Hakiki Rızık - Mecazi Rızık
İstatistikler, açlıktan ölümlerin yaşandığı söylenen Afrika gibi yerlerde; ölümlerin, bünyesi zayıf, mikroplara karşı direnç gösteremeyen 1 yaşın altındaki çocuklarda daha çok görüldüğünü gösterir. Beslenmenin azalmasıyla zayıf düşen beden, her an tetikte bekleyen mikroplara karşı gelemediği için bu ölümler gerçekleşebiliyor. Geçim kaynakları sömürgeci emperyalistler tarafından gasp edildiği için fakirleşen bu topluluklar rızıksızlıktan değil zulümden dolayı ölüyorlar.
Nevin Yapıcıoğlu / Nisanur Dergisi
Bismillahirrahmanirrahim.
“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” (Hûd / 6)
“Hakiki rızık” diye isimlendirilen ve hayatın devamı için zaruri olan rızık, ayet-i kerimede de görüldüğü gibi “taahhûd-i Rabbani” altına alınmış. Hayatı yaratan, hayatın devamı için lazım olan rızka da kefil olmuş, kullarını kendi haline bırakmayıp, lütuf ve keremi ile rızıklarını onlara ulaştırıyor. Farklı farklı sebeplerle ve yollarla, öyle ya da böyle rızıklarını onlara gönderiyor. Mesela ihtiyarların ve çocukların rızıklarını, bereket suretinde gönderdiği gibi ev kedilerini dahi o bereketten hissedar etmiştir.
Kadir-i Zülcelâl’in tükenmez rahmet hazinesinden çıkan rızık O (CC)’nun sorumluluğu ve idaresi altındaysa “açlıktan dolayı ölümler nasıl gerçekleşiyor?” diye sorulan bir soruya üstadımız: “Taahhûd-i Rabbani hakikattır; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur”(1) diye cevap verir. Çünkü Hakim-i Zülcelâl’in, herhangi bir canlının bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını tedbiren depoladığını, hatta her hücrede dahi bu depolama işinin gerçekleştiğini söyler. Rızık bulamama durumunda bu depolardan faydalanabilineceği ve depolar tam boşalmadan da Rezzak isminin imdada yetişip hakiki açlıktan ölünmeyeceğini vurgular. “Açlıktan dolayı ölüm” diye söylenen bir kısım ölümlerin de depolanmış rızıkların bitmeden gerçekleştiğini ekler.
Yaşanan tecrübeler ve yapılan araştırmalar bir insanın ortalama 40 ila 80 gün açlığa dayanabileceğini gösteriyor. Bedende depolanmış fıtri rızık, hayati önem taşıyan organlar öncelenerek harcanır. 40 günden evvel depolar boşalmadığı için yaşanan ölümler rızıksızlıktan değil “belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla” gerçekleşir.(2)
Yemek yeme alışkanlığının terkinden meydana gelen herhangi bir hastalıkla gerçekleşen bu tür ölümlere “açlıktan dolayı ölüm” deniliyor. İştahı harekete geçirmek için değişik şekil, tat, koku ve renkte yaratılan rızıkları, sadece tatma yeri olan bu dünyada doymaya kalkışan insan, tekrar tekrar lezzetlenmeyi hayatının merkezine alarak, yalancı bir iştiha ile hastalıklara kapı açıyor. Oysaki “hakiki lezzet, hakiki iştihadan çıkar; doğru iştiha, sadık bir ihtiyaçtan gelir.”(3)
İnsan esnek bir yapıya sahip midesini birkaç lokma ile de doyurabildiği gibi, birkaç porsiyonla da doyurabilir. Fakat iradesini yanlış tercihlerle kötüye kullanıp çok yemeye alışırsa, midesi sürekli yemek ister ve açlığa dayanma gücü daha uzun iken kısalmış olur. Uzun süre aç kalma halinde ölümler yaşanabilir. Hâlbuki ayetin hükmü ile Allah’ın sorumluluğu altındaki “fıtri rızık” yaşam için kâfi olan zaruri rızıktır; yoksa insanın alışkanlık haline getirdiği ihtiyaç fazlası rızık değildir.
Ayrıca istatistikler, açlıktan ölümlerin yaşandığı söylenen Afrika gibi yerlerde; ölümlerin, bünyesi zayıf, mikroplara karşı direnç gösteremeyen bir yaşın altındaki çocuklarda daha çok görüldüğünü gösterir. Beslenmenin azalmasıyla zayıf düşen beden, her an tetikte bekleyen mikroplara karşı gelemediği için bu ölümler gerçekleşebiliyor. Geçim kaynakları sömürgeci emperyalistler tarafından gasp edildiği için fakirleşen bu topluluklar rızıksızlıktan değil zulümden dolayı ölüyorlar. Özellikle Müslümanların mallarını “ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları desiseleriyle ya çalar veya gasp eder.”(4)
Adaletsizliğin, israfın yaşandığı, gelir dağılımının dengesiz olduğu, nerdeyse bireysel servetlerin onlarca topluluğu geçindirmeye yettiği günümüz dünyasında, zekât ve sadakadan mahrum olan fakirlerin hali ancak böyle olur.
Bununla beraber insanın zaruri rızkını elde etmesi için çalışması “İlahi bir emir” olma noktasında bir çeşit ubudiyettir. Nitekim “Artık namazı kılınca, yeryüzünde dağılın, Allah’ın fazlını isteyip-arayın” (Cuma / 10) diye buyrulur.
Rızıkları her ne kadar Rabbimiz yaratıyor olsa da sebepleri bizler için vasıta yapmıştır. Bu vasıtalara başvurmamız fiili dua hükmündedir. Tarih boyunca bu duanın nasıl yapılacağı Rabbimiz tarafından öğretilmiş ve...
“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” (Hûd / 6)
“Hakiki rızık” diye isimlendirilen ve hayatın devamı için zaruri olan rızık, ayet-i kerimede de görüldüğü gibi “taahhûd-i Rabbani” altına alınmış. Hayatı yaratan, hayatın devamı için lazım olan rızka da kefil olmuş, kullarını kendi haline bırakmayıp, lütuf ve keremi ile rızıklarını onlara ulaştırıyor. Farklı farklı sebeplerle ve yollarla, öyle ya da böyle rızıklarını onlara gönderiyor. Mesela ihtiyarların ve çocukların rızıklarını, bereket suretinde gönderdiği gibi ev kedilerini dahi o bereketten hissedar etmiştir.
Kadir-i Zülcelâl’in tükenmez rahmet hazinesinden çıkan rızık O (CC)’nun sorumluluğu ve idaresi altındaysa “açlıktan dolayı ölümler nasıl gerçekleşiyor?” diye sorulan bir soruya üstadımız: “Taahhûd-i Rabbani hakikattır; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur”(1) diye cevap verir. Çünkü Hakim-i Zülcelâl’in, herhangi bir canlının bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını tedbiren depoladığını, hatta her hücrede dahi bu depolama işinin gerçekleştiğini söyler. Rızık bulamama durumunda bu depolardan faydalanabilineceği ve depolar tam boşalmadan da Rezzak isminin imdada yetişip hakiki açlıktan ölünmeyeceğini vurgular. “Açlıktan dolayı ölüm” diye söylenen bir kısım ölümlerin de depolanmış rızıkların bitmeden gerçekleştiğini ekler.
Yaşanan tecrübeler ve yapılan araştırmalar bir insanın ortalama 40 ila 80 gün açlığa dayanabileceğini gösteriyor. Bedende depolanmış fıtri rızık, hayati önem taşıyan organlar öncelenerek harcanır. 40 günden evvel depolar boşalmadığı için yaşanan ölümler rızıksızlıktan değil “belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla” gerçekleşir.(2)
Yemek yeme alışkanlığının terkinden meydana gelen herhangi bir hastalıkla gerçekleşen bu tür ölümlere “açlıktan dolayı ölüm” deniliyor. İştahı harekete geçirmek için değişik şekil, tat, koku ve renkte yaratılan rızıkları, sadece tatma yeri olan bu dünyada doymaya kalkışan insan, tekrar tekrar lezzetlenmeyi hayatının merkezine alarak, yalancı bir iştiha ile hastalıklara kapı açıyor. Oysaki “hakiki lezzet, hakiki iştihadan çıkar; doğru iştiha, sadık bir ihtiyaçtan gelir.”(3)
İnsan esnek bir yapıya sahip midesini birkaç lokma ile de doyurabildiği gibi, birkaç porsiyonla da doyurabilir. Fakat iradesini yanlış tercihlerle kötüye kullanıp çok yemeye alışırsa, midesi sürekli yemek ister ve açlığa dayanma gücü daha uzun iken kısalmış olur. Uzun süre aç kalma halinde ölümler yaşanabilir. Hâlbuki ayetin hükmü ile Allah’ın sorumluluğu altındaki “fıtri rızık” yaşam için kâfi olan zaruri rızıktır; yoksa insanın alışkanlık haline getirdiği ihtiyaç fazlası rızık değildir.
Ayrıca istatistikler, açlıktan ölümlerin yaşandığı söylenen Afrika gibi yerlerde; ölümlerin, bünyesi zayıf, mikroplara karşı direnç gösteremeyen bir yaşın altındaki çocuklarda daha çok görüldüğünü gösterir. Beslenmenin azalmasıyla zayıf düşen beden, her an tetikte bekleyen mikroplara karşı gelemediği için bu ölümler gerçekleşebiliyor. Geçim kaynakları sömürgeci emperyalistler tarafından gasp edildiği için fakirleşen bu topluluklar rızıksızlıktan değil zulümden dolayı ölüyorlar. Özellikle Müslümanların mallarını “ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları desiseleriyle ya çalar veya gasp eder.”(4)
Adaletsizliğin, israfın yaşandığı, gelir dağılımının dengesiz olduğu, nerdeyse bireysel servetlerin onlarca topluluğu geçindirmeye yettiği günümüz dünyasında, zekât ve sadakadan mahrum olan fakirlerin hali ancak böyle olur.
Bununla beraber insanın zaruri rızkını elde etmesi için çalışması “İlahi bir emir” olma noktasında bir çeşit ubudiyettir. Nitekim “Artık namazı kılınca, yeryüzünde dağılın, Allah’ın fazlını isteyip-arayın” (Cuma / 10) diye buyrulur.
Rızıkları her ne kadar Rabbimiz yaratıyor olsa da sebepleri bizler için vasıta yapmıştır. Bu vasıtalara başvurmamız fiili dua hükmündedir. Tarih boyunca bu duanın nasıl yapılacağı Rabbimiz tarafından öğretilmiş ve...