Alternatif üreterek Sorun Çözmek
Toplumun tercihinde değişiklik yapabilmek için alternatifin bulunması gerekir, alternatifin bulunması da yetmez. Alternatifin ciddi olması, inandırıcı olması daha yerinde bir ifadeyle umut oluşturması gerekir
ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Toplumun tutumu çoğu zaman hayretle karşılanır. Toplum, olmayacak tercihler yapabiliyor. İnancına zıt, yaşam tarzına zıt, kendi duruşuna zıt tercihler…
Yanlış tercihin altında çoğu zaman tercih yapma talep veya zorunluluğu var. Tercih yapma talebi de zorunluluğu da toplum tutumlarında önemlidir.
Tercih yapma talebi; kişinin bir zorunluluk olmadan, sadece tercih hakkına sahip olduğu durumlarda kendi iç dünyasında gelişen baskıyla “Madem istediğim yok, en azından şunu seçeyim!” diyerek bir tercih yapmak istemesi ve bu konuda kendi eylemine hâkim olamamasıdır.
Bu bir zorunluluk değil, kişinin kendi iç dünyasında oluşturduğu bir baskıdır. Güçlü bir iradeye sahip kişiler, iç baskıya direnirken toplumun büyük çoğunluğu iç baskıya boyun eğer ve izah etmekte güçlük çektiği bir tercihte bulunur.
Tercih zorunluluğu ise kişinin kendi dışında gelişen koşullarla bir tercihe zorlanmasıdır. Bu bir dış baskıdır. Kimi zaman bu baskı açıkça uygulanır, kimi zaman ise sosyal mühendislikle kişilerin eylemleri yönetilerek kişiler bu baskıya maruz bırakılır.
Tercih yapma zorunluluğu çoğu zaman, tercih talebini de doğurur. Kişi, zorunluluğu kabullenir, baskıya direnmek yerine çoğunluğun koştuğu tarafa doğru koşar.
Onu oradan döndürmek ancak ona başka bir tercih sunmakla mümkündür. Böyle bir alternatif yokken bireyler kendi eylemlerinden dolayı itham edilebilseler de toplumun bütününü itham etmek yerinde bir tutum değildir.
Toplumun tercihinde değişiklik yapabilmek için alternatifin bulunması gerekir, alternatifin bulunması da yetmez. Alternatifin ciddi olması, inandırıcı olması daha yerinde bir ifadeyle umut oluşturması gerekir.
Alternatif üretme ile ilgili kayda değer bir örnek, Abbasi yönetiminin Zenci (Köle-Siyahi) isyanını bastırmasıdır.
ABBASİLERDE SİYAHÎ İSYAN
İslam, Basra etrafında büyük bir tarım kültürü oluşturdu. Daha Hz. Ömer (ra) zamanında burada kimi zaman bataklıklar da kurutularak belki uzunluğu 30-40 km’yi bulan dev çiftlikler kuruldu. Bir kısmı Kureyş eşrafına ait olan bu çiftliklerdeki emek ihtiyacı ne yazık ki Afrika’dan getirilen siyahî kölelerden karşılandı.
İslam, kölelikten azat etmeyi teşvik etmişken burada oluşan korkunç kapitalist sistem, köleliği yeniden müesseseleştirdi. Kölelerin çalışma koşulları gayri İslami’ydi, ağırdı. Emeklerinin karşılığı ise ucuzdu. Şeker kamışı ve pirinç yetiştirilen tarlalardaki tuzlanma ve buna karşı geliştirilen ıslah çalışmalarında köleler harap oldu, kimi can verdi, kimi koşullara isyan noktasına vardı.
Bu sırada Ali bin Muhammed adındaki biri kendisini Hz. Ali (ra)’nin soyuna nispet ederek bölgede köleler arasında siyasi bir örgütlenme yoluna gitti.
Ali bin Muhammed, Miladi 869 yılının Ağustos ayında Basra’ya bir tüccar olarak yerleşti. Orada Zencilerden yetenekli kişileri etrafında topladı, etrafındakilerin sayısı artınca yeşil bir bezin üzerine “Allah, Müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.” Ayet-i Kerime’sini (Tevbe Suresi 111.) yazdı; bayrak haline getirdi, Zencileri o bayrak altında toplamaya çağırdı. “Sizden her hangi biriniz bir adamı getirip de cemaatimize katarsa onu o getirenin emrine veririm” diyerek topluluğu daha da büyüttü ve isyan sürecine geçti.
Bu bir Ehl-i Beyt isyanı olmasa da Ehl-i Beyt adına yapılan bir isyandır. Ehl-i Beyt sevgisiyle Zenci hakları gibi sosyal bir konu buluşunca cephe büyüdü ve Abbasilerin isyan bastırma kabiliyetini aştı.
Zenciler, süreç içerisinde şehir inşa ettiler, elimizdeki kaynakların tamamı Abbasî kaynaklıdır. Abbasilerin onlarla ilgili ciddi bir propaganda yürüttükleri düşünülürse ulaşılan bilgilerin doğruluğu problemli olabilir. Bu problem görmezlikten gelinerek ifade edilecek olunursa Zenciler de Abbasiler gibi saraylar, belki Abbasi saraylarından daha görkemli saraylar yaptılar. Kendi diplomasilerini kurdular, ekonomilerini meydana getirdiler, kendilerine ait bir dini anlayış oluşturdular ve Abbasî yönetimini zorlamaya başladılar.
Übülle, Ahvaz, Abadan ve Basra gibi Abbasi şehirleri onların hedefi haline geldi. Bu şehirlere saldırdılar, bu İslam beldelerini yakıp yıktılar. Bunlardan Basra saldırısı, İslam tarihine kara bir leke olarak geçen en ağır saldırılardandır. Camiler ateşe verildi, erkekler öldürüldü; ünlü Kureyş efendilerinin kızları, babasının ismine göre fiyat biçilerek cariye olarak satıldı. Basra’daki müreffeh yaşam yok oldu. Kimi rivayetlere göre Basra’da bu işgal ile üç yüz bine yakın insan öldürüldü.
Dönemin şairlerinden İbn-i Rumî’nin bir şiirinden alınan şu bölüm, Basra’daki durumu özetliyor:
Basralılar çocukların dahi saçlarını ağartan bir korku yaşadılar
Zenciler, sağdan soldan, önden arkadan ateşleriyle saldırdılar
Su içenler, yemek yiyenler lokmalarını dahi yutamadılar
Onlar takva sahiplerini kılıçlarıyla öldürdüler
Nice masum kızları esir alıp peçelerini açtılar
Ve esirleri davar sürüleri gibi önlerine alıp götürdüler
Artık Basra, Ahvaz gibi şehirler, Zencilerin elindeydi ve Abbasi yönetimi onlara karşı acizdi. Zenciler, fırsat buldukça çevre köylere saldırıyor, mallarını ve kadınlarını alıp gidiyorlardı.
Nihayet Abbasiler kendilerini toparlardı, Zenci isyanını bastırmak üzere bizzat Veliaht Muvaffak komutayı ele aldı. Muvaffak, devlet değirmenini döndürmekte mahir, askeri ve siyasi bir deha idi. Onun göreve başlaması ile her şey değişti.
MUVVAFAK’IN İSYANI BASTIRMASI
Abbasî Veliahdı Muvaffak, göreve gelir gelmez Zencilere karşı operasyonlar yürütmeye başladı. Onlardan Ahvaz’ı, Basra’yı aldı ama bataklıkta kendi elleriyle inşa ettikleri başkentleri Muhtara’yı alamadı.
Muvaffak, bir adım daha ileri giderek Miladi 881’in şubatında Zenci liderine bir mektup gönderdi; “döktüğü kanlardan, insanların mahremiyetini açığa vurmasından, yıktığı şehirlerden, kadınların namusunu helal saymasından, talan ettiği mallardan ve peygamberlik iddiasından” tövbe etmesi durumunda onu affetme sözü verdi.
Zenci lider, bu mektuba cevap vermeyince Muhtara üzerine ordu gönderme kararı alındı. Burası balta girmemiş sık ormanlıkların ortasında yer alıyordu. Bu ormanı ve kamışları yaran çok sayıda küçük nehir ve kanal mevcuttu. Şehir sağlam surlarla çevriliydi. Surların üzerinde mancınıklar kuruluydu. Abbasi ordusu ilk kez bu kadar donanımlı bir isyancı grupla karşılaşıyordu.
Ordu, pek çok engeli aşarak Zenci liderinin sarayının yanına kadar yaklaşmış; liderinden kaçan pek çok Zenci orduya teslim olmuş, Muvaffak onlara iyi davranarak teslim olanların sayısını artırmış ama Muhtara kenti alınamamıştı.
Muvaffak, çevre şehirlere haber göndererek üretebildikleri kadar gemi üretmelerini ve kendisine göndermelerini istedi. Kısa sürede çok sayıda gemi hazırlandı. Zencilerin başkenti Muhtara’ya giden bütün yollar kapatıldı. Muhtara tam bir ekonomik kuşatma içinde kaldı.
Çekirdek bir Zenci grup kendi liderini ve Muhtara’yı terk etmiyor, operasyonun nihayete ermesine izin vermiyor, Abbasî yönetimini çaresizlik içinde bırakıyordu.
İşte Veliaht Muvaffak’ın alternatif üreterek sorun çözme yöntemi bu çaresizlik anında devreye girdi.
MUVAFFAKİYE KENTİNİN İNŞASI
Muvaffak, Zenci direnişi karşısında farklı bir yöntem uyguladı. Onların Muhtara şehrine karşı, kendi adını taşıyan El Muvaffakiye diye bir şehir inşa etti. Şehirde büyük bir pazar kurdu. Valilere emir göndererek tüccarları bu şehre yönlendirmelerini istedi.
El Muvaffikiye’de hayat kısa bir sürede canlandı, bu yeni şehrin pazarı kısa sürede yörenin en işlek pazarı haline geldi. Tüccarlar, oraya akın etti; işçiler orayı mesken edindi. Askeri birlikler orada hem nüfus oluşturdu hem oluşan nüfus için tüketici sınıf olarak gelir kaynağı oldu.
Artık Muvaffak’ın son darbesi için her şey hazırdı. Muvaffak, bir ferman yayınladı. Zencilerin başkenti Muhtara’dan kaçıp El Muvaffakiye’ye sığınacak olan herkese eman verdi, onlara bu yeni şehirde her tür kolaylığın sağlanacağı duyurusunda bulundu.
Zencilerin lideri, erken bir saldırı ile Abbasilerin planını suya düşürmek istediyse de El Muvaffikiye şehri, Zenci liderin yönetiminden bıkan Zencilerin iştihanı kabarttı. Onun surlarını koruyanlar dâhil kısa sürede insanlar El Muvaffikiye’ye oluk oluk aktı.
Muvaffak’ın alternatif oluşturarak problem çözme planı tutmuştu. Muhtara şehri, tüccarlarını, savunma birliklerini kaybetti, işleri çevirecek ve savunmayı sağlayacak bir nüfustan yoksun kaldı ve Abbasilerin son darbesi için hazır hale geldi.
Muvaffak, Miladi 881’de Muhtara’ya yönelik büyük bir saldırı başlattı. Muhtara’nın nefesi kısılmış; El Muvaffakiye’ye açılan kapısı ise açık bırakılmıştı. Muhatara’da sıkışanın gideceği yer El Muvaffakiye idi. Muhtara’daki hayat şartları ve kuşatma nüfus itiyor, El Muvaffakiye’deki hayat koşulları o nüfusu çekiyordu. Öyle ki Abbasilerin kuşatması devam ederken Zencilerin en gözde komutanları da El Muvaffikiye’de yaşamak için eman dilemiş; Muhtara’dan El Muvaffakiye’ye geçmişlerdi. İyice zayıflayan Muhtara, nihayet düşmüş ve tarihten silinmişti.
Abbasi veliahdı Muvaffak, alternatif üreterek muvaffak olmuş, Abbasileri tarihinin en belalı isyanlarından birinden kurtarmıştı.
Bugün Muvaffak’ın alternatif oluşturma yöntemi, siyasette, sosyal mühendislikte en gözde yöntemdir.
Bu yöntem, hükümetler tarafından güçlü bir şekilde kullanılıyor. Hükümetler, etkisiz hale getirmek istedikleri yapılara karşı bir tür kuşatma operasyonları düzenler, o yapılardan kaçanlar için ise alternatif yapıları desteklerler.
Ancak bu yöntem siyasi yaşamda hükümetlerin tekelinde değildir. Toplumu başka yapılardan korumak, onların toplum tarafından tercih edilmesini engellemek isteyenler onlara karşı alternatif kurumlar oluştururlar.
Bu kurumlar zayıf bile olsa başta bir kitlenin ilgisini çeker, o kitleyle büyüyüp umut haline geldiğinde ise daha önce kendisini tercih etmeyenler, kendisine karşı mücadele edenler ona yönelir ve o yapı toplumun tercihi haline gelir.
Bunun en bariz örneği Türkiye siyasetidir. 1980’li yılların neredeyse sonuna kadar merhum Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi basının da yönlendirmesiyle toplumun önemli bir kesimi tarafından adeta alay konusu ediliyordu. “Selametçiler-Refahçılar” toplum tarafından ne kadar sevilirse sevilsin, toplum 1980 öncesinde Adalet Partisi-CHP, 1980 sonrasında ise Anavatan Partisi (ANAP), Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP), Doğru Yol Partisi (DYP) gibi partilere yöneliyordu. Ancak o yapılar günden güne yıpranırken onların karşısında güçlü bir alternatif oluşturan Refah Partisi sabırla çalışarak 1995’te Türkiye’nin en güçlü partisi haline geldi.
Toplum daha önce basının dümen suyuna girip alay ettiği, sevse de umut bağlayamadığı Refah Partisi güçlenince farklı kesimlerin oylarını aldı ve kapatılsa da umut olma halini korudu.
Toplum kendisine seslenmeyen, kendisi için umut oluşturmayan bir yapı ile karşılaşmadığı sürece önüne konan tercihlerden birine yönelir. Bu tercihi için eleştirilmekten, büyük bir rahatsızlık duyar. Hatta kendisini eleştirmeye kalkışan yapılara karşı savunmayı da aşar, saldırıya geçer; onu aşağılar, ona hakaret eder ve bu aşağılama, hakaret etme tutumunda da yüzde yüz haklı olduğuna da inanır.
NOT: Bu yazıdaki tarihî bilgiler için Mustafa Demirci’nin “Siyah Öfke” adlı kitabından yararlanılmıştır.