• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Batı ile Savaşımız Ve İçerideki Taşeronları
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

MEHMET ÖZCAN / DOGRUHABER - ANALİZ
Türkiye’de bir süredir hükümet ile paralel yapı arasında devam eden karşılıklı sözlü-kasetli-dinleme kayıtları üzerinden süren savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Bu savaşı sürdüren hükümet ihanete uğradığını belirtirken, Fethullah Gülen grubu ise, hükümetin paralellikle suçlamalarını kanıtlarcasına emniyet, yargı ve devletin diğer kilit noktalarından pasifize edilmelerine rağmen varlığını hissettiriyor. Peki, bu savaş Gülen grubunun kendi menfaatleri çerçevesinde verdiği varoluşsal bir direniş mi, yoksa kendi menfaatlerini de içerisinde gizleyen ancak birileri adına yapılan bir ihanet sarmalı mı?

Eski sömürü ve işgal kültürünü yeni versiyonlarla sürdüren uluslararası şer güçlerin oluşturduğu siyonist haçlı ittifakının İslam dünyası üzerinde devam eden işgal politikası, ülkeleri en direkt ele geçirme siyasetinden ziyade yıllardır yapılageldiği gibi ülke içerisindeki işbirlikçi taşeron grup, parti, asker ya da kişiliksiz kişiler üzerinden sürdürüldüğü herkesçe bilinen bir taktik olarak işlemeye devam ediyor.

BATI HAZIRLIKSIZ YAKALANMIŞTI AMA…
Kendi kendine düşman üretip güçlenme hedefli 2001 Afganistan işgali ve hemen sonrası sözde demokrasi vaadiyle 2003’te girilen Irak’ta birçok amaçtan biri olan petrolün hortumlanması ile ardından Müslümanlar arası mezhebi farklılıkları ayrılık nedeni gören fitne tohumu nihayet atılmıştı. Ama iki milyon ceset bırakılan Irak işgalinin semeresi tam olarak alınamamış ve başta Amerika olmak üzere Avrupalı şer güçler ekonomik krize girmişti. Tabi bunun acısı çıkarılmalıydı. Derken Tunus ve Mısır’da başlayan Arap Baharı Yemen, Bahreyn ve Suriye’de yankı bulmuş ve Batı, hazırlıksız yakalanmıştı. Bunun da rövanşı alınmalı ve ipler tekrar ele geçirilmeliydi.

Zalim Esad rejiminin Suriye’de halkın barışçıl gösterilerini kanla bastırması ülkede iç savaşı başlattı ve Batı için bulunmaz bir fırsat doğdu. Batı’nın ta üç yıl önce farkına vardığı ve uygulamaya koyduğu plan ise şuydu: İçerisinde İran ve Hizbullah’ın da olacağı Suriye iç savaşına el Kaide ve diğer silahlı grupların da katılmasıyla bölgede mezhepsel zeminli bir savaş hesaplandı. Başlayan savaşta Batı, muhaliflerin zayıf anlarında silah yardımı yaptı ama biraz güçlendiğinde bu kez silah yardımını kesti. Böylelikle ortada savaşın süreceği bir denge tutturmaya çalıştı ve başardı da. Siyonist israil rejiminden zaman zaman yapılan açıklamalarda bu savaşın kendileri için giderek bulunmaz bir fırsata dönüştüğü şeklinde itiraflar gelmeye başladı.

BÖLGENİN CEHENNEME ÇEVRİLİŞİ HESAPLANIYORDU
Irak’ta neredeyse her gün patlayan bombalar şer güçlerin amacına hizmet ededururken; Suriye iç savaşının bir aşama sonrası için sırasıyla İran ve Türkiye’nin de katılarak bölgenin cehenneme çevrilmesi hesaplanıyordu. Ama Batının tüm ısrarlarına rağmen Türkiye, Suriye’ye girmeyerek bu hesabı bozdu. İran ise şu an için Batı’nın bir başka işgal alanı açamayacak acizlik içerisinde olduğunu bildiği için her zamanki Fars siyasetini sürdürmektedir.
Türkiye’nin Suriye’de devam eden savaşa müdahil olmaması, bölgede ekonomik ve siyasi anlamda giderek güçlenen bir fotoğraf ortaya koyması ve ülke içerisinde Batı güdümlü hareket eden taşeronlara darbe vurması, hükümeti siyonist haçlı ittifak şer grubunun en direkt hedefine oturttu. Hele bir de Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz nisan ayında ‘Gazze’ye gideceğim demesi siyonistleri deliye döndürmüştü. Başbakanın Gazze’ye gitmesi demek Gazze ablukasının kırılması ve en önemlisi de Hamas’ın uluslararası arenada meşruiyet kazanması anlamına geliyordu. Bunun bir diğer ayağı Mısır’da Mübarek’in devrilerek yönetime İhvan’ın gelmesi de aynı amaca daha kapsamlı hizmet ediyordu. İhvan yönetimli Mısır, Gazze’yi siyonist ablukadan rahatlattığı gibi kurtaracaktı da. Ancak siyonist Batı şer ittifakı bu duruma göz yumamazdı ve öyle de oldu…

Seçimle gelen meşru yönetime darbe yapıldı ve Batı, katliamlar yapılmasına rağmen gözünü kapattı. Şu an Rusya’nın Kırım’a müdahalesine işi olmamasına rağmen sert mesajlar veren ve Rusya’ya yaptırım uygulayacağını belirten aynı Batı, Mısır’da darbeye ve binlerce insanın katledilmesine onay vermişti. Mısır-Kırım karşılaştırması, Batı’nın ikiyüzlü iğrenç politika sergilediğinin sadece bir örneğini teşkil ediyor. Bunun gibi daha çok örnek verilebilir.

SUUDİ, TAHTININ SELAMETİ İÇİN BATI’YA İSLAM DÜNYASININ ZENGİNLİĞİNİ SUNDU
Bir diğer alçaklık ise; Suudi ve yandaşı Batı işbirlikçisi rejimlerin, Mısır cuntasını Müslümanları katletmelerine açıkça arka çıkması ve milyar dolarlarla desteklemesi durumudur ki bu, kabul edilebilir olmadığı gibi İslam âlemine karşı cevabı halen verilmemiş büyük bir ihanet olarak durmaktadır. Son olarak İhvan-ı Müslimin hareketini “terörist” ilan eden Suud rejimi, Katar’ın Hamas ve İhvan’ı dışlamaması nedeniyle elçilerini geri çekmişti. Darbecileri, dikta rejimleri destekleyen ve bu durumu kurdukları krallığın sona ermemesi için yapan Suud krallığı, İslam dünyasında ifsat çalışmaları kapsamında Müslümanların yöneticilerini seçmelerine engel olmak için tekfirci bir zihniyetle Müslümanlar arasında ifsat çalışmalarını sürdürüyor. Yapılan bu fitneyle Suud ailesi krallığını korumaya çalışırken Batı’ya da İslam dünyasının zenginliğini sunmaktan geri durmuyor.

TÜRKİYE’YE DIŞ DESTEKLİ 2. DARBE GİRİŞİMİ
Suudi ve yandaşı Arap rejimlerinin saltanatlarını kaybetmemek uğuruna Batı’nın müstemlekesi altında kalmalarına karşın bir zamanlar aynı durumda olan ancak son yıllarda bu zillet durumundan kurtulmak için mücadele veren Türkiye için tam bağımsızlık mücadelesi elbette kolay olmayacak. Bunun için Türkiye’de cereyan eden son bir yıldaki gelişmeleri ele alırsak rahatlıkla bunu tahlil edebiliriz. Dış destekli darbe girişimi önce “Çapulcuların Gezi Parkı eylemleriyle başladı, çok ses getirdi ancak başarılı olamadı. Ardından devlet içerisinde “paralel bir yapı”lanmayla örgütlenen Gülen grubunun 17 Aralık operasyonuyla başlayan darbe girişimi de Gezi’de olduğu gibi Türkiye’yi Batı’nın müstemlekesinde tutma girişim ve çabaları da halen başarıya ulaşabilmiş değil. Kendinden başka hiçbir grup, hareket ve cemaatin ülkede etkin olmasına müsamaha göstermeyen ve bu şekilde ülkenin sağ sol tüm dinamiklerini karşısında bulan “paralel yapı”nın Başbakan Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümeti düşürmeye yönelik patlak veren ihanet çemberi, halkın da bu gruba karşı büyük bir öfke duymasına sebep olmuş durumda.

İslami yaşam noktasında geçmişten bugüne gönüllülerine birçok tavizler verdiren Fethullah Gülen’in ‘başörtüsü furuattır’ fetvasıyla başörtülerin çıkarılarak okullara devam ettirilmesi, ordu, emniyet ve benzer durumdaki devletin kilit kademelerinde yer alabilmek için namaz kılmamak dahil her türlü takkiyeyi meşru görmüştü. Diğer yandan İslam’ın başka bir dinle karıştırılamayacağı gerçeğiyle beraber din adamları ve kurumları arasında olabilecek diyaloga ‘dinlerarası diyalog’ yanlış söylemini geliştirerek Hristiyanlarla bir araya gelen ve çok sıcak bir bağ kuran Fethullah Gülen’in aynı hoşgörüyü kendi dindaşı Müslümanlara gösterdiğini kimse iddia edemez. Bunun en iyi örneğini geçmişte siyonist israil’in Gazze’ye saldırısı sonrası gördük. İsrail, binlerce kişinin yanı sıra ve yüzlerce çocuğu katlederken Fethullah Gülen, yaralanan birkaç Yahudi çocuk için ‘içim yanıyor’ diyordu. Mavi Marmara gemisi abluka altındaki Gazze’ye insani yardım götürürken saldırıya uğruyor, 9 Müslüman şehid oluyor ama Gülen, bunun için de ‘otoriteden izin alınmalıydı’ diyerek kimin tarafında olduğunu açıkça ele veriyor ve siyonist israil rejimini bölgenin tek hakimi olarak görüyor. Bu örnekler geçmişte de söylediğimiz gibi iftira ya da karalama amaçlı değil, sadece olan gerçeği resmetmektir.

Menfaatini, İslami hizmet ve yaşamın önünde gören bu zihniyete sahip bu gruba gönül vermiş insanların, belli bir süre sonra bu gerçekleri görüp çok geçmeden yollarını ayırmaları kuvvetle muhtemeldir.

BATI VE İSLAM DÜNYASININ SAHİP OLDUĞU ARGÜMANLAR
Tekrar işin uluslararası boyutuna dönersek; şer güç siyonist haçlı ittifakının dünya üzerinde İslam’a karşı yürüttüğü bu savaşta Müslümanların verdiği mücadele sadece öldürülmek, katledilmek ve yağmalanmak oluyor. Filistin davası bu konuda en iyi örneği teşkil ediyor. Kudüs ve çevresi yağmalanarak Yahudileştirilmiyor mu? Gazze yedi yıldır ambargo altında ara ara katledilerek inletilmiyor mu?

Tarih boyunca devam eden bu mücadelede şer güçlerin kullandığı argümanlara karşılık Müslümanların geliştirdiği argümanlar ya yok, ya da çok zayıf kalıyor. Mesela Batı’nın teknik olarak sahip olduğu; nükleer silah, nükleer enerji, modern silahlar, savaş uçakları ve gemileri, modern iletişim ağları, uzay istasyonları gibi argümanlar, Müslümanların ellerinde yok veya sahip olsalar bile inisiyatiflerinde değil… Diğer yandan güçlü bir medyaya sahip olan siyonist haçlı zihniyetine karşılık İslami medya, başta sinema olmak üzere kültür sanat gibi birçok alanda profesyonellikten uzak çok geriden geliyor. Şer güç kategorisinde bulunan beş daimi üyenin kontrolünde 193 üye ülkeli dev bir yapı ve orduya sahip Birleşmiş Milletler(BM) kurumuna karşılık, üyeleri İslam ülkelerinden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT), kurulduğu günden bu yana hiçbir işgali, katliamı, hukuksuzluğu durduramadığı batı karşısında İslam dünyasının menfaatine sayılabilecek hiçbir icraatta bulunabilmiş değil. En önemlisi de 250 milyon nüfusa sahip ABD’nin önderliğinde ve 500 milyonluk bir nüfusla kurulan Avrupa Birliği’ne karşılık, 2 milyara yaklaşan nüfusuyla İslam dünyasının hala bir birlik kuracak irade sergileyememesi ümmetin daha çok çalışması gerektiğini gösteriyor.

İSLAM ÂLİMLERİ VE MÜSLÜMAN LİDERLERE BÜYÜK GÖREVLER DÜŞÜYOR
İslam dünyasının barışa ve huzura kavuşması için öncelikle İslam âlimlerine büyük görevler düşüyor. İslam âlimleri, Batı’nın kuklası gibi hareket eden Suudi rejimi gibi batı işbirlikçilerince, mezhebi farklılıkları ayrı dinlermiş gibi gösteren bir algı oluşturmasına fırsat tanımamalılar. Âlimler, Müslümanların mezhebi farklılıklarının aşırıya kaçmamaları ve birbirlerine üstünlük sağlamamaları halinde İslam ümmetinin zenginliği anlamına geldiği bilincini Müslümanlar arasına yaymalılar. Müslüman bireylerin de fitnelere kanmayacak İslami bir bilince erişebilmek için okumaları ve İslam ümmetinin selahiyete kavuşması için ellerinden ne geliyorsa yapmalılar. Ümmetin vahdete kavuşması ve birlik içerisinde hareket edebilmesinin yolu âlimlerin susmaması ve Müslüman liderlerin cesaret sergilemesiyle mümkündür ki bunun da bedelleri elbette olacaktır.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir