İnsiyatif Artık Hizbullahta!
M. İkbal Atak, Kobani bahane edilerek başlatılan eylemleri ve ortaya çıkan yeni süreçte özellikle çözüm sürecinde Hizbullah`ın konumunu yazdı. işte o yazı...
Bir katliam provasıydı. Topyekün bir imha kalkışmasıydı. Kimin akıl verdiği, kimlerden direktif alındığı, senaryonun hangi düzenbazlara ait olduğu önemli ise de tetikçiliğin merkezinde HDPKK’nin olması önemliydi, ama sürpriz değildi.
Nitelik olarak belki bu denli bir öngörü yapılmamış olunsa da HDPKK cenahının eninde sonunda bölgenin İslami dinamiklerine yöneleceği gerçeği herkes tarafından kuvvetle öngörülmekteydi. Yediden yetmişe ortak kanaat buydu.
Oyun büyüktü, yönelim ciddiyetin de çok ötesindeydi. Bölgedeki İslami camialar, deyim yerindeyse Bedir’in de, Uhud’un da, Hendek’in de özetini 24 saat içerisinde yaşadılar. Ciğeri sökülüp çiğnenen Hz. Hamza’nın tarihten bugünlere sarkan acısı hala tazeliğini koruyorken türeme Hind’ler meğer çoğalmış, sadece ciğerini ısırarak değil, Hamza’yı, Hamzaları bir bütün olarak ısırmak, çiğnemek arzusunu günümüze kadar taşımışlardı.
İslami kurumların şahsında İslam’a yönelen bu denli kin ve düşmanlığın genetik kodlarını elbette çok iyi biliyoruz. Ancak bu kinin yeşererek palazlanmasının, bir intikam ateşine dönüşmesinin zemini, devletin-hükümetin “Süreç” koduyla peşkeş çektiği devasa imkanlardan beslenmiştir.
Tedhişçiler, katiller, saldırganlar, yağmacılar, hırsızlar, soyguncular, çapulcular, çakma Neronlar, çiğer çiğnemeye hasret kalmış Hind’lerin tümü “Süreç” denen zeminden palazlanıp İslami camiaların üzerine salınmışlardı. “Süreç”, beklenenin aksine zehir üreten bir fabrikasyona dönüşmüştü.
Herkes bilir; tüm olumsuzluklarına, uygulanan çifte standartlara rağmen başta Hizbullah olmak üzere tüm İslami camialar, akan kanlar dursun ümidiyle sürece destek sunmakla kalmamış, etken olmaları gereken birçok noktada edilgen konuma itilmeyi dahi sineye çekmişlerdi.
“Süreç” boyunca HDPKK tamamen tehdit ve şantaj yöntemleriyle mevzi kazanırken devletin kendisi bile sürekli ölüm sessizliğini içselleştirici bir tavır takınarak bugünlere gelmiştir.
Tüm tehdit, şantaj ve ölümlere varan lokal saldırılar karşısında Hizbullah ise her şeye rağmen oyun bozan taraf olmama adına, belki de bölge insanının huzuru adına bir çok olumsuzluğu sineye çekmiştir. Son yaşanan kalkışmaya kadar da “süreç” tamamen HDPKK’nın insiyatifine göre şekillenerek yürütülmüştür.
Ancak HDPKK’nın son kalkışması, süregelen “süreç” oyununu bozmuş, bu alanda keskin bir kırılmayı beraberinde getirmiştir. Yapılan kalkışmayla beraber yaşanan “süreç kırılması” bundan böyle ne HDPKK’nın şantajları, ne de devletin şantajlara karşı takındığı uyur gezer tavrıyla artık yürümeyeceği aşikârdır. İslami kesim için katil, barbar yetiştiren bir zemin üzerinden “süreç” denen tiyatronun bu şekilde yürümeyeceği ortaya çıkmıştır.
Yaşananlardan sonra bile HDPKK hala şantaj tekniklerine başvurarak bayat taktiğini sürdüreceğini düşünürken devlet erkinin yaşanan insanlık dışı hadiselere karşı çoğu zaman hala “müsteşrikçe” bir tutum takınma çabası artık çok da itibar edilebilecek bir durum değildir. Yaşanan hadiseler karşısında Hizbullah’ın süreç bağlamında “maslahat” değerlendirmelerine eskisi gibi başvurmayacağının ipuçları ortadadır ve bunu bir haftada yayınladığı iki bildiri ile ortaya koyduğu görülmektedir.
Bugüne kadar Hizbullah, tüm olumsuzluklara ve yapılan yanlışlara rağmen süreci gözettiği bir gerçektir. Ama bundan böyle kendisine katil yetiştiren bir tarzda bu sürecin sürmesine çok da seyirci kalmayacağını tahmin etmek hiç de güç değildir. Hizbullah, belki sürecin yanlış istikametine bugüne kadar yön veremedi.
Ancak kendine katil yetiştirecek bir “sürece” artık seyirci kalacağını beklemek zannedersem pek mümkün olmayacaktır. Zaten HDPKK içerisinde belli bir kesim, sürecin bozulması için bugüne kadar elinden gelen tüm çabaları sarf etti ve çoğu zaman da bunu Hizbullah üzerinden yapmaya çalıştı. Gelinen noktada hele ki son vahşi kalkışmadan sonra Hizbullah’ın saldırganlıkları sineye çekebilecek bir rezervinin kalmadığını herhalde en iyi Hizbullah’ın kendisi bilmektedir.
Her şeye rağmen devlet erki hala “çözüm sürecine” özel bir parantez açmakta, ayrı bir değer verdiğini özellikle vurgulamaktadır. Açıkçası usulüne göre ve yeni bir tarz, yeni bir anlayışla ele alınıp sürdürülecekse ne Hizbullah’ın ne de başka kimselerin her şeye rağmen “sürece” çomak sokacak tavırlar içerisine gireceğini tahmin etmiyorum. Ancak vahşi yetiştiren eski tarzla “süreç” sürdürülmeye çalışılacaksa, Hizbullah’ın artık bunu kendisi için bir hayat-memat meselesi gibi göreceğini herkes hesaba katmalıdır.
Açıkça söylemek gerekirse son yaşananlar itibariyle sürecin devamı ya da noktalanması konusunda top Hizbullah’tadır ve başta devlet erki olmak üzere “sürecin” tüm âşıkları bu gerçeğin farkına varmalıdır. Herkes şunu kabul etmelidir ki, şu anda Hizbullah, meşru savunma kapsamı dışında saldırılara aynı yöntemlerle karşılık vermesi durumunda, ki hakkıdır, ortada “süreç” diye oynanan tiyatrodan eser kalmayacaktır.
HDPKK “süreci” ne kadar önemser orası tartışılır, ama “süreci” çokça önemsediği görülen devlet erki, bu ciddiyetin farkına varmalı, mecbur kalırsa şayet Hizbullah’ın sürece sokacağı çomağın etkisinin nerede ne şekilde hissedileceği dikkate alınmalıdır.
Müslüman Kürt halkı HDPKK’nın marabası değildir. Oysa “süreç” üzerinden devlet erkinin takındığı tavır, Kürt halkına resmen “HDPKK’nın marabası” muamelesine dönüşmüştür. Bu, artık kabul edilebilecek bir durum değildir.
Daha açık ve anlaşılır bir şekilde ifade edecek olursak; inisiyatif artık Hizbullah’tadır ve bundan sonra “süreç” üzerinden geliştirilecek yöntemler konusunda tüm taraflar, başta Hizbullah olmak üzere tüm İslami camiaların hassasiyetlerini dikkate almak zorundadır.
Yürüyecekse “süreç” ancak bu şekilde yürüyecektir. Aksi halde “sürecin canı cehenneme” demeye ramak kalmıştır.