• DOLAR 34.7
  • EURO 36.873
  • ALTIN 2936.575
  • ...
Bu Ateş  Herkesi Yakar
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hüseyin Sağlam / Doğruhaber / Yorum

Yıl 1990!

Şırnak’ın İdil ilçesinde ikamet eden Molla Sabri ile muhterem eşi Hayriye, gece saatlerinde kapılarına dayanan bir grup eşkıya tarafından silahlarla taranmış, ikisi de hunharca katledilmişlerdi.

Ardı sıra gelişen ve PKK-Hizbullah çatışması olarak bilinen süreç bölgedeki siyasi-askeri denklemde kimisinin lehine kimisinin de aleyhine olacak şekilde derin kırılmalara yol açmıştı.

O dönemde devlet, PKK’ye karşı çaresiz kalmış, PKK tüm bölgeye kabus gibi çökmekle yetinmemiş, aynı zamanda güç sarhoşluğuyla öngördüğü tedhişçi/Stalinist profiline uymayan, itaat etmeyen herkesimin kökünü kazıma yoluna koyulmuştu.

O dönemi hatırlayanlar iyi bilir. Bekaa’da Perinçekli-Küçüklü siyasal ayinler sonrası Öcalan bölgedeki dindar potansiyelin kökünü kazımaya ikna edilmiş, İdil baskını da bunun ilk adımı olmuştu.

Strateji açıktı. Zora düşen devlet aklı, Perinçek üzerinden bir manevra yaparak Öcalan’ı Hizbullah’la çatışmaya ikna etmiş, çatışmaların seyrine gerekli müdahalelerde bulunmak suretiyle de çatışma sürecini uzatmış, en sonunda PKK güç zehirlenmesinin ağır faturasını ödemek durumunda bırakılarak 2000’li yılların bilinen fetret tatiline çıkarılmıştı.

Toplumsal alanda test edilerek müşahede edilen kimi acı tecrübeler genellikle “dersler ve ibretler” bakımından ele alınır.

Ders çıkarmak yerine yaşanan acı tecrübeleri hala intikam naraları atma edasıyla ele almak ise hüsrana duyulan özlemle ancak izah edilebilir.

1990 yılında yaşanan İdil’deki hunharca cinayetler, bir anda gerçekleşen bir durum değildi. Kendini dev aynasında görmenin, derin devlet pohpohlamasının ve bu iki nedenin Stalinist zihniyetle sağladığı uyumluluğa tekabül etmekteydi.

Bölgenin değişik yerlerinde camilere yönelen saldırganlıklar, okullara sarkan tedhiş hareketleri, mahallelere hakim olmaya başlayan tahammülsüzlük ve bunun beraberinde getirdiği saldırgan tavırlar, tansiyonun yükselmesine kafi gelmişti.

Güç sarhoşluğu ve derin devlet pohpohlaması o dönemde PKK’yi dindar kitleye şu ültimatomu verdirecek noktaya getirmişti:

1- Ya bize itaat edip savunduğunuz çizginizden vazgeçeceksiniz;

2- Ya Kürdistan’ı terk edeceksiniz;

3- Ya da hepinizi tek tek öldüreceğiz.

Artık ok yaydan çıkmış, güç sarhoşluğu zehirlenmeye doğru tırmanışa geçmişti. Kullandıkları argüman hazırdı: “Üç beş sofiktirler, birkaçını yere serince diğerleri ya teslim olacak, ya da memleketi terk edeceklerdi!” Derken hepimizi bir şekilde etkileyen o çatışmalı süreç başlamış, olaylar her tarafı sarmıştı.

Olaylar yatıştığında;

1- Hiç kimse onlara itaat etmemiş;

2- Hiç kimse tehditlere boyun eğip Kürdistan’ı terk etmemiş;

3- Kimin ölüp kimin sağ kaldığı gerçeği de yüce Allah’ın takdir ettiği şekilde neticelenmişti.
….
Yıl 2014!

Yine PKK, yine bağnazlık, yine güç sarhoşluğu ve en önemlisi 2014 model derin devlet pohpohlaması.
Birkaç yıldır süren, ancak son bir yılda tırmanışa geçmek suretiyle 1990 öncesi sataşma ve saldırganlık metotlarını hatırlatan PKK’nin düşmanca tavrı, bölgedeki Müslümanlara yine aşina olduğumuz eski dayatma kültürünü akıllara getiriyor.

Müslümanların her türlü çalışmalarına karşı planlı olarak geliştirilen tahammülsüzlük, provokatörlük ve saldırganlık yöntemleri, özellikle iki tane oy uğruna Silvan’a bağlı Ekinciler köyünde yine bir yaşlı çifti silahlı eşkıyalık yöntemleriyle tehdit ederek darp etme noktasına varması, ister istemez eski dönemde yaşanan durumu akıllara getiriyor.

“Bunlar ne yapmaya çalışıyor?” diye sorup irdelemeye gerek yok. 2014 model derin aktörlerin önlerine koyduğu ajanda, İmralı adasından belleklere yüklenerek Kürdistan sahasında uygulamaya geçirilmenin gayretleri serdediliyor.
Henüz açıktan ifade etmemiş olsalar da lisan-ı hal ile dayatmaya çalıştıkları defakto durum şunu ifade ediyor:

1-Bölgenin hakimi biziz;

2-Ya bize uyacaksınız;

3-Ya buraları terk edeceksiniz;

4-Ya da hepinizi öldürürüz.

Üstelik dayatılan bugünkü fiili durum, İmralı’da, bizzat 2014 model derin devlet aktörlerinin gözetim ve denetiminden geçerek pratiğe dönüştürülmek isteniyor. Dün bu gözetim ve denetimi sağlayan “abdestsiz Perinçekler” idi, bugünkü gözetmen ve denetmenler ise “abdestli Perinçekler’dir”, bu da yeni dönemi eski dönemden ayıran biricik fark olarak öne çıkmaktadır.

Peki bundan sonra ne olacak?

Açıkçası herhangi bir kehanette bulunacak durumda değiliz. Ancak dün olduğu gibi bugün de;

1-Hiç kimse irtidat edip mürtedlere uymayacak;

2-Hiç kimse yerini yurdunu da terk etmeyecek;

3-Herkesin alın yazısını belirleyen yegane güç Allah-u Teala’dır, bu da böyle biline!

Bir kedi bile köşeye sıkıştırıldığında kendini savunma refleksi vermek zorunda hissediyorsa, insanoğlu herhalde kediden daha savunmasız olmasa gerek.

Bölgenin başta siyasi ve ekonomik olmak üzere tüm rantını yediği halde birileri topluma faydalı olmayı seçmek yerine hala çifte sallamayı marifet görüyorsa, öyle zannederim ki yüce Allah bazılarının nankörlüklerinin tırpanlanması noktasında tecelli ettirmek istediği bir takdiri söz konusudur. Başka da bir izahat şimdilik aklıma gelmiyor.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir