• DOLAR 34.601
  • EURO 36.158
  • ALTIN 2959.531
  • ...
İctihad Hatası
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Gecenin bir yarısı evine neden aniden baskın yapıldığını eşyalarının neden darmadağın edildiğini, koltuk ve koltuk yastıklarının neden delindiğini, çok sevdiği kitaplarının odanın ortasına-atılıp yakılma üzere bekletilen odun yığını gibi-neden yığıldığını anlamakta zorluk çekiyordu. Kendinde bir suç aradı. Bu onur kırıcı muameleyi gerektirecek bir suç emaresini bulmayı ümit etti bir an ama bulamadı. Gecenin bir vaktinde büyük gürültü çıkarılarak yapılan bu ani baskının sebebini gerçekten çok merak ediyordu, Dilaver Hoca bin bir düşünce içerisine girmişti. Terörle mücadele şubesine bağlı polislerin ‘gece demeden, uyuyan var demeden’ kapıyı çalma zahmetine katlanmayıp kapıyı kırmaya çalışmalarını ve ekip otolarından çıkan korkunç siren sesinin komşularını uyandırdığını düşününce üzüldü. Çevredeki komşular da hemen hemen hepsi ses nedeniyle uyanmış ve pencereye çıkmışlardı. Dilaver Hoca çevresinde tanınan saygın bir şahsiyetti. Toplumsal sorunlarla yakından ilgilenir komşuluk ilişkilerine ise ayrı bir ehemmiyet gösterirdi. Mümin - kafir – akraba – yabancı farkı gözetmeksizin komşularla iyi geçinmeyi emreden İslam’ın bu eşsiz ilkesi Dilaver Hoca’da tecessüm etmişti. Bununla beraber Dilaver Hoca bilhassa gençlerin onu bir korunak gibi görmelerine imkan vermişti. Dilaver Hoca bir an olduğu yerde durakladı ‘Siren sesleri gürültüler... kapı kırmalar... komşuların meraklı bakışları..’ Bunları düşününce yapılan baskının nedenini anladı. Daha önceleri TEM’in gizli yüzü JİTEM sessiz sedasız Müslümanların bulundukları evlere baskın yaparak, gözlerine kestirdiklerini göz altına alıp binbir işkence cenderesinden geçirerek sorguları hazırladıkları fezlekelerle tutuklanmalarını sağlardı. Şimdi ise tam tersi olmuştu. JİTEM’in zahir yüzü TEM her şeyi aşikar yapıyor hatta bunda mübalağaya gidiyordu. Bunun tek nedeni vardı oda bu tanınmış saygın insanların itibarını zedelemek, toplum nezdinde onları küçük düşürmekti. Evet tüm gürültü ve patırtının sebebi buydu. Kısa bir süre önce değerli bir kaç alim de aynı şekilde gözaltına alınmış trajikomik bir sorgudan sonra serbest bırakılmışlardı. Dilaver Hocanın bulunduğu nezarethane koridorunda yankılanan kahkaha sesleri Dilaver Hocayı nezarethanenin kapısına yöneltti. Koridor uzun olduğu için ehli kahkahanın, bulunduğu nezarete gelip gelmeyeceklerini bilmiyordu. Az bir zaman sonra karşısında polisleri görünce kalabalığın kendisi için olduğunu anladı. Normal şartlarda görüldüğünde solcu denilmeyi hak eden kısa boylu ve esmer tenli polis iki dudağını örten bıyıkları arasından Dilaver Hoca’ya bakıp dedi ki: Ne o Dilaver bizi mi dinliyorsun? İslam’ın tecessüsü haram kıldığını bilmiyor musun? -Sizin ise yıllara sığmayan tecessüsleriniz var. Polis bu hazır cevap karşısında birden afalladı.

Doğruydu. Yıllardır ellerinde bulunan teknolojik imkanlarla Dilaver Hoca ve onun gibi Müslümanların telefonlarını dinliyorlar, telefonda açık bulmayınca evlerin camları vesilesiyle yatak odalarında konuşulanların dahi dinlemesini yapıyorlardı. Bunların dışında da ellerinde birçok teknolojik imkan vardı. Dinler tarihi konusunda neredeyse uzmanlaşmış olan badem bıyıklı polis konuyu değiştirme ihtiyacı hissetmişti. Yumuşak bir üslupla: - Kardeşim devletin varlığını muhafaza etmek ve bekasını idame ettirebilmek için bu tür tedbirlere ihtiyacımız var aksi takdirde dahili ve harici düşmanlarımızın hışmına uğrar, devletimizi ve topraklarımızı kaybederiz. İyi polis kötü polis taktiği devreye girmişti.

İyi polis iyi yetiştirilmiştir. İslami endişesi olan insanlara yumuşak bir üslupla hitap edildiğinde gerginliğin olmayacağını biliyordu.

Dilaver Hoca konu hakkında tartışmanın faydasız olacağını bildiği için fazla üstelemedi. Münakaşadan hoşlandığı her halinden belli olan solcu tipli polis kaba bir üslupla:

– Siz niye bu devlete karşı mücadele ediyorsunuz?

Polis farkında olmadan bu soruyla Dilaver Hoca’nın davasını anlatmasına imkan ve zemin hazırlamıştı. İçten bir sürur ile cevap verdi: - Siz de çok iyi biliyorsunuz ki yüce Allah kati bir suretle faizi haram kılmış ve faiz ehlinin Allah ile muharebe halinde olduğunu belirtmiştir. İçkiyi, falı ve kumarı şeytan işi birer pislik addedip bunları da kesin bir şekilde yasaklamıştır. Hakeza gönüllü veya gönülsüz olsun zinayı ve fuhşu haram kılmıştır. Kuşkusuz bunların ciltlere sığmayan hikmetleri vardır ve bunların haramlığı insanlık için çok gereklidir. Ancak bahsetmiş olduğunuz devletin yönetim sistemi “Faizsiz ekonomi olmaz” diyerek faize kapı aralamış. Özgürlük adı altında zina, fuhuş ve içkiyi, sayısal loto, piyango gibi isimlerle kumarı helal addetmiş hatta fazla vergi getirdiği için bunların işlenmesini teşvik etmiştir. Yeri geldiğinde de bu işleri yapanlar vergi rekortmeni ilan edilerek laltif edilmiştir. İşte yüce Allah helallerin haram, haramların helal kılınmasını “Tuğyan” yani “Haddi aşmak” olarak nitelemiş ve Müslümanın bunlarla en güzel şekilde mücadele etmesi gerektiğini belirtmiştir. Aynı zamanda da bu tür fiileri işleyen ehl-i tuğyanı reddetmenin imanın bir gereği olduğunu buyurmuştur. Başından beri konuşmaları dinlemekte olan yumuşak üsluplu polis fırsattan istifade araya girip tuğyan kavramının geçtiği ayetleri okumaya başladı. “Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse o sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara/256) “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar, öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz şeytanın hileli dümeni pek zayıftır.” (Nisa/76) Ancak sizin bahsettiğiniz konular bu devlet sistemini tağuti bir devlet yapmaz, zira devlet yöneticilerinin hemen hemen hepsi namaz kılıp oruç tutuyor ve hacca gidiyorlar. Aynı zamanda zekatlarını veriyorlar. İslam’ın ilk şartı olan Kelime-i Şehadeti dillerinden düşürmüyor ve kulluk görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar. Söyler misiniz bu ibadeti eda eden yöneticilerin yönettiği devlet nasıl olur da gayr-i İslami ve tağut olur? Dilaver Hoca devleti ve ona bağlı kurumları İslamlaştırmaya yönelik dile getirilen bu düşüncelerle sık sık karşılaşıyordu. Yöneticilerin yaptığı ibadetler sebep kılınarak çoğu zaman yöneticiler emir’ül muminin, hakimler kadı, mahkemeler de İslam mahkemesi olarak görülüyordu. Polisin sözlerinin tam olarak bittiğinden emin olduktan sonra cevap verdi

Dilaver Hoca:

– Bir failin fiiliyle bir fiilin keyfiyetini karşılaştırmamak lazımdır.

Yöneticiler istedikleri kadar namaz kılsınlar yine de bu sistemi tağuti olmaktan çıkarıp İslami yapamaz. Mesela bir bardak, sürahi veya kabın yeşil olması onun içindeki suyun rengini de yeşil yapamaz. Onun yeşil görüntüsü izafidir ve üzülerek belirtmeliyim ki bugün bazı Batı hayranları kabın yeşil olmasından dolayı suyun yeşilliğine hükmetmişlerdir. Dilaver Hoca konuşmasının bu kısmında diğer polise dönerek: - Evet ben bu devlet sistemine karşı mücadele ediyorum. Bu devlet sistemi İslamileşinceye, bu topraklardan her nevi kötülük ve ahlaksızlık kalkıncaya kadar da biiznillah mücadele edeceğim. Geçmişte JİTEM binalarının bodrum katlarında bize uygulanan insanlık dışı işkence ve muameleler bizi bu mücadelemizden nasıl alıkoyamadıysa bugünkü siyasal işkenceler de alıkoyamayacaktır... Konuşmalar bu minvalde sürüp gidiyordu. Sabah olduğunda Dilaver Hoca mahkemeye çıkarıldı. Dünkü polisler de onunla birlikteydi. Mahkeme başkanı elde somut bir delil olmadığını gerekçe göstererek Dilaver Hoca’nın serbest bırakılmasına karar verdi. Solcu tipli polis kararı duyduğunda diğer polislere dönerek Dilaver Hoca’nın duyabileceği bir ses tonuyla: “Hiç şüphe yok ki kadı ictihad etti ve mahkumun serbest kalmasına karar verdi. Bu ictihad hatalı olsa da bir sevap aldı. Eğer ki tutuklanmasına karar verseydi ictihadında isabet edip iki sevap alacaktı kuşkusuz...”

Dilaver Hoca acı acı tebessüm etti sadece...

Hüseyin Gündüz
Kandıra 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi Kocaeli

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir