`Hiçbir Annenin Ağlamasına Fırsat Verilmemeli`
Mardin`de düzenlenen `29. İl Müftüleri İstişare Toplantısı`nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, birçok önemli konuya temas etti.
MARDİN – Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her yıl periyodik olarak düzenlenen ‘İl Müftüleri İstişare Toplantısı’ Mardin’de başladı. Toplantıda bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, toplantının Mardin’de yapılmasının önemine dikkat çekti.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nı bu defa kadim kentimiz Mardin’de yapıyor olmamız oldukça anlamlıdır. Mardin, farklılıklarla birlikte barış ve huzur içinde yaşamanın ahlakını ve hukukunu oluşturmuş bir şehrimizdir. Mardin, bölgedeki İslam beldelerinin pek çok özelliğini ve yapısını şehrin kimliğine taşımıştır. Mardin’de farklı dillerde, farklı dinler ve mezheplerdeki insanlar bir arada, birlikte, barış ve huzur içinde yaşamaya devam etmektedirler.” dedi.
Soma faciası
Toplantıda yaptığı konuşmada geçtiğimiz ay Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan faciaya değinen Başkan Görmez, “Bu toplantının hazırlığını yaptığımız günlerde bütün yurdumuzu ve dünyayı sarsan elim faciayla milletçe yasa büründük. Geçtiğimiz ay Soma’da meydana gelen maden faciası hepimizi derinden yaralamıştır. Acımız, unutulmayacak derecede büyüktür. Bu vesileyle Soma’da hayatlarını kaybeden 301 kardeşimizi bir kere daha rahmetle anmak isterim. Yine aynı günlerde başta Bosna-Hersek olmak üzere Balkanlarda sel felaketinden dolayı vefat edenlere de Allah’tan rahmet diliyorum. Bu tür felaketler sebebiyle zorluk içinde olanlara Rabbimden kolaylıklar ihsan etmesini, bu tür kaza ve afetlerden hepimizi muhafaza etmesini niyaz ediyorum.” diye konuştu.
Soma ve benzeri faciaları, İslam’ın ezeli hikmet penceresinden okuma ve değerlendirme konusunda ciddi idrak sorunları yaşandığına dikkat çeken Başkan Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Soma ve benzeri faciaları, İslam’ın ezeli hikmet penceresinden okuma ve değerlendirme konusunda ciddi idrak sorunları yaşadığımızı açıkça ifade etmek isterim. Her şeyden önce bizlerin yani toplumu irşat etme vazifesi yapanların görevi, sadece faciaların sonunda hayatını kaybedenlere son dini vazifelerini yapmak olmamalıdır. Bu tarz faciaların oluşmaması için her türlü tedbirin alınmasında gerekli dinî, ahlâkî ve vicdanî hatırlatmaları yaparak sonuçların felakete dönüşmesini önlemeye çalışmak gerekmektedir.
Bu tür hadiseleri İslâm açısından değerlendirirken Yaratıcının sonsuz kudretini yok saymak ne kadar yanlışsa insanın suç ve sorumluluklarına ilahi kudret üzerinden mazeret üretmek de o kadar yanlıştır. İlahi adalete gölge düşüren tez ve yorumlardan kaçınmak gerekir. Bizlerin, zulmü meşrulaştırmaya araç yapan dini algılama biçimleriyle kendi hatalarını örtmek için dini istismar eden yorumlar karşısında hakikati söyleme mecburiyetimiz vardır. Dünyevi isteklerde sınır tanımaz bir hevesle gücüne güç katanların yanında olmadığımızı açıklamak ve duyurmak zorundayız. Masum ve gariban işçilerin alın terlerini dikkate almayan bir çarkın parçası olmaya davet edilen dini anlayıştan biz uzağız. O tarz dini yorumlarla bizim hiçbir ilgimiz yoktur, olmaz, olamaz ve olmamalıdır.”
“Zalimin zulmüne tabi kılınmış bir din, Allah’ın razı olmayacağı bir dindir”
Zalimin zulmüne tabi kılınmış bir dinin Allah’ın razı olmayacağı bir din olduğuna dikkat çeken Görmez, “Mazlumların, kimsesizlerin ve mağdurların yanında olmak ve onların hakkını, hukukunu korumak peygamberi bir misyondur. İslâm hayat dinidir. İslam insanı yaşatır. İnsanları ölüme terk etmeyi İslâmî referansla izah etmek mümkün değildir. Bu ve benzer olaylarda biz müminlere düşen, nerede hata yaptığımızın farkına varmak olmalıdır. Tabiat Müslümandır ve tabiat yasaları Allah’ın yasalarıdır. Allah, biz insanlara bu yasaları anlama kabiliyeti vermiş, bizden bu yasalara uygun hareket etmemizi emretmiştir. Allah’ın emrine ve rızasına uygun olan fiziki olarak bu facianın oluşmasına neden olan sebepler karşısında gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Nasıl ki, sonuçlar karşısında müminin metaneti önemliyse sebepler karşısında da feraseti o kadar önemlidir.” dedi.
Görmez, “Soma, modern uygarlık dünyasında dünyayla kurduğumuz ilişkinin, fakir ve mazlum bir grup insanın kaderini, nasıl ölümcül hale getirdiğini gözler önüne sermektedir. Yerin kilometrelerce altında ekmek parası için türlü eza, cefa ve meşakkatle çalışan kardeşlerimizin fedakârlığı her türlü takdirin üstünde olmakla birlikte, ölüm riskiyle güvensiz ortamda çalışmaya mahkûm edilişleri, bugünün dünyasında büyük bir trajedidir. Bir tarafta konforun alabildiğine sonsuz bir şekilde icra edildiği bir yaşam tarzı, diğer tarafta adeta çağdaş köle statüsünde yerin metrelerce altında kömür isi ve gaz kokusuyla ölüme mahkûm edilmiş, kazma ve kürek mahkûmları… Böyle bir dünyada haktan, adaletten, emekten, emek hakkından ve merhametten bahsetmek çok zordur. Yardım beklemesine rağmen kurtarılma önceliğini eşi hamile olan arkadaşına veren, kardeşlik ahlâkını, kardeşlik hukukunu böyle bir anda bile ihlal etmeyenlerle hak ihlalleri yapanların ve zulmedenlerin aynı dinin mensupları olduklarını nasıl söyleyebiliriz? Zalimler zulümleriyle, mazlumlar ahlarıyla anılırlar. Bu dünyada ah çekenlerin hakkını alma mücadelesi, bütün peygamberlerin mücadelelerinin ortak konusudur.” diye konuştu.
Din hizmetleri
Dini hizmet alanlarının her şeyden önce ahlaki bir temsili ve misyonu gerekli kıldığını belirten Başkan Görmez, din hizmetlerinin salt kamusal bir hizmet olmadığına işaret etti. Görmez, “Bu hizmeti yapanların önceliği Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Eğer bu rıza her türlü imkân, makam ve mevkiin üzerinde görülmezse bu hizmetin toplumda makes bulmasına imkânı yoktur. Bu anlamıyla gerçekten ulvi bir hizmeti yerine getirdiğimiz hususunu başta şahsım olmak üzere herkesin her zaman aklında tutması gerekir. Aynı zamanda bizler, toplum için bütün çalışanlarımızla birlikte örneklik teşkil etmekteyiz. Bu bize bir ayrıcalık değil, mesuliyet getirmelidir. Bugüne kadar artısıyla eksisiyle Diyanetin ortalaması, milletimiz tarafından böyle görülmektedir. Diyanet mensubu olanlar, toplumun hem gönlünde hem ruhunda hem de vicdanında sahici bir yer edinmişlerdir. Eksikliklerimiz elbette vardır ve sürekli bu eksikliklerimizi telafi etmek zorundayız.” dedi.
“Bu toplantı hizmet kalitesi bakımından son derece önemlidir”
Görmez, “Hemen her buluşmada müftülerimizle belli konulara yoğunlaşarak hizmet politikalarımızı sıkı bir şekilde gözden geçiriyor, stratejilerimizi usul ve yeni gelişmeler açısından değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Hem ülkemizde hem ülke dışında her yerde vazifelerini büyük bir aşk, derin bir heyecan ve yüksek bir idrakle deruhte etmeye gayret eden müftülerimizin kendi bölgelerinde edindikleri tecrübe son derece önem arz etmektedir. Bu toplantılarda tecrübelerin karşılıklı paylaşımı son derece eğitici ve öğretici olmaktadır.” İfadelerini kullandı.
“İslam dünyası ciddi bir inanç güvenliği sorunuyla karşı karşıyadır”
“Her zaman olduğu gibi yaşadıklarımız günlük hayatın dışında ve ayrı bir yapıda değildir.” diyen Görmez, “İslâm dünyasının ve ülkemizin içinden geçtiği süreçlerden kendimizi ayırmak ve tamamen bunlara kapalı olmak mümkün değildir. Ancak bu bizim üst bir aidiyetle hareket etmemizi engellememelidir. Bugün bütün dünyada yaşananlar, İslâm’ın tezahürlerini siyasetin konusu yapmaktadır. Yaşanan her konu, bir şekilde dine ve İslâm’a gelmektedir. İslami tezahürlerin her türlüsünün siyasi manipülasyona açık bir hal aldığı bir vakıadır. Ancak bugün topyekûn İslam Dünyası ciddi bir inanç güvenliği sorunuyla karşı karşıyadır ve bu konudaki ihmallerin, siyaset alanından bilgi ve ahlak dünyasına kadar yayılan boyutlarını görmezlikten gelemeyiz.” dedi.
“Çalışmalarımızı Kur’an ve Sünnetin rehberliğinde, Rıza-ı Bari içinde sürdürmemiz gerekir”
Görmez sözlerine şöyle devam etti: “Hayıflanarak, sorumluluğu başkalarına yıkarak ya da atfederek, mevcut halin analizlerini erteleyerek ya da görmezden gelerek sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşünmemizin, bir helâk olma sürecinin başlangıcında olmaktan başka anlamı yoktur. Sorumluluklarımız açıktır, toplumumuza din konusunda rehberlik etmek, doğru dinî bilgiyi her durumda hayata taşımak, itikad, ibadet ve ahlak alanında temel referanslarımıza bihakkın bağlı kalarak Kur’an ve Sünnetin tartışmasız rehberliğinde çalışmalarımızı rıza-i Bâri içinde sürdürmemiz gerekir. Zaman zaman tekrarladığım gibi modern şartlar ve beklentiler içinde kurumsal gerçekliğimiz genel idare içinde birbirine eklemlenmiş bir bürokratik ağ olarak şekillenmiş olsa da bizim mecramız gönülleredir, bizim akışımız kalpleredir. Dolayısıyla bugün topyekûn bir şekilde millet varlığımızın gözünü, kulağını ve kalbini Başkanlığımızın açıklamalarına, değerlendirmelerine ve yorumlarına teslim etmeye hazır sadakatini göz ardı etmek doğru değildir. İtiraf etmek gerekir ki başından beri ‘Din hep hayattı” ve bugün de geldiğimiz noktada milletimiz karşı karşıya geldiği hemen her sorunda dine atıfta bulunmayı, dinin temel rükünlerine uzak düşmemeyi öncelemekte ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın, bu konulardaki görüşlerini tercih etmektedir. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığına fetva soran vatandaşlarımızın konu dağılımlarına bakıldığında durum gerçekten ilginçtir. Milletimiz hayat tercihlerinde gerçek bir gönül rahatlığı içinde Diyanet İşleri Başkanlığının kılı kırk yaran dikkatini önemsemekte ve ona itibar etmektedir.”
Din ve Siyaset
Din ve Siyaset konusuna da değinen Görmez, “Bilindiği gibi din alanının siyaset alanından sadece ayrı ve bağımsız olması değil, yanı sıra ondan görece daima üstün bir konumda olması gerekir. Kimi siyasi temsillerin gündelik yaşamlarında ya da siyasi projelerinde dini bariz bir şekilde dikkate almaları, onun gündelik hayat ve toplumsal gerçeklik içinde etkin olmasına gayret göstermelerini derin bir hissiyatla takip ederiz. Aynı şekilde siyasi programlarında dini duygu ve düşüncelerimizi inciten, varlık alanımızı daraltıcı adım ve hevesleri de takip etmekten, anlamaya çalışmaktan geri durmayız. İster dine somut olarak arka çıksın ister çıkmasın ya da dine net ya da muğlak bir şekilde karşı olduğunu her fırsatta ifade etsin, bütün bunlar bize sadece gözlem ve değerlendirme imkânı verir. Onun dışında bu yaklaşımların meşruiyetine ilişkin hiçbir karşı söylemimiz olmaz. Esasen demokrasinin en temel şartı da bu hassasiyeti doğru bir şekilde kavramakla ancak gerçekleşebilir.
Dinle siyaset arasındaki ilişki insanlık tarihinden bağımsız değildir. Dini siyasetin bir parçası olarak dizayn etme çalışmaları kadar onu dışarıda tutma çalışmaları da yabancısı olmadığımız tarihsel bir tutum ve davranıştır. Bugün gelinen noktada toplumsal birlik ve beraberliği bütün boyutlarıyla gerçekleştirmeye çalışırken siyasi ilgi ve yönelimlerden her hangi birine dinî duygu ve düşüncelerimizi, İslâm’ın yüksek prensiplerini rehin vermek gibi bir tehlikeli tercihi asla kabul etmeyiz. Demin de vurguladığım gibi siyasi temsillerimizin çalışmalarında, dil ve üsluplarında Din-i Mübin-i İslâm’a gösterdikleri ilgi ve saygı, hiç kuşkusuz bizi her zaman mutlu eder; ancak bu mutluluk siyaseti dinin emrinde görme arzusundan kaynaklanmaz.
Dinle siyaset arasındaki ilişkide var olan belirsizlik, Diyanet hizmetlerinin verimliliğini zaman zaman gölgelemekte zaman zaman da dini siyasetin emrinde bir araç olarak zayıflatmaktadır. Oysa Türkiye’nin değişen bütün koşullarında dinle siyaset arasındaki mesafenin korunması konusunda her zaman bir ortak eğilim söz konusu olmuştur. Bugün de aynı zeminde kalmakta ısrar etmek, siyasetin ülkemizin âli menfaatleri için ortaya koyduğu-koyabileceği alanlarda taraf olmamak ve sonuçta dinin toplumsal gerilim ya da ayrışma süreçlerinde bütünleştirici, kuşatıcı rollerini devreye almak durumundayız. Biz kurum olarak kimsenin dini algısına ayar verecek ve son sözü söyleyecek bir kurumsal ayrıcalığa sahip değiliz. İmanın ilke ve ölçüleri bellidir. Bu çelişkiler dünyasında insan yetiştirme düzeninin de bu düzenin temel parametre ve koordinatlarını içeriklendiren müfredat da ciddi müdahalelere maruz kalmıştır. Bugün ülkemizin hemen her hattında her sathında çeşitlenmiş ve zenginleşmiş faaliyetleriyle Başkanlığımız bu eksiklikleri, gerilimleri ve ihmalleri aşma noktasında her zaman daha bir gayretli olmaktadır.” diye konuştu.
“Her türlü gerilim, toplumun birbirine adaletle, merhamet ve vicdanla yaklaşımını engellemektedir”
Her türlü gerilimin toplumun hakkaniyetli yaklaşımlar içinde birbirine adaletle, merhamet ve vicdanla yaklaşımını zayıflattığını dile getiren Görmez, “Bize düşen bu durumun ortaya çıkaracağı toplumsal zafiyetleri ortadan kaldırarak dinin birleştiriciliğini muhafaza ederek toplumsal beraberliğimizi sağlamak olmalıdır. Vaazlarımızda, irşatlarımızda ve her türlü faaliyetlerimizde önceliğimiz toplumu bölme çabalarına fırsat vermeyerek toplumu çatışmaya çağıran ve toplumu bölmeye davet eden fitne ateşinin yanmamasını sağlamak olmalıdır. Tarihsel tecrübemiz, toplumsal tahayyülümüz bu konularda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda önümüze pek çok öneri getirebilir. Burada siz değerli arkadaşlarımızın huzurunda bir kere daha vurgulamak isterim ki toplumu huzur ve refaha taşımayan bir siyaset de din algısı da sonuçta istikametini kaybetmiş durumdadır. Biz artık kargaşayla, kaoslarla, fitne ve fücurla değil maddi ve manevi alanda inkişaf eden bir insanlık çerçevesinde yaşamak arzusunu taşımalıyız.” dedi.
Dini azınlıklar
Görmez sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemiz inanç sorunlarının ve dini özgürlüklerle ilgili birçok tartışmayı yaşayan bir çağı geride bırakmıştır. Laiklik uygulamaları başından beri birçok konunun tartışılmasını ve halkın taleplerini görmezden gelen uygulamaları var etmiştir. Bugün gelinen noktada çoğunluk taleplerin makul ölçülerde çözüme kavuşmuş olması takdire şayandır. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki, farklı dini tezahürlerle, farklı din mensubu vatandaşların bazı makul taleplerinin çoğunluk taleplerine göre aksak gidiyor olması bizi gelinen noktadaki mutluluğumuzu ifade etmekte mahcup bırakmaktadır. Ne olursa olsun tüm inanç mensuplarıyla farklı dini tezahür sergileyenlerin herhangi bir siyasetin parçası haline getirilmeden hukuk nezdinde çözülmesi gerekmektedir. Geleneksel ve tarihsel yapımızda bir şekilde kendilerini ifade eden yapıların bugün de kendilerini rahatlıkla güncelleyerek ifade etmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Özellikle şunu ifade etmek isterim ki, Diyanet olarak bizler dini açıdan toplumsal ayrışmayı ortadan kaldıran dil ve üsluba özenle gayret etmekteyiz. Hiç kimseyi ötekileştirmeden farklı dini tezahürlerin mümkün olacağını topluma izah etmekteyiz. Bu bağlamda inanç özgürlüğüyle ilgili yapılacak her türlü açılımın toplumda karşılık bulmasına yönelik toplumun hazır olduğunu düşünmekteyiz. Bugüne kadar yapılan çalışmalar ışığında kendisini çoğunluğun içinde görmeyen dini tezahürlerin taleplerinin karşılanması ile ilgili konuların teolojik tartışmalar içine çekilmeden hukuk çerçevesinde çözülmesi toplumsal barışa katkı yapacaktır. Aksi takdirde inanç tercihlerinin karşı karşıya tartıştırılması ne bilimsel açıdan bu şekliyle doğrudur ne de sosyal barış açısından doğrudur. Herkes kendisi için istediğini karşısındaki için de istemelidir. Bugün gelinen noktada kimse kimseye herhangi bir inancı dayatma hakkına sahip değildir. Herkes kendi inandığı değerlerini öğrenme, anlama ve yaşama hakkına sahip olmalıdır. Mesela burada olduğum için örnek olarak Mardin’de Süryani vatandaşlarımız var. Bu toprakların kadim bir unsuru olan Süryanilerin kendileriyle ilgili bilgi edinme ve din adamlarını yetiştirme ve din eğitimi gibi taleplerinin görmezden gelinmesi kabul edilemez. Nasıl İslam ilahiyatıyla ilgili Avrupa’da üniversite ortamında bu çalışmalar mümkün hale geliyorsa burada Artuklu Üniversitesinin bünyesinde Süryanilik, Keldanilik gibi kadim gelenekler kendilerini bilgi ortamında geliştirme imkânına sahip olmalıdır.”
“Yüzyıllardır bu beldelerde insanlar, farklılıklarıyla birlikte barış ve güven içerisinde yaşamışlardır”
Kendilerinin geleceği görebilmeleri gerektiğini ve dünden ders alarak bugünden geleceği programlayabilmeleri gerektiğini söyleyen Görmezi “İslam dünyası yeknesak bir dünya değildir. İslam dünyasında kadim farklı dinlerin, farklı İslami mezhep ve algıların, dini referans alma bakımından farklı görüşlerde olan zümrelerin yaşadığı ve farklı dil ve lehçelerin konuşulduğu bir vakıadır. Yüzyıllardır bu beldelerde insanlar barış içerisinde bu farklılıklarıyla birlikte güven içerisinde yaşamışlardır. Esenliğin hâkim olduğu bu coğrafya, maalesef modern zamanlarda bu birlikteliğin ruhunu kaybetmiştir. Modern dünya ortaçağda dine dayalı çatışmaları yaşarken biz o çağlarda sulh içinde büyük bir medeniyeti tüm unsurlarımızla birlikte inşa etmekteydik Bu medeniyet hakka, hukuka ve adalete dayalı faziletli şehirler kuruyor ve ahlaki kaygıları önceleyen toplumsal yapı insanları barış ve güven içerisinde yaşatıyordu.” dedi.
“Bugün İslâm dünyasında İslâm kimliği, Müslüman kimlik istila edilmiştir”
Görmez, “Ortaçağda çatışmayı esas alan Batı, kendi arasında barışı temin ettiği halde, bizler Batı’nın terk ettiği çatışma kültürünü esas alarak yurtlarımızı savaş alanına çevirmekteyiz. Bugün İslâm dünyasında İslâm kimliği, Müslüman kimlik istila edilmiştir. Bu kimlik yüzyıldır sürdüğü gibi müstevlilerin istilaları altında değildir. Bizzat mensuplarının heva ve hevesleri, kin, öfke, şiddet ve intikam duygularının istilasına uğramıştır. Bugün evrensel Müslüman kimlik, işgalci düşmanlarının değil, ilim ve hikmetten uzaklaşmış cahil dostlarının istilasına uğramıştır. Müslümanlar, ideolojilerini, mezheplerini, meşreplerini, cemaatlerini, fırkalarını bir üst kimlik haline getirerek evrensel Müslüman kimliği istila etmişlerdir.” dedi.
Alevi meselesi
Açık bir çağrıda bulunmak istediğini ifade Görmez şunları söyledi: “Millet olarak, ülke olarak bazı arızî sorunlarımız var, geçmişten gelen bazı ihtilaf noktalarımız var, uzun senelerde birikmiş bazı iletişim kopukluklarımız var. Bu arada ihtilaf sahalarını kaşıyan içeride ve dışarıda güç odakları var. Ehl-i Sünnet ya da Ehl-i Beyt… Sünni ya da Alevi… Kürt ya da Türk… Doğulu ya da Batılı… Biz yeryüzüne ve gökyüzüne Allah’ın merhamet nazarıyla bakmak durumundayız. Dolayısıyla biz birbirimizin velisiyiz, hamisiyiz…
Çağrım, ricam şudur, el birliğiyle inanç bütünlüğümüzü bozmak isteyenlere fırsat vermeyelim. Ama önce her ne söyleyeceksek söyleyeceğimizi kendimize, nefsimize söyleyelim. Bir nefis muhasebesinde bulunalım, bir özeleştiri yapalım. Kendimize soralım, yüreğimizde ne kadar muhabbet var, bu muhabbet nerede azalıyor, nerede bitiyor.
Soma’da yüreğimiz yandı. Kömür ocağında ölümü beklerken kurtarma ekiplerine “Ben bekarım arkadaşım evli ve eşi hamile, önce onu kurtarın” diyen kardeşimi gördüm ve onunla kucaklaştım. Bundan daha büyük bir mesaj olabilir mi? Bundan daha büyük yürek olabilir mi? Bundan daha yüce bir ruh, yüce bir ahlak, yüce bir erdem insan olabilir mi? Bu manayı, bu ruhu taşıyan milletin çocukları sen alevisin diye yanı-başındaki kardeşini, komşusunu öteleyebilir mi? Büyük bir acı yaşadık… Allah bir daha öyle bir acı yaşatmasın bize ve insanlığa… Ama büyük dersler de aldık… Allah unutturmasın…”
“İhtilaf alanları altı çizildikçe büyüyor”
“İhtilaf alanları altı çizildikçe büyüyor.” diyen Görmez, “Sevgimizi göstermedikçe, muhabbetimizi birbirimizden esirgedikçe husumet ve öfke yeşerecek zemin buluyor… Hayır, hayır, hayır… Biz alevisiyle, sünnisiyle, Türküyle, Kürdüyle büyük İslam medeniyetinin bin yıldır birlikte yaşayan çocuklarıyız. Farklılıklarımızla biriz, beraberiz, kardeşiz. Her gün selam verdiğimiz, her akşam dostça ayrıldığımız, kız alıp kız verdiğimiz, aynı sofralarda oturduğumuz, aynı hüznü birlikte yaşadığımız, aynı mukaddesata inandığımız insanlar birbirinin hukukuna sahip çıkmaktır.” dedi.
“Din, tabiatı itibariyle sivil bir yapıdır…”
Dinin tabiatı itibariyle sivil bir yapı olduğunu ifade eden Görmez, “Diyanet İşleri Başkanlığı, milletimizin dinî, ilmî ve manevî hayatına hizmet eden hiçbir sivil dinî yapının karşısında olmamıştır, olamaz da… Dinî sosyal teşekküller, geleneksel dinî yapılar, tarih boyunca önem arz etmişlerdir. Her bir dinî yapının İslâm’ın temel sabitelerine bağlı kalarak geliştirdikleri yorumlar muhteremdir. Bizim herhangi bir yorumu dayatmamız da doğru değildir. Ancak kabul etmeyeceğimiz, edemeyeceğimiz bir şey varsa o da söz konusu yapıların inanç güvenliğimizi sarsacak şekilde dinin sahih bilgi kaynaklarını bir tarafa bırakarak farklı muhayyel bilgileri dine sokuşturmaları, dini kişisel güç ve çıkarların aracı haline getirmeleridir.” diye konuştu.
Din istismarı
Görmez son olarak şunları söyledi: “Yüce Kitabımızla samimi müminlerin arasına girme çabası içinde olan yapı ve organizasyonlar hakkında dikkati elden bırakmamalıyız. Bugün dikkatle üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da din istismarıdır. Dinin asli temellerini hiçe sayan, dinden kendilerine zırh edinenlere karşı her zamankinden daha çok müteyakkız olmak durumundayız.” (M. Salih Keskin - İLKHA)