve vahşice katleden demokrat maskeli zihniyetin maskesinin düştüğü tarih olduğunu belirten Yavuz, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Düne kadar emperyalist olarak nitelendirdikleri konsolos ünvanlı müstemleke komiserlerinin önünde iki büklüm olan zihniyeti çok iyi tanısak da tarihe, Hakk`a ve halkımıza karşı olan sorumluluk bilinciyle şu hatırlatmada bulunmak istiyoruz:

Emin olabilirsiniz ki 40 milyon Kürt`ün kanının bu küresel şeytanların nezdinde 1 varil petrol kadar değeri yoktur. Ayrıca bunlarla iş tutan Saddam, Mübarek, Kaddafi gibilerinin akıbetinin ne olduğunu da sanırım hatırlatmamıza gerek yoktur.

Kendi iç barışını sağlayamamış bir yapı ne devletle ne dünyayla kalıcı bir barış tesis edebilir
Kendileri dışında hiçbir yapıya hayat hakkı tanımayan tekçi despot yapıların Rojava olarak tabir edilen Güney Batı Kürdistanı ne hale getirdikleri göz önündedir.

Temennimiz, Temmuz 2014 Hewlér antlaşmasını bozan PYD`nin bütün tezlerinin iflası anlamına gelen Ekim 2014 Duhok antlaşmasına sadık kalması ve bu hususun Kuzey Kürdistan`da tekçi despot anlayışı ile komünler kurma rüyaları gören zihniyete ders ve örnek olmasıdır.

1514`deki barış ve huzur iklimi yeniden egemen kılınmak isteniyorsa sistem, ulus devlet ve jakoben laik-kemalist paradigmayı derhal terk etmeli ve İdris-i Bitlisi`yi muhatap kabul eden olgun devlet aklına bürünmelidir.

Muhatap kabul edeceği yapıların ise, iradelerini Türkiye üzerine kadim hesapları bulunan güç odaklarına ipotek ettirmediklerine dikkat etmelidir.”

Dindar Kürtlerin çözüm sürecine sundukları destek yeteri kadar anlaşılmadı
Yavuz konuşmasının devamında, “Bu cümleden olarak, gerek devlet aklının gerekse de Kürt politik çevrelerinin, Hizbullah Cemaati başta olmak üzere partimiz ve dindar Kürt çevrelerinin çözüm sürecine sundukları anlamlı ve değerli desteği yeteri kadar okuyamadıkları veya fark edemedikleri kanaatini taşıyorum.

Bu dindar yapılar, kendilerini yok etmek isteyen PKK`nin devlet tarafından muhatap alınmasına rağmen, sürece destek sunmalarındaki olgunluk ve akl-ı selimin akademik tezlere konu olmayı hak ettiğini düşünüyorum.

PKK sorunu ile Kürt meselesinin birbirine karıştırmaması gerekir
HÜDA PAR olarak silahların susması adına devletin sorunu çözmesi için PKK ile görüşmesine hep olumlu baktık. Ancak PKK ile Kürt sorununu birbirine karıştırmaması gerektiğini de mütemadiyen söyledik.

Kürtlere Allah tarafından verilen ve İttihatçı kafa yapısının gasp ettiği hiçbir hakkın pazarlık konusu yapılmaması gerektiğini sürekli hatırlattık.

Çözüm Sürecinin fiilen bittiği bu günlerde Hükümet, parti programımızda da belirttiğimiz gibi Kürtçenin ikinci resmi dil olması ve ana dilde eğitim başta olmak üzere mazlum Kürt halkının bütün meşru taleplerini hemen, şimdi kabul ettiğini açıklayarak çözüm sürecini asıl olarak daha yeni başlattığını ifade etmelidir. Bu durum, hükümeti ve arkasındaki kollektif aklı tarihe geçen kahramanlar yapacağı gibi, Rum Suresinin 22. ayeti kerimesinde ifade edilen hakikate uygun hareket edildiği için uhrevi vebalden de kendilerini kurtaracaktır.

Bir arada yaşama iradesinin zehri ulus devlet anlayışı, panzehirinin ise 1514`te pratize edilen İslam`ın hakemliği olduğu vurgusunun unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor, heyetinizi selamlıyorum.” diyerek sözlerine son verdi.    (İLKHA)

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir