• DOLAR 34.561
  • EURO 36.229
  • ALTIN 2964.33
  • ...
Mişel`in Evlatları - 3
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Ahmet Yılmaz / doğruhaber

HAFIZ ESED BİR “İNSAN SİLAHI”YDI
Mişel Eflak, Hizb el-Ba’s el-Arabî’yi (Arap Diriliş Partisi) 1943’te kurdu. Uzun bir örgütlenme sürecinden sonra 1953’te partisini Suriye’de Arap Sosyalist Partisi ile birleştirdi; yeni parti Hizb el-Ba’s el-Arabî el-İştirakî ( Arap Sosyalist Diriliş Partisi) adını aldı. Ancak parti eskiden olduğu gibi “Diriliş Partisi” anlamında “Baas Partisi” olarak anılmaya devam edildi.
Hıristiyan ve Paris eğitimli Mişel Eflak’ın ideolojisi, “birlik, özgürlük, sosyalizm” sloganlarına dayanıyordu. Eflak, bütün Arapları birleştirmeyi, özgürlüğe kavuşturmayı ve sosyalizmle kalkındırıp müreffeh bir toplum hâline getirmeyi vaat ediyordu. Arap gençlerini daha çok etkilemek için ideolojisinin esasının Arap milliyetçiliği olduğunu, sosyalizmin kendisi için sadece bir araç olduğunu belirtiyordu.

Bu sloganlar özgürlüğe, birliğe ve sosyal adalete susamış Arap gençleri için çok sıcaktı. Mişel Eflak ile Suriye halkı arasındaki tek engel İslam’dı. Mişel, bu engeli aşmak için Hıristiyan, Dürzî ve Nusayri/Alevi askeri öğrencilere yöneldi.

MİŞEL’İN BİRİNCİ EVLADI: HAFIZ ESED

1930 Lazkiye doğumlu Hafız Esed, Mişel’in propagandasının yoğunlaştığı Nusayrilerdendir. Fransızlarla sıkı ilişkisi olan bir aileye mensuptur. Ailesi, Batılı bir yaşam tarzına sahipti. Suriye’de pek çok Nusayri çocuğu gibi öncelikli olarak askeri okula alındı. 1955’te Humus Askeri Akademisi’ni bitirdi, pilot bir subay olarak orduya katıldı. Üç yıl sonra 1958’de havacılık eğitimini geliştirmek üzere Sovyetler Birliği’ne gönderildi.

Şu tabloya dikkat ediniz: Köken olarak Fransızlarla işbirliği içindeki bir Nusayri… Hayat tarzı olarak Batılı bir hayata sahip bir aileden… Askeri okul mezunu ve eğitimini tamamladığı yer Sovyetler Birliği… Hocası, sosyalist-milliyetçi-Hıristiyan Mişel Eflak…

Böyle bir adam, İslam dünyası için özel bir öneme sahip Şam topraklarında kurulu bir Suriye’ye ne de iyi bir devlet başkanı olur, değil mi?

Bütün benzerleri gibi Hafız Esed’in koşusu da engelli oldu. 1961’de Suriye ile Mısır’ın birlikteliğine karşı çıktığı gerekçesiyle Suriye ordusundan atıldı. Bu süreçte Baas Partisi’nin askeri kanadı üzerinde yoğunlaştı, Alevi gençlerin parti içinde öne çıkmalarını sağlayacak bir örgütlenme oluşturdu. 1963 askeri darbesinde önemli bir rol üstlendi, darbenin ardından konumu hızla yükseldi, 1965’te Suriye Hava Kuvvetleri Komutanı, 1966’da Savunma Bakanı oldu. Süreç içinde hocası Mişel’le arası bozuldu. Daha doğrusu Mişel, onu tam yetiştirdikten sonra Suriye ile aralarında tarihî bir rekabet bulunan Irak’a geçti. Orada kendisini başka bir talebenin, başka bir katilin (Saddam’ın) eğitimine verdi. Suriye Baas Partisi, Esed’e kaldı.

Esed, 1970’te kansız bir darbeyle iktidarı ele geçirdi, 1971’de göstermelik bir referandumla resmen devlet başkanı oldu.

HAFIZ ESED, SURİYE İÇİN ÜRETİLMİŞ BİR BOMBAYDI

Batılıların İslam dünyası ile ilgili 19. yüzyıldan itibaren en önemli projeleri “insan silahı”dır. Fransızların öncülüğündeki Batılı Mason kurumları, o yüzyıldan itibaren İslam dünyasında insanlardan silahlar ürettiler, İslam dünyasının temeline konmak üzere “bomba adamlar” oluşturdular. Onların hepsinin ortak özelliği, Batılı değerlere sıkı sıkıya bağlı olmaları ve bulundukları ülkelerde anormal bir sürece, şeytani bir ihtilafa yol açmalarıdır. Onların üretiminde sahipleri tarafından “kolay kullanılabilirlik” ve seslendikleri halk tarafından aldatmayla “tüketime uygunluk” dışında hiçbir ilke çok önemsenmemiştir. Onları üretenler, “Biz onlardan yararlanabilelim; halkın bir kısmı da olsa onları kahraman sansın, böylece bütün zulümleri kurtuluşun bir aracı olarak meşrulaşsın, gerisi önemli değil” ilkesiyle hareket etmişlerdir.

Esed, Mişel Eflak tarafından bu ilkeyle Suriye koşullarına uygun üretildi. Nusayriler, Suriye tarihi boyunca sarp dağlara sığınarak yaşayan bir azınlıktı. Onlardan birinin devlet başkanı olması Suriye koşullarında başlı başına bir anormallikti. Suriye’nin çoğunluğunu oluşturan Sünnilerin bunu kabullenmesi imkânsızdı. Onu iş başına getirmek Suriye’yi ihtilafa, iç çatışmaya, dolayısıyla zaafiyete sürüklemek için yeterli bir nedendi.

“Hafız Esed” adlı bombanın kamuflesi için gerekli tedbirler alındı. Esed, hocası Mişel Eflak’tan farklı olarak israil’le mücadeleyi öncelediğini iddia etti, bütün Suriye’yi buna göre dizayn etmeyi vaat etti. Bu vaat, Arap milliyetçilerini ona yaklaştırdı.

Esed, Baas’ın ana sloganlarından “birlik” üzerinde durdu; Suriye toplumunda dışlanan Dürzî ve Nusayrileri kendisine bağladı.

Esed, ilerici olduğunu söyledi; Batılı hayat tarzının Suriye’deki öncüsü olan Hıristiyanları kendisine bağladı.
Esed, hürriyet ve sosyalizmden söz etti, topraksız kimi Kürtlerin ilgisini çekti.

Bu koşullarda onun üretim amaçlarına aykırı düşen tek kesim olarak Sünni dindar Araplar ve aynı özellikteki Kürtler kaldı.
Esed’i üretenler için bunun bir zararı yoktu. Sünni dindar Araplar, Batılılar için “ezilecek”; Kürtler ise “değiştirilecek” kesimdi.
(Aynı Hafız Esed, Suriye-Mısır birleşmesine karşıydı. Bu da onu böyle birleşmeye karşı olan Suudi Krallığı gibi rejimlere yaklaştırdı. Petrol sahibi Arap ülkeler, Suriye’ye Esed döneminde resmen petrol akıttı.)

SOSYALİST-MİLLİYETÇİ-MÜNAFIK

Esed ve partisinin güçlenmesi, Sünni Arapların içindeki en önemli hareket olan Müslüman Kardeşlerin tepkisine yol açtı. Hareketin, Baas Partisi’ni oluşturan Nusayri, Dürzî ve Hıristiyanlara karşı tepkisi arttı. Hem aile kökeni olarak hem aldığı eğitimle İhvan’a düşman olan Esed için İhvan artık sadece “gerici” bir hareket değildi, aynı zamanda “birliği” bozan bir “fitne” hareketiydi. Hatta İngilizlerin ve dolayısıyla siyonistlerin büyüttüğü bir yapıydı.

Dindar kesimlere zulüm, Suriye’de önemli bir kesimi teşkil eden Sünnilerin ortak bir tepkisine yol açabilirdi. “Tüketime uygun olma” ilkesiyle yetiştirilen Esed, münafıklık yapmak gerekiyorsa “münafıklık yapan” adamlardandı, dindar halkın tepkisine karşı hemen tedbir aldı, münafıklığa başladı, 1974’ten itibaren düzenli olarak Cuma namazına gitti, bir ara Umre ziyaretinde de bulundu. Böylece bu azılı katili desteklemek için “meşruluk” arayan sözde alim ve din adamlarının eline koca bir “meşruiyet belgesi” geçti. Madem o namaz kılıyordu, artık onu desteklemek “meşru” hatta “zorunlu”ydu. O, otorite ve ululemr idi. Bunu söyleyen Şii falan mıydı sanırsınız, ne münasebet, onlar Suriye Sünniliğinin İhvan hareketi dışında kalan en önemli temsilcileriydi.

Suriye Diyanet İşleri Başkanı ve sözde Nakşibendî Şeyhi Şeyh Muhammed Keftaro, Suriye radyolarında halkı ona itaate çağırıyordu, onunla kol kola girip Cuma namazına gidiyor, minberlerde ona dua ettiriyordu.
Adını söyleme gereği duymadığımız, Suriye Kürdistan’ında yerleşik başka bir Nakşî Şeyhi de ( Ki müritleri o dönemde Kürtler arasında Şii diyerek İran’a düşmanlığın bayraktarlığını yapıyordu) ona itaatin farz, ona karşı çıkmanın asilik olduğunu bildiriyordu.

(Esed, aynı dönemde Lübnan’da İhvan’a karşı olduğu gibi Şii hareketlere karşı da olumsuz bir tutum içindeydi.)

İÇERİDE VAMPİR DIŞARIDA TİLKİ

Batılı güçler tarafından ulusalcı ideoloji üzerine tasarlanan Ortadoğu ordularının ortak özelliği, kendi halklarına karşı organize edilmiş olmalarıdır. Onların temel görevi, ülkeyi dışarıya karşı korumaktan öte, içeride rejimi korumaktır. Bunlar “milli bir ordu” olmaktan öte, “devrim muhafızları” olarak tasarlanmıştır.

Devrimlerinin düşmanları ise daima halklarıdır. Bu ordular, halklarına karşı saldırgan ve acımasız; dışarıya karşı ürkek, uzlaşmacı ve sözde daima sulhtan yanadır.

Bunun en çarpıcı örneği Hafız Esed’dir. Hafız Esed, Baas Partisi’nin askeri kanadının etkin komutanı olarak 1964’ten itibaren İhvan-ı Müslimin’e karşı acımasız bir savaş yürüttü. Binlerce İhvan mensubunu işkenceden geçirdi, binlercesini kurşuna dizdi.

Şubat 1982’de ise kardeşi Rıfat komutasındaki birliklerini Hama üzerine gönderdi; on binlerce Müslümanı şehid etti; onunla da yetinmedi, kendisine karşı çıkma ihtimali bulunan bütün alimleri Nakşibendi, Kadiri, Rufai demeden kurşuna dizdi. Suriye’deki İslamî hareketin ele geçirebildiği bütün lider ve mensuplarını şehid etti. Geriye kalanları da kendilerini sormanın bile yasak olduğu zindanlarda çürüttü.

Aynı Hafız Esed, israil karşısında yeteneksiz ve ürkekti; 1967 Arap-israil Savaşı’nda (Altı Gün Savaşı olarak da bilinir) Suriye ordusunun başında yer alıyordu. Komutasındaki Suriye ordusu hiçbir varlık gösteremedi, kendisinin organize ettiği hava kuvvetleri israil’in karşısına bile çıkamadı. Esed, israil’le savaşı Baas içi tartışmalara alet etti, gerekli tedbirleri kasıtlı olarak almadığı için Suriye Kara Kuvvetleri israil karşısında bir varlık gösteremedi.

Ülkesinin en verimli toprakları arasında yer alan ve Arap yarım adasının en önemli su kaynakları arasında sayılan Golan Tepelerini isaril’e kaptırdı. Suriye’yi birlik içinde özgürlüğe ve sosyal adalete kavuşturacak olan adam, Suriye toprağını israil’e yem etti.

1982’nin Şubat’ında Hama’da vampir kesilen Hafız Esed, aynı yılın Eylül ayında siyonist kasap Ariel Şaron’un emrindeki Falanjistler Sabra Şatilla Katliamı’nı gerçekleştirirken kılını kıpırdatmadı.** Vazifesinin Suriye’yi ya da çevresini korumak değil, Suriye Müslümanlarını etkisizleştirmek olduğunu tekmil ispatladı.

KÜRTLERİ YOLDAN ÇIKARDI

Suriye Kürtleri, Suriye’nin en dindar kesimini oluşturuyordu, bu yönüyle israil ve emperyalizm için en önemli tehdit unsurlarından biriydi. Bu yapısıyla israil’e karşı savaşan ordular için önemli bir güç kaynağı olabilirdi.
Suriye’nin faşist rejimi altında inim inim inleyen bu mazlum halka Hafız Esed göz kırptı; kurtuluş için bir ışık arayan Suriye Kürtlerinin bir kısmı ne yazık ki ona karşılık verdi. Esed, Kürtlere yazılı hiçbir hak tanımadan onları kuru vaatlerle rejime bağladı, rejimin payandası yaptı;

Mardinli Mele Ahmed gibi alimlerini ta Türkiye’ye kadar takip ettirip şehid etti; geriye kalan kimi alimleriyle anlaştı, onlara iltifatta bulunma karşılığında Kürtlerin gençliğini satın aldı, Suriye Kürt toplumu kısa bir süre içinde Suriye’nin dinden en uzak kitlesine dönüştü.

Ama Esed, uluslar arası güçler adına Kuzey Kürtlerini de İslam’dan uzaklaştırma ihalesini üzerine aldı. PKK’yi himaye ederek Kürtleri İslam’dan uzaklaştırma sürecinin en önemli aktörlerinden biri oldu.

Mişel Eflak, onunla ne kadar iftihar etse azdır ve Batılı güçler Mişel Eflak için dev anıtlar dikse onun hakkıdır.
Batılı orduların yapamadığını bu adam tek başına Suriye’de yaptı, sonra Irak cephesine geçti; orada ikinci evladı Saddam üzerinden fitnesini sürdürdü.

Esed, eğitiminin bir kısmını Sovyetlerde almıştı ve Rusya’nın eski başbakanlarından Yevgeni Primakov, Mısır İhvan-ı Müslimin hareketinin CIA tarafından Cenevre’de kurulan bir piyon yapılanma olduğunu iddia ediyor.* Bu fikir, Arap devrimcisi denen bütün Arap sosyalistlerine ezberletiliyordu. Çünkü yine aynı adam “Rusların Gözüyle Ortadoğu” adlı kitabında Arap devrimcileri dediği Arap sosyalistlerin İslamî gelişmeye karşı en önemli engeli teşkil ettiklerini söylüyor, bu yönde desteklendiklerini belirtiyor. Suriye Baas Partisi’nin Sovyetlerin denetiminde olduğunu söyleyen Primakov, sözde Arap devrimcilerinin ortak özelliklerini şöyle açıklıyor: “ABD ile ilk dönemlerde özel ilişkiler kurma, “Arap sosyalizmine” bağlılık, dini muhalefet ve İslamcılarla mücadele, sosyalist bloğu yöneten SSCB’ye yakınlaşma ama katılmama.”
Bu sözlere dikkat ederseniz, bu liderlerin II. Dünya savaşından sonra Amerika’dan Rusya’ya bütün emperyalizme dönemine göre hizmet; İslam’a ise düşmanlık için üretildiklerini açıkça görebilirsiniz. Amerika, (Körfez Savaşı’na kadar) hiçbir zaman onlara karşı gerçek bir savaş vermedi, aksine işine geldikçe onları tepe tepe kullandı. Rusya ise onlara hep ağabeylik yaptı, uluslar arası emperyalizm adına onları denetledi.
 

Haftaya inşaallah Saddam Hüseyin’i anlatacağız.

*Bütün liderleri lanetlenmiş Yahudilerden olan sosyalistler, muhatap oldukları bütün İslamî hareketler için bu tür iftiralar uydurmuşlar ve ne yazık ki her ülkede aklı hafif veya kalbinde şeytani bir kuşku bulunan kişileri etkileyebilmişler. Primakov, kitabının 24. sayfasında İhvan’ın 1928’de İngilizlere karşı kurulduğunu söylüyor, sonraki sayfalarda ise onu emperyalist güçlerle ilişkilendiriyor, 128. sayfada ise bu iftirada bulunabilecek kadar alçalıyor.

** Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta: Ortadoğu

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir