Kutsi Bir Mesajın Habercileri - 3
Şöyle bir tarihi tahlil ettiğimizde hiçbir peygamber, tebliğden önce eline baltayı alıp putları kırmamıştır. Önce tebliğ edip insanların gönüllerine iman tohumlarını ekmişler sonra putları yıkmışlardır.
Esma Akbalık / Nisanur Dergisi
Davetçi, tartışmadan-münakaşadan kaçınmaya çalışmalı; tebliğ vazifesini bir boks maçına çevirmemelidir! Bazen çaba göstermemize rağmen münakaşa alanlarına davetiye alabiliriz. Bu gibi durumlarda bize yakışır şekilde inisiyatifimizi koruyarak ağırlığımızı ve olgunluğumuzu elden bırakmamak lazım.
Tebliğ ederken münakaşaya girmeden yumuşak ve mülayim olmalıyız. En uygun yeri ve ortamı kollamalıyız. Muhatabımızın en zayıf noktasını yakalayıp onun kalbine oradan girmeliyiz.
En son söylenecek sözü en başta söylememeliyiz! En son yıkacağımız put, muhatabımızın nefis putu olmalıdır. Zira kişinin nefsini ağır söz ve ithamlarla eleştirirsek onu kazanmadan kaybedebiliriz. Bu nedenle öncelikle muhatabımızın nefsine okşayıcı sözlerle hitap edip onun gönlünde taht kurmalıyız. Eğer muhatabımızın gönlüne girmeyi başarırsak onu fethetmek kolay olacaktır -bi iznillah-.
Her sarayın açık bir kapısı olduğu gibi, her gönlün de muhakkak açık bir kapısı vardır. Eğer bizler bu kapıyı çalmadan kapıyı kırarak içeri girersek beklide cezalandırılıp o gönül sarayından ebediyen uzaklaştırılırız. Hakeza o gönül sarayının sahibine saygı ve hürmetle davranırsak, muhakkak o sarayın sahibi kapılarını ardına kadar bizim için açacaktır. Ama şunu da unutmamak gerek bazı saray sahipleri çok katı olabilirler. Bu nedenle böyle durumlarda bu saray kapısını hemen terk etmek yerine ısrarla o sarayın kapısını çalmamız lazım. Çünkü ısrarın, tekrarın ve kontrolün önemi çok büyüktür. Reklamın etkisi birazda tekrardan kaynaklanmaktadır.
Tebliğ ederken baştan savma basit sözlerden kaçınmamız lazım! En tesirli söz ve en etkili üslubu seçerek muhatabımıza sunmamız yerinde olacaktır.
Davet noktasında korkutmaktan ziyade müjdelemeliyiz. Akla hitap edildiği gibi, hatta ondan daha da çok duygulara ve gönle de hitap etmesini bilmeliyiz. Etkili kıssa ve mesel, hikmet ve mevzuları gerektiği oranda anlatmasını bilmeliyiz.
Tüm bunlarla beraber davetçi sağlam iman ve geniş ilim sahibi olmalı. Yaşam tarzı, insanların yanlışlarını içinde görebilecek bir ayna gibi olmalı. Öyle ki, insanlar bu temiz ahlak aynamız vesilesiyle dağınık hallerini düzeltebilsinler.
Tebliğci sevecen ve cana yakın olmalıdır! Zira sevilmeyen bir insanın tebliği fayda vermez. Sabır, azim, şefkat ve merhamet sahibi olmalıdır tebliğci. “Dava arkadaşı” kazanma gayreti içinde, zorluklara göğüs geren, fedakâr ve sevecen tavırlar sergilemelidir. Tevazu sahibi ve olgun şahsiyetli kardeşler tebliğde daha çok mesafe kat edebiliyorlar.
Tebliğci her haliyle örnek olduğu gibi, giyim ve kuşamında da örnek bir şahsiyete sahip olmalıdır! Yani sözleri ile eylemleri çelişkili olmamalı. Özü ve sözü bir olmalıdır; aksi halde yıllarca anlatsa dahi etkileyici olamaz. Çünkü her zaman hal ile olan tebliğ, kal/dil ile olan tebliğden daha etkileyici olmuştur ve böyle olmaya da devam edecektir.
Yine şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ümmetin, üzerinde ihtilaf ettiği şeyleri tebliğ etmek, kimseye şart değildir. Bu görevi ancak yumuşak huylu, sabırlı ve anlayışlı kimseler yapabilir.
İnsan, ihsanın kölesidir. Tebliğci bunu unutmamalı, gücü ve imkânı ölçüsünde ikramlarda bulunmalı, hiç değilse güler yüzünü ve tatlı dilini ikram olarak sunmasını bilmelidir. Muhatabı konuşurken sözünü kesmemeli, onu sabırla dinlemelidir. Aynı zamanda kendisi konuşurken karşıdaki kişinin de sıkılma ihtimalini göz önünde bulundurarak davetini kısa ve öz anlatmasını bilmelidir.
Tebliğci, kırıcı değil yapıcı bir üslupla insanlara yaklaşmalı. Davasını anlatmak için muhataplarının özel zamanlarını fırsat bilmelidir. Hastalandığında ziyaret, yakını öldüğünde taziye, düğününü tebrik; davasını anlatmak için güzel bir fırsattır tebliğci için.
Peki, tebliğ ederken nereden başlamalıyız?
Cevap olarak diyoruz ki,...
Tebliğ ederken münakaşaya girmeden yumuşak ve mülayim olmalıyız. En uygun yeri ve ortamı kollamalıyız. Muhatabımızın en zayıf noktasını yakalayıp onun kalbine oradan girmeliyiz.
En son söylenecek sözü en başta söylememeliyiz! En son yıkacağımız put, muhatabımızın nefis putu olmalıdır. Zira kişinin nefsini ağır söz ve ithamlarla eleştirirsek onu kazanmadan kaybedebiliriz. Bu nedenle öncelikle muhatabımızın nefsine okşayıcı sözlerle hitap edip onun gönlünde taht kurmalıyız. Eğer muhatabımızın gönlüne girmeyi başarırsak onu fethetmek kolay olacaktır -bi iznillah-.
Her sarayın açık bir kapısı olduğu gibi, her gönlün de muhakkak açık bir kapısı vardır. Eğer bizler bu kapıyı çalmadan kapıyı kırarak içeri girersek beklide cezalandırılıp o gönül sarayından ebediyen uzaklaştırılırız. Hakeza o gönül sarayının sahibine saygı ve hürmetle davranırsak, muhakkak o sarayın sahibi kapılarını ardına kadar bizim için açacaktır. Ama şunu da unutmamak gerek bazı saray sahipleri çok katı olabilirler. Bu nedenle böyle durumlarda bu saray kapısını hemen terk etmek yerine ısrarla o sarayın kapısını çalmamız lazım. Çünkü ısrarın, tekrarın ve kontrolün önemi çok büyüktür. Reklamın etkisi birazda tekrardan kaynaklanmaktadır.
Tebliğ ederken baştan savma basit sözlerden kaçınmamız lazım! En tesirli söz ve en etkili üslubu seçerek muhatabımıza sunmamız yerinde olacaktır.
Davet noktasında korkutmaktan ziyade müjdelemeliyiz. Akla hitap edildiği gibi, hatta ondan daha da çok duygulara ve gönle de hitap etmesini bilmeliyiz. Etkili kıssa ve mesel, hikmet ve mevzuları gerektiği oranda anlatmasını bilmeliyiz.
Tüm bunlarla beraber davetçi sağlam iman ve geniş ilim sahibi olmalı. Yaşam tarzı, insanların yanlışlarını içinde görebilecek bir ayna gibi olmalı. Öyle ki, insanlar bu temiz ahlak aynamız vesilesiyle dağınık hallerini düzeltebilsinler.
Tebliğci sevecen ve cana yakın olmalıdır! Zira sevilmeyen bir insanın tebliği fayda vermez. Sabır, azim, şefkat ve merhamet sahibi olmalıdır tebliğci. “Dava arkadaşı” kazanma gayreti içinde, zorluklara göğüs geren, fedakâr ve sevecen tavırlar sergilemelidir. Tevazu sahibi ve olgun şahsiyetli kardeşler tebliğde daha çok mesafe kat edebiliyorlar.
Tebliğci her haliyle örnek olduğu gibi, giyim ve kuşamında da örnek bir şahsiyete sahip olmalıdır! Yani sözleri ile eylemleri çelişkili olmamalı. Özü ve sözü bir olmalıdır; aksi halde yıllarca anlatsa dahi etkileyici olamaz. Çünkü her zaman hal ile olan tebliğ, kal/dil ile olan tebliğden daha etkileyici olmuştur ve böyle olmaya da devam edecektir.
Yine şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ümmetin, üzerinde ihtilaf ettiği şeyleri tebliğ etmek, kimseye şart değildir. Bu görevi ancak yumuşak huylu, sabırlı ve anlayışlı kimseler yapabilir.
İnsan, ihsanın kölesidir. Tebliğci bunu unutmamalı, gücü ve imkânı ölçüsünde ikramlarda bulunmalı, hiç değilse güler yüzünü ve tatlı dilini ikram olarak sunmasını bilmelidir. Muhatabı konuşurken sözünü kesmemeli, onu sabırla dinlemelidir. Aynı zamanda kendisi konuşurken karşıdaki kişinin de sıkılma ihtimalini göz önünde bulundurarak davetini kısa ve öz anlatmasını bilmelidir.
Tebliğci, kırıcı değil yapıcı bir üslupla insanlara yaklaşmalı. Davasını anlatmak için muhataplarının özel zamanlarını fırsat bilmelidir. Hastalandığında ziyaret, yakını öldüğünde taziye, düğününü tebrik; davasını anlatmak için güzel bir fırsattır tebliğci için.
Peki, tebliğ ederken nereden başlamalıyız?
Cevap olarak diyoruz ki,...