Kürt Meselesi PKK İle Çözülemez
PKK tarafından dağa çıkarılan 15 yaşındaki Mehmet Sinan Böçküm`ün ailesini ziyaret eden Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü İLKHA`nın sorularını cevaplandırdı. Kürt meselesinin PKK ile çözülemeyeceğini çünkü PKK`nin sorunun kendisi olduğunu söyledi.
DİYARBAKIR - Piknik bahanesiyle götürüldüğü Lice`de dağa çıkarılan 15 yaşındaki Mehmet Sinan Böçküm`ün ailesini oturma eylemi yaptıkları çadırda ziyaret eden Kürt yazar İbrahim Güçlü, ailenin takındığı tavrı çok cesurca ve haklı bir direniş olarak değerlendirerek bu mücadelelerinde sonuna kadar yanlarında oldukları söyledi.
Ailenin yaşadığı acı ve bölgede çözüm süreci sonrası gelişmelerle ilgili olarak İlke Haber Ajansı`nın sorularını cevaplayan Güçlü, yaşanan bu durum karşısında suskun kalan STK`ların kendileri ile bir çıkmazda olduklarını söyledi. Haksızlık yapanlar kendilerinden olunca bu STK`lar tarafından görmezden gelinmesini gayri insani bir tavır olarak değerlendiren Güçlü, İHD, Cumartesi Anneleri, Kayıp Anneleri ve kadın örgütlerini bu duruma sahip çıkmaya davet etti.
Güçlü, hükümetin çözüm sürecine başlarken Kürt meselesini örgütün penceresinden bakarak değerlendirmesinin doğru bir adım olmadığını, Kürt meselesinin bir milletin meselesi olduğunu söyledi. Hükümetin, bu sorunun çözmesini istiyorsa Kürt milletini muhatap alması gerektiğini belirten Güçlü, aksi bir durumun kimseye fayda getirmeyeceğini söyledi.
İbrahim Güçlü`nün sorduğumuz sorulara cevapları:
Barış süreci sizin için ne anlama geliyor. Barış sürecinin olumlu bir şekilde sonuçlandığına ne kadar inandınız. Bölge açısından değerlendirildiğinde barış süreci denilen sürecin toplumun faydasına olduğuna inanıyor musunuz?
Barış süreci denilen süreçte başlangıçta kast edilen şuydu: PKK silahsızlanacak ve Kürtlerin hakları net olarak verilecekti. Kürtler, kamuoyu ve dünya da bu süreci böyle anladı. Asıl beklentilerden biri de; hükümetin PKK meselesiyle Kürt meselesini birbirinden ayırt etmesiydi. Fakat o günden bu güne kadar gelişmelere baktığımız zaman şunu görüyoruz. Ne PKK silah bıraktı ne de Kürtlerin hakları tam olarak verildi.
Tam aksine PKK`nin silahlı elemanlarının sayısı 2 – 3 kat arttı. PKK`nin böyle bir uygulamaya gideceğinin ipuçları daha önceden verilmeye başlanmıştı. Abdullah Öcalan’ın Milliyet’te yayınlanmış olan görüşme tutanaklarına baktığınız zaman, heyetle yaptığı görüşmede Kandil’e şöyle bir mesaj veriyor: ‘Siz endişe etmeyin. Biz aslında silahsızlanmıyoruz. Bizim şu anda 10 ya da 20 bin silahlı gücümüz var. Öyle zannediyorum ki kısa bir süre sonra bizim silahlı güçlerimiz 100 bin olacak.’ Şimdi bunun yanı başında Aysel Tuğluk dedi ki: ‘PKK en azından çeyrek asır boyunca silahlarını bırakmayacak.’ Sırrı Süreyya da dedi ki: ‘PKK Kandil’de Kürt gençlerini eğitecektir.’ Kürt gençleri ne için eğitilecektir? Kandil üniversite mi? Burada da silahlı bir eğitimden bahsediyoruz. Gençlerin PKK’leştirmek ve Apoistleştirmek istendiği çok açık bir durumdur.
Dolayısıyla bu durumda hükümet, silahları susturmuş olmadı. PKK’nin çıkarları aslında PKK ile ittifak içinde olan Maliki’nin, Suriye’nin, Rusya’nın ve İran’ın isteğini yerine getirdi. Abdullah Öcalan’ın isteği yerine getirilmiş olmuyordu. Sadece o gün konsept olarak tarafların çıkarları örtüşüyordu.
Peki, o günden sonra hükümet cephesinde ne oldu? Hükümet PKK ile Kürt meselesini birbirinden ayırt etmeye başladı mı?
Hayır, herhangi bir adım atılmadı. Tersine, Kürt meselesi ile PKK özdeş hale getirilmeye başlandı. Hükümet PKK dışındaki Kürt siyasal güçleri görmedi. Hatta PKK dışındaki toplumsal güçler hesaba katılmadı. En kötüsü, AK Parti kendi içindeki Kürtleri bile ciddiye almadı. Bütün bunlara baktığımız zaman, yani bu barış sürecinin ne menem bir barış süreci olduğunu insan anlayabiliyor. Yani Kürt meselesi ile ilgili köprü temel bir çözüm, adım atılabilmiş değildir. PKK silahsızlanmış değildir. Şu anda Kürdistan’ın güney batısında otoriter bir rejim oluşmuştur. Tipik bir şekilde Suriye modeline uygun, BAAS modeline uygun bir tarzla siyasal partileri orada tasfiye edilmeye çalışılıyor. Öbür taraftan Kürdistan’ın bağımsız devlet olmasına karşı mücadele ediliyor. PKK Irak’ın kuzeyinde konfederal bir devlet olmasına karşı mücadele ediyor. Kürdistan başkanını itibarsızlaştırmak için çaba sarf ediyor. KDP’ye karşı savaşıyor ve çok ciddi, kirli, hakkı olmayan müdahalelerde bulunuyor. Siyasi partiler kuruyor. Siyasi partilere destek oluyor. Bütün bu gelişmeleri göz önüne aldığımızda ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.
Az önceki açıklamanızda hükümetin de bölgedeki gelişmelerden pay sahibi olduğunu ve hükümetin bu konuda bir hata yaptığını söylediniz. Hükümetin bu konuda ciddi bir hata yaptığını söylediniz. Bu noktada özellikle hükümetin tavrını değerlendirdiğimizde acaba hükümet bugün gelinen noktayı tam olarak kestiremedi mi? Gelişmeler hükümet açısından bir oldubittiye mi getirildi?
Bence hükümet bu durumu ön görememişti. Daha doğrusu hükümet yetkilileri, Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından ya da belli uzmanlar tarafından şuna inandırılmıştı: Abdullah Öcalan aracılığıyla kandil meselesini, PKK meselesini çözebiliriz. Türkiye`deki Kürt meselesi de kendi konseptimize uygun bir duruma dönüştürebilir. Dün Abdullah Öcalan derin devletin yanındaydı. Ergenekon`un yanındaydı. Bugün de onu AK Parti`nin yanına alabiliriz. Ergenekon`un, BDP/PKK kanalıyla yaptırmak istediğini engelleyebilir ya da bizler istediklerimizi bu şekilde yaptırabiliriz düşüncesinde idiler. Hatta bunun da ötesinde güney Kürdistan ile ilgili bir dizaynın dahi yine PKK kanalıyla yapabileceğini düşünmüşlerdi. Ki dikkat edilirse son zamanlara kadar hükümet ile Güney Kürdistan yönetimi aralarında ciddi sorunlar olduğunu görebiliriz. Tam 2013 yılı başlarına doğru başka bir şey yapıyorlar.
Onlar Kürdistan`ın güneybatısını PKK ve Abdullah Öcalan kanalıyla dizayn edeceklerini düşünüyorlardı. Abdullah Öcalan`ın Suriye`ye karşı çıkacağını düşünüyorlardı. Ama bunların hiç bir tanesi olmadı. Yani PYD Kürtlere karşı konuşlandı. Güney Kürdistan`la olan Türkiye ilişkilerinin daha kötü bir noktaya gelmesine sebep oldu. Güney Kürdistan`a düşmanlık yaptı. Suriye`de Baas rejimi ile ilişkilerini devam ettirdi. PKK sorunu çözülemediği gibi çatışmalar arttı ve sokaklara indi. Sokaklarda şu anda en küçük bir eylem molotoflarla ve çatışmalarla son buluyor. Değişik siyasal partilere olan saldırı devam ediyor. Seçimlerde AK Parti`ye saldırılar oldu. HÜDA PAR`a saldırılar oldu ve ciddi sorunlar yaşandı. Hatta başka illerde CHP ve MHP ile çekişmeler yaşandı. Yani çatışma kültürünü devam ettirdiler. Yine Milli İstihbarat Teşkilatı`nın tespitine göre şehir içi muhafız birlikleri oluşturulmuş. Bütün bunlar öngörülerin çok da doğru olmadığını ve hükümetin bu noktada doğru bir tespit yapmadığını ortaya koyuyor.
Devletin yaşanan bu olaylara karşı duyarsızlığı ve meselelerde amiyane tabirle çokta oralı olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizce bu neyin göstergesi olabilir?
Daha önceki soruya verdiğim cevabın aslında sonra ki adımıdır bu. Oradan gelmek istiyorum. Hükümet baktı ki, PKK/BDP ile bir yere gidilemeyecek. Onlar da yaşananların pek de istedikleri gibi olmadığını görünce Kürdistan Federe Devleti Başkanı Barzani ile ilişkileri sıklaştırma yoluna gitti. Bunun üzerine Kürdistan Federe Devleti Başkanının Diyarbakır çıkarması tesadüf değildir. Biliyorsunuz; şu günlerde petrol anlaşması, stratejik anlamda yapmış oldukları çalışmalar şunu gösteriyor; Kürt meselesini Kürt halkıyla çözmeniz lazım. Tek başına bir örgütü muhatap almanız doğru bir davranış değildir. Karşımızda bir millet vardır ve siz bu sorunu ancak bu milleti dikkate alarak çözebilirsiniz.
Şimdi bütün bunlara rağmen niye ses çıkarmıyorlar?
Öyle zannediyorum ki halen hükümetin kendine göre bir beklentisi var ve özellikle bu seçimler sanki ciddi bir etken durumundadır. Yani mahalli seçimler arkasından cumhurbaşkanlığı seçimi ve onun ötesinde 2015`te ki genel seçimler. Bütün bunlar hükümeti daha çok ilgilendiriyor. Dolayısıyla stratejik anlamda merkezde güçlerin elde edilmesi için hükümet bu politikasına devam etmek durumunda kalıyor.
Başbakanın olası bir başkanlık, yarı başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı seçiminde BDP`nin ya da bölgede etkisi olan PKK`nin desteğini elde etme adına, yapmış oldukları bazı şeyleri görmezden gelmesi durumu sizce söz konusu olabilir mi? Yani hükümet bölge insanını kendi siyasi çıkarlarına kurban mı ediyor?
Bu konuda çok ciddi iddialar var. Ancak gelişmeler değerlendirildiğinde bu konuda izlenimler iddiaların da ötesine gidiyor. Kamuoyu da gelişmeleri bu şekilde değerlendiriyor. Çünkü ortaya çıkan izlenim bu. Kendi cumhurbaşkanı adaylarını ilk turdan sonra çekerek AK Partiye destek verme gibi bir izlenim var HDP`de. Sadece Cumhurbaşkanlığında değil, yerel seçimlerde de HDP`nin AK Parti`ye destek verdiği yönünde ciddi iddialar var. Ancak şöyle bir durum söz konusu. Bu türden kirli ilişkiler üzerinden yapılan hesaplar ne Kürt ne de Türk halkına ya da ülkede yaşayan başka insanlarımıza faydası olmayacaktır. Aksine bölgeyi kaos sürükleyecektir.
Bölgede yaşayan insanlar çatışmasızlık ortamını bir fırsat olarak değerlendirdiler. Ki buna siz de katılıyorsunuz. Fakat bu çatışmasızlık ortamında özellikle kendi çocuklarıyla poz veren başkanlar, iyi kolejlerde çocukları için kontenjan ayıran Kürt siyasetçiler. Bir diğer taraftan kendi iradeleriyle! Dağa gönderilen çocuklar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada mesele çatışmasızlık meselesi değildir. PKK yapısı itibariyle silahlı bir harekettir ve derin devlet tarafından başından beri bir proje dahilinde hareket ettiriliyor. Yani PKK bir devlet projesidir ve üstelik sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin sorunu değil. İran. Irak ve Suriye`yi de içine alabilecek anlamda bölgesel bir sorundur. Dolayısıyla PKK ile sorunun çözülmesi beklenemez çünkü sorunun kendisi odur. Bu bakımdan ciddi bir mesele ile karşı karşıyayız. Meseleyi biraz da bu açıdan değerlendirmek lazım. Elit Kürtlerin çocuklarının okuyup halkın çocuklarının dağa gönderilmesine gelince; zaten hep böyle olmuştur. Silahlı güçler kategorisine karşı belirli elitler kendilerini ve ailelerini her zaman için sağlama alır ve muhafaza ederler. Bu sadece PKK ya da BDP elitinin durumu değil, Kemalist elitte böyle. Bundan dolayı haklı olarak Mehmet Sinan`ın annesi diyor ki: `Kışanak niye kızını göndermiyor? Zübeyde Zümrüt sen kızı gönder ya da oğlunu kendi iradesiyle gönder` bu çağrı aslında şu anlama geliyor; demek ki bu kişilerin çocukları okullarda, kolejlerde okuyor ve bu kişiler kendi çocuklarının iradelerini bu yönde belirlemiş. Evet, ortaya böyle bir durum çıkıyor ki, bu da dediğiniz kategorileşmeyi beraberinde getiriyor.
Böyle bir durum karşısında tavır takınması gereken malumunuz STK`lar var. İHD, Cumartesi Anneleri ya da Kayıp Anneleri diye kendilerini isimlendirerek sürekli eylem yapan örgütler var. Kadın haklarını savunduklarını söyleyenler var. Bu durma karşı takındıkları bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası bu durum çok trajikomik bir durum. Cumartesi Anneleri, Kayıp Anneleri, İHD iyi ya da kötü sağ ya da ölü bir şekilde bu durumu sahiplenmeleri gerekirdi. Kadın haklarını savunduklarını iddia eden platformlar burada yüreği yanan bu annenin durumunu görmeleri gerekirdi. Ama maalesef bu güne kadar böyle bir sahiplenme olmadı. Bir yandan özgürlükleri savunacak ve adalet talebinde bulunacaksınız. Diğer taraftan böyle bir durumda olaya karşı kayıtsız kalacaksınız. Bu acınacak bir durumdur. Yapılan eylemlerin ne kadar amacından uzak yapıldığını gösteren bir durumdur.
Bir de gözden kaçırılmaması gereken bir durum vardır. Mehmet Sinan Böçküm`ün ailesinin 14 kaybı var. Anne babalarını kaybetmiştir aile. Ağabeylerini kaybetmişler. Halen cesetlerine ulaşamadıkları akrabaları var. Aile içinden insanlar var PKK içersinde. Böyle birine karşı en azından PKK`nin ya da BDP`nin daha duyarlı olması gerekmez mi? Bu sorun Ahmet-Mehmet meselesi değil. Sorun Hayat-Memat meselesi.
Geleceğimizi kurgulamak, yeniden yapılandırmak zorundayız. Bize yeniden bir gelecek oluşturmak için bütün siyasal partilere sesleniyoruz; Geçmiş değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu çatışma kültürü ya da ötekileştirme kültürü kimseye bir fayda sağlamayacaktır. Dolayısıyla bir hak talep ederken herkese için eşit mesafede durulmalıdır. Herkes için talep etmek durumundayız. Kim haksız ise ona karşı durma ya da benim yaptığım haksızlık haktır dememeli. (Fikret Özkan - İLKHA)