Hapishane ve hastane
Karanlık zindan dehlizlerinde mahpus bulunan insanların sık sık arasında mekik dokuduğu iki kasvetli mekân...
Kimisi fizyolojk, biyolojik hastalığından dolayı, kimisi de hapishanenin neden olduğu psikolojik rahatsızlığından dolayı hapishaneden hastaneye yol alıp durur.
Bir çiledir çekilen ve bir psikolojik işkencedir yaşatılan…
Zorba tağutların ve işbirlikçi tiranların ülke saflarının dört bir yanına inşa ettiği zindanlar, bağrında binlerce, on binlerce, yüzbinlerce yiğidi fiziksel ve ruhsal olarak çökertmiştir.
Nadirattandır… Kendisi tek başına işkence hane olan kuş kafesi mesabesinde ki ring adı verilen cezaevi aracıyla hapishanelerden hastanelere yol alan çilekeş insanların hem ruhi olarak hem de fiziki olarak şifa bulması gerçekten nadirattandır.
Seküler psikolojinin dindışı önerdiği çözümler çözümden başka ve işleri sarpa sarmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Hapishaneler psikolojisi bozulmuş onlarca insanla dolu…
Yaşadıkları bir boşluktur bu insanların; ruhi bir boşluk…
Her biri şimdi uyuşturucu ihtiva eden psikolojik hapların pençesinde kıvranıp duruyor. Bitmişler, tükenmişler, zayıflar, çelimsizler, bıkmışlar, usanmışlar ve hayatları kararmış.
Burunlarının ucundaki İslam’a yakın ama aynı zamanda ondan uzaktalar, işte bu yüzden karanlığın, koyu zulmetine mahkûmlar.
Fiziksel ve biyolojik hastalıklara müptela olanlar ise namuslu ve onurlu ve de ilke sahibi doktorlara denk gelmeseler şayet, onlar da mütemadiyen bir gelgit halindeler. Bir mekik dokurlar sık sık zindan ve bir adı da zindan olan hastane arasında.
Her zaman bir umutla gidiyoruz hastanelere şafi olan Allah’a ısmarlıyoruz kendimizi. “Ya Şafi” bu kez insaflı ve ilkeli bir doktorla karşılaşalım” duası kalbimizden lisanımıza akıyor.
İşte yine bir yolculuktayız… Yine bir mekik dokuyoruz gergef gergef… İçinde iki küçük kutucuk bulunan ring aracının ilk kutusunda ben, Emin abi ve Mehmet abi var. Emin abi 10 senedir (şimdi 14 sene oldu)
İkisi de ulvi bir davadan; Aziz İslam davasını omuzladıkları için dönemin tağuti sistemin zorba tiranları tarafından tutuklanıp zindana konulmuşlar. Aziz İslam dinine gönül verdikleri ve imanın kor bir ateş misali olduğu bir dönemde elleri yanma pahasına maşasız imanı tuttukları için, hiç mi hiç pişman değiller zerre kadar pişmanlık emaresi yok.
Yüzleri ışıl ışıl parlayan bu insanların pak yaşantısını göz önüne getirdiğimde bazen kendimi tutamayıp onlar için diyorum ki (şayet Resulullah (s.a.v) bu asırda ve bu dönemde gelmiş olsaydı muhtemelen bu insanlar onun güzide ashabından olurdu.
Kimisine Ebubekir, kimisine Ömer, kimisine Osman, kimisine Ali, kimisine Ebu Dücane ve ila ahir... Denilecekti belki.
(Radiyallahu anhum ve Rıdvanullahi Teala aleyhim ecmain) okuyucudan istirhamıdır bu sözlerimi çok görmesinler, mübalağa demesinler. Allah’a yemin olsun ki siz benim gördüklerimi görmüş olsaydınız az der çok söylememi isterdiniz. Ama siz görmediniz.
Emin Abi’yle konuşuyoruz… İslami ilimler üzerine, Risale-i Nur’u okuyup anlamada takip edilmesi gereken yöntemden bahsediyor biraz.
Daha önce asude serinliğiyle meşhur ovalık bir köyde imamlık yapmış olan Mehmet Abi ise ihlasın ehemmiyetinden bahsederek şu hadisi okuyor. (İnsanlar helak oldu ancak âlimler müstesna. Âlimler helak oldu ancak amel edenler müstesna.
Âlimler de helak oldu ancak ihlaslı olanlar müstesna. İhlas sahipleri ise büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.)
Çok müthiş ve çok tesirli bir hadis-i şerif…
Yol boyu bu minvalde sohbet ediyoruz. Böylece ringin acımasızlığına meydan okuyoruz.
Ringin içerisinde yalnız değiliz. Ringin ikinci kutusunda ise PKK’li mahkûmlar var. Onlar da çok sufli bir davadan şiddet eksenli bir metotla sosyalizmi Kürdistan’da hâkim kılmak için mücadele etmeleri nedeniyle zindandalar. Bizimle konuştuklarında sosyalizm için mücadele ettiklerini inkâr etmiyorlar. Davalarını inkâr etmeyip Kürt sorunu şemsiyesine sığınmayan PKK’lilerle çok güzel diyaloglar geliştiriyoruz. Karşılıklı konuşabiliyoruz. Fakat diğerleriyle bu mümkün olmuyor. Hatta onlara dinden az biraz söz ettiğimizde öfkeleniyorlar, köpürüyorlar. (Mutu biğayzikum)
Onlarla hastanede karşılaşıyoruz. Hastane koridorunda aynı bankta oturma imkânımız oluyor. Emin Abi onlara hangi davadan hapiste olduklarını sorduktan sonra gururla kendisinin de hangi davadan zindanda olduğunu söylüyor.
PKK’ci olduklarını söylediklerinde Emin Abi, zayıf ve uzun boylu olanına soruyor:
-Allah’a inanıyor musun?
Sorulan soru beni biraz şaşırtsa da konuşmanın bu eksende olacak olması sevinmem neden oluyor. Çünkü PKK’lilerle siyasi konularda konuşmak zaman israfına neden olmaktan ve boşa kürek sallamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Zira öğretilmiş bir tarihin kurbanı olan bu insanların siyasi düşünceleri Apovari söylemin dışına çıkmıyor.
(Neolotik dönem, kominal yaşam, Sümerler ve böyle buyurdu Apo…)
Tüm bildikleri bunlar, sıkılıyoruz bu yüzden ve bir türlü alışamadık bu saçmalıklara…
PKK’li arkadaş Emin Abi’nin sorusuna – “Kaos yoksa ihtilal muhal” düşüncesine sahip değilmiş ve yıllarca İslam’a ve müntesiplerine düşmanlık yapmamış gibi demokratça cevap veriyor:
-Bendeniz dört kutsal kitabı ve diğer dini kaynakları okudum ve dinlere de çok saygım var.
Cevap şaşırtıcı ve bir o kadar da gülünç.
Her defasında PKK’lilerin sorulan dini sorulara bu minvalde cevap vermelerini anlamakta gerçekten çok zorluk çekiyoruz.
Size bilginizin seviyesi ve dinlere bakış açınızı hiçbir zaman sormadık ki… Çünkü onları az çok değil çok ama çok iyi biliyoruz. Biz sizin sorulan bir başka soruya verdiğiniz (Hz. İbrahim de şafiiydi) cevabınızdan bilginizin seviyesini ve Susa’da camide Allah’a kulluk etmekten başka hiçbir gayeleri olmayan musalli Müslümanları katletmenizden de İslam’a olan saygınızın ne derecede olduğunu çözeli yıllar oldu. Fakat zaten onlara göre bunları yapmak saygı kavramı kapsamında değerlendirmeye tabi tutulur.
Emin abi tekrar soruyor ama yine aynı minvalde cevap alıyor. Bunun üzerine sanki PKK’li inanmıyorum gibi imandan bahsetmeye başlıyor. Belli olmaz ki hidayet Allah’tandır. Tohum toprağa atılır ama yeşeremediğinde suç tohumu atanda değildir, topraktadır. Gerçi tohumu atanda atmayı bilmelidir. İşte o zaman seza olan toprağın utanmasıdır.
O anda Emin Abi’nin ismi okunuyor. Bitmesi lazım. Konuşma sona erdiğinde Mehmet abi devreye giriyor. O da biraz siyasi mevzulara değiniyor. Kutlu doğumdan, kardeşlikten bahsettikten sonra barış ve özgürlüğü İslami çerçevede anlatıyor.
Sohbet git gide koyulaşıyor. Konuşabilmek sanattır. Anlatabilmek hele ki dinletebilmek tam bir sanattır. Bu arada, başından beri bir şey dikkatimi çekmişti.
Emin Abi’yi dikkatle ve merakla dinleyen PKK’linin aksine biraz ötede oturan bir diğer PKK’li göz ucuyla ara ara bize bakıp hakaret amaçlı ikide bir sırtını dönüyordu. Bizi küçümsediğini göstermeyi amaçlıyordu herhalde. Fakat ne ahmakça bir tavırdı bu. Tabi biz onun bu durumunu bilgi ve kültürünün olmamasına yorduk. Böylece “Cehalet alavvezni rezalet” sözü de yerini buldu.
Neyse… Sonunda ayrılık vakti geldi: Garip cevaplarına rağmen bizi saygıyla dinleyen PKK’li “tanıştığımıza memnun oldum” dediğinde sıcak bir üslupla “inşallah bir daha karşılaşırız” diyerek onu uğurladık. Diğer PKK’li cezi rezalet olan bir beyitle gitti…
Emin Abiye ameliyat için gün verdi doktorlar, Mehmet Abiye de ilaç verildi. Beni de boşuna getirmişler. Geçen defaki sevkimin düşümü yapılmamış. Yani üç saatlik yolu boşuna yaptım. Dönüş de üç saat etti altı. Böylece bir mekik daha dokuduk.
HÜSEYİN GÜNDÜZ