• DOLAR 34.655
  • EURO 36.429
  • ALTIN 2951.435
  • ...
Cumhurbaşkanlığı  Seçimleri…
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri, hep sorunlu geçmiştir. Sorun, sadece Cumhurbaşkanının yetkilerinin geniş, sorumluluğunun az olmasından dolayı cazip bir makam olmasından kaynaklanmıyor.

Cumhurbaşkanı, padişahın eşdeğeri gibi görülüyor. Osmanlı için padişah ne kadar kutsalsa Cumhuriyet döneminde de cumhurbaşkanlığına öyle bir kutsallık yüklenmeye çalışılıyor. Cumhurbaşkanı ordunun başı olarak rejimin rengini yansıtacak, yüksek yargı ve öğretimi kontrol altında tutarak rejimin güvende olmasını sağlayacaktır.

Osmanlı’da padişahsız iş yapmak mümkün olmadığı halde padişah adeta masum kabul edilir, bütün sorumluluk sadrazama yüklenirdi. Sadrazam olmak isteyen bir bakıma idam ipini boynunda taşırdı. İşler bir gün ters gitse, sistemi sorgulamak ve padişahta kusur aramak yerine sadrazam asılır, kriz atlatılırdı.

Cumhuriyet döneminde, Çankaya Köşkü’nün Osmanlı saraylarını andırırken Başbakanlık makamının Ankara’da Kızılay dolmuş durağının yanı başında olması anlamsız değildir. Cumhurbaşkanlığı yükseklerdeki bir tür kozmik (tanrısal) makam, başbakanlık ise halkın ayağındaki bir makamdır.

Halkın temsilcisi olarak bildiği başbakanın bile seçilmesine müdahale etmekte olabildiğine iştahlı olan sistem, kendi kozmik makamı olarak gördüğü cumhurbaşkanlığı seçimini hiç oluruna bırakmadı. Halkı bu yüce (!) makama karıştırmak istemediği için cumhurbaşkanlığı seçimini Meclis’te yaptı. Ancak Meclis, hangi rengin hâkimiyeti altında olursa olsun daima halka çağdaş Batılı sistemden daha yakındır. Halka yakın olmak sisteme uzak olmaktır. Bu halka yakınlık ve sisteme uzaklık çelişkisi, cumhurbaşkanlığı seçimlerini daima bir krize dönüştürdü. Meclis, halkın adına hareket edecek ama halkın değil, sistemin uluslararası sahiplerinin ve onların yerel temsilcilerinin taleplerini dikkate alacak. Meclisler buna kolay razı olmadı; sistem ise bütün bağ ve kurumları ile meclisleri bu konuda hizaya çekmeye çalıştı.

BÜTÜN AYRINTILAR MUSTAFA KEMAL’İN SEÇİMİNDE

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı seçilmesi ile Lozan süreci ile birlikte yürüdü. Bu sürecin en önemli problemi, 1. Meclis denen o dönem TBMM’deki vekillerin halkın hür oyuyla belirlenmiş olması ve dolayısıyla önemli bir kesiminin sisteme yakın gazetecilerin tespitiyle İslamcı olmasıdır. Ankara’da “Men-i Muskirat (İçki Yasağı)Kanununu” çıkaran bu meclistir. Bu meclisin Lozan’da galip taraf olan Batılıların değerlerine uygun bir cumhurbaşkanı seçmesi mümkün değildi.

Bunun için,

1. Seçime gidildi. Daha doğru bir ifadeyle Meclis dağıtıldı. İslamcı milletvekillerinin yerine sadece Mustafa Kemal tarafından belirlenen adayların oylandığı bir seçime gidildi. Seçimler 1 Nisan 1923’te yapıldı; İkinci TBMM ancak 11 Ağustos 1923’te toplanabildi.

2. 27 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal, Avusturyalı bir gazeteciye verdiği demeçte “Türkiye’nin iç tekâmülü henüz tamamlanmamıştır. Daha başka değişmeler ve gelişmeler, cumhuriyet esasına varacaktır. Bugün olduğu kadar gelecekte de daha ziyade demokratik bir cumhuriyet teşekkül edecek ve bu cumhuriyet, hiçbir suretle Batı cumhuriyetleri esaslarından farklı olmayacaktır” diyerek Türkiye’de kesinlikle Batı yanlısı bir rejimin kurulacağına dair güvence verdi. Bu güvenceyle aslında Cumhurbaşkanlığı için Batı’nın güven ve desteğini kazandı.

Bu da yetmedi.

3. Cumhuriyetin ilanı ve cumhurbaşkanlığı seçimi için hükümet istifa ettirildi. 27 Ekim’de Ali Fethi (Okyar) Bey’in başkanlığındaki hükûmet çekildi. Yeni hükûmetin oluşturulması için toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) parti grubunda da hükûmet listesi üzerinde anlaşma sağlanamadı. Parti grubunda bir konuşma yapan Mustafa Kemal Paşa, konunun bir hükûmet bunalımı değil, rejim bunalımı olduğunu belirtti. Bu, Meclis’e yönelik bir tür muhtıraydı. Bu muhtıradan sonra 28/29 Ekim gecesi bir anayasa değişikliği taslağı hazırlandı, cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi.

Meclis, tamamı Mustafa Kemal tarafından ve alternatifsiz olarak halka sunulan, dolayısıyla kesinlikle sembolik bir seçimle (sadece adı seçim olan bir seçimle) belirlenen 287 milletvekilinden oluşuyordu. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimine sadece 158 kişi katılmış, diğerleri muhalif oy vermemeleri için Meclis dışında tutulmuş, böylece “oybirliği” sağlanmıştı.
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bütün gizleri bu ilk seçimde saklıdır: 1. Meclis ve hükümet uygun bir yöntemle kontrol altına alınmış. 2. Batı’nın desteği sağlanmış. 3. Kriz ortamı oluşturulmuş. 4. İstenen adayın seçimi için uygun zemin sağlanarak seçim (!) yapılmıştır.

Uluslararası ve ulusal yapısıyla sistem, Mustafa Kemal’den bu yana onun makamına oturacak ama “onun şanını geçmeyecek”, onu gölgede bırakmayacak cumhurbaşkanları seçme talebini sürdürüyor. Meclis ise buna direniyor.

CUMHURBAŞKANLIĞI KRİZİ DARBE GEREKÇESİ OLDU

Mustafa Kemal’den sonra ilk cumhurbaşkanı İsmet İnönü oldu. Bu seçim de ancak Mareşal Fevzi Çakmak’ın kontrol altına alınması ile sağlandı. İddialara göre Mustafa Kemal, Mareşali kendisine halef olarak seçmiş, ancak dönemin askeri ve siyasi bürokrasisi, İsmet İnönü’yü uygun görmüştü.

1950’de Demokrat Parti, iktidara geldiğinde Adnan Menderes’i değil, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı ve eski bir Kuvva-i Milliye mensubu Celal Bayar’ı cumhurbaşkanı seçti. Celal Bayar, hem çağdaş hem muhtemelen masondu. Bu vasıfları ona Batı’da meşruiyet sağlarken Türkiye’nin NATO’ya üye olma talebi İsmet İnönü ve arkadaşlarına o günün koşullarında çok tercih bırakmıyordu.

Celal Bayar ve Adnan Menderes’in devrildiği 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kriz yeniden baş gösterdi. Darbecilerin adayı General Cemal Gürsel’di. Ama Adalet Partisi’nden Senatör seçilen Ali Fuat Başgil de aday olmak istiyordu. Başgil, açıkça tehdit edildi, hatta iddialara göre kafasına silah dayandı, seçim günü Meclis askerler tarafından kuşatıldı. Localara subaylar yerleştirildi. Siyasi parti liderleri, üzerine Cemal Gürsel yazdıkları oy pusulalarını localardaki subaylara göstererek sandığa attı. Nihayetinde Cemal Gürsel seçilmiş (!) oldu.

27 Mayıs’tan sonra, Senato ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumlarla kendisini garanti altına alan sistem, asker cumhurbaşkanı dönemine geçerek problemi kendi açısından çözmek istedi. Ancak daima sağ cenah ağırlıklı Meclis bunu hiçbir zaman içine sindirmedi. Dolayısıyla daha ilk gün olduğu gibi her cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, aynı zamanda bir kriz süreci oldu.

Nihayetinde 12 Eylül darbesi de Cumhurbaşkanının seçilememesi sürecinin sonunda yapıldı. Meclise seçtirilmeyen cumhurbaşkanlığına darbe sonrasında tek adaylı, “Evet”, “Hayır”lı bir seçimle (!) Kenan Evren getirildi.

Kenan Evren’in süresinin dolmasıyla Meclis’in serbest seçimi ile cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal, ailesi üzerinden çağdaşlığını ve Amerika ile güçlü bağı ile dünya sistemine entegre oluşunu ne kadar ifade ettiyse etsin hiçbir zaman benimsenmedi, cumhurbaşkanı gibi görülmedi, törenlerde önünde kalkmayan belediye başkanları oldu, yurt dışı ziyaretlerinde o günlerde çok önemli olan telefon hizmetinden bile yoksun bırakıldı.

Özal’dan sonra yine Meclis’teki serbest seçimle cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel, seçildiği günden sonra ilk sabah namazını cemaatle kıldı; o namazı kıldığı Çankaya’daki caminin genç genç imamını şükür anlamında kendi parasıyla hacca gönderdi; ama daima Turgut Özal’ın değil, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Celal Bayar’ın varisi olduğunu ispatlama derdine düştü.

Süleyman Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer, başörtüsüne yasak getiren Anayasa Mahkemesi’nin üyesi ve Refah Partisi’ni yasaklayan o mahkemenin başkanı olarak bir tür sivil-askerdi. Onun için “bürokrasiden gelen asker” demek yanlış değildi, buna rağmen asker cumhurbaşkanlarından farklı bir tutum içinde, dindar memurların görevden uzaklaştırılması ile ilgili 28 Şubat yasasını reddetti. Ancak bu karardan sonra her ne olduysa hiçbir zaman halkın değil, hep sistemin yanında durdu.

Abdullah Gül’ün seçilmesi ise hatırlanacağı üzere 27 Nisan muhtırasına yol açtı, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi tehdit edilerek onların Meclis oylamasına katılması engellendi. Ardından 367 dalaveresi uyduruldu. Ak Parti, bu süreç içinde referanduma gitti ve Meclis’i de yeniledi.

Abdullah Gül, partisi irtica gerekçesiyle kapatılan bir milletvekiliydi, ailesi Milli Selamet Partisi geleneğinden geliyordu, hanımı başörtülüydü ve eğitim hakkının engellendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştu.
Onun cumhurbaşkanı seçilmesiyle Türkiye’de dindar cumhurbaşkanlarının önü açıldı sayılır. Ancak Gül, Refah Partisi’nin ılımlı kanadındandı, İngiltere başta olmak üzere Amerika’ya yakın devletlerle sıkı ilişkileri vardı. Buna rağmen ilk dönemde ancak Ergenekon operasyonları eşliğinde cumhurbaşkanlığı yapabildi. Şimdi onun da cumhurbaşkanlığı bir dönem için sona erdi ve Türkiye, yeniden bir cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde...

SÜRECİN HER TARAFI İLGİLENDİREN ZORLUKLARI VAR

Cumhurbaşkanlığı için en güçlü aday Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının istenmediği ve son dönemdeki bütün gelişmelerin bununla ilgili olduğu düşünülüyor. Siyaset sarsılacak, Meclis denklemi bozulacak, yerel seçimlerin de etkisiyle Türkiye siyaseti baştan sona yeniden dizayn edilecekti. Bu hedefe ulaşılmadı. Şu anda Başbakan Erdoğan’ın önü açık görünüyor.

Bununla birlikte Başbakan Erdoğan’ın seçilmesinin, seçimin bütün taraflarını ilgilendiren zorlukları vardır:

1. Uluslararası sistem açısından: Amerika’nın, İslamî kesimlerin seçimler yoluyla iktidara gelmesinden rahatsızlığını belli ettiği ve Körfez’deki Amerikan müttefiklerince İhvan-ı Müslimin’in terör listesine alındığı bir süreçte Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden uluslararası sistem memnun kalmayacaktır.

2. Türkiye’nin sistemi açısından: Erdoğan, on yılı aşkındır Başbakan’dır. Başbakanlık gibi bir icra makamından gelen birinin sistem açısından (Erdoğan’ın İslamî kökleri bir yana) bir fazla görünürlük problemi doğuracağı ve bütünü temsilde sıkıntılara yola açacağı iddia edilebilir.

3. Başbakan Erdoğan’ın kendisi açısından: Krallıkla yönetilen ülkeler ve Almanya gibi istisnalar hariç bugünkü dünyada sistem içinde ya başbakan yoktur ya da Fransız sisteminde açıkça izlendiği gibi başbakanlar ancak bakanların başı sayılabilecek kadar vardır.

Başbakan Erdoğan, bunu görüyor ve başkanlık sistemini istiyor. Partisinin böyle bir değişikliği yapması mümkün değildir. Türkiye sisteminde ise Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kenan Evren ve Turgut Özal’ın Yıldırım Akbulut dönemi dışında cumhurbaşkanları geri planda görünür, başbakanlar öne çıkar. Buna karşı iki yol vardır: Ya bunun kabullenilmesi ve Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı Abdullah Gül kadar öne çıkması ya da Başbakanlığa Yıldırım Akbulut gibi birinin atanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmi anlamda olmasa da fiili anlamda başkan olması, hem cumhurbaşkanı hem başbakan görevini yerine getirmesi…

Başbakan Erdoğan’ın birinci seçeneği kabullenmesi zordur; ikinci seçenekte ise partisinin erime ve 2015 seçimlerinde iktidardan düşme ihtimali vardır. Partisi iktidardan düşmüş bir Erdoğan için ise herhalde cumhurbaşkanlığının bir anlamı yoktur.

Öte yandan seçimi kazanmak da kolay değil. Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçiminin halk tarafından yapılması ile ilgili düzenlemeyi yapmakla hata ettiğini düşünüyor. Belki anayasayı değiştirebilecek bir çoğunluğu olsaydı bunu değiştirir ve eski sisteme geri dönerdi.

4. AK Parti açısından: Başbakan Erdoğan ile Necmettin Erbakan arasındaki en önemli fark, Necmettin Erbakan’ın ardında çok sayıda kişi bırakmasıdır. AK Parti içinde “Erdoğan’dan sonra hem vekil görünmeyecek hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uyumlu çalışıp partinin iktidar süresini uzatacak kişi kimi olabilir?” sorusunun cevabını vermek kolay değil.
Ahmet Davutoğlu ve Bülent Arınç’ın ismi öne çıkıyor. Ahmet Davutoğlu, başarılı ancak hem parti içinde yeteri kadar güçlü değil hem de dış güçler tarafından sevilmiyor. Bülent Arınç ise hem parti içinde güçlü hem de dışarı ile problemi yok gibi.
Bu karmaşık tablonun netlik kazanması için Mayıs ayının sonlarını beklemek gerek…

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir