Mişel`in Evlatları - 2
Mişel Eflak, şeytani bir oyunla, Arap gençlerini İslam`dan uzaklaştırdı, Saddam ve Esed`i yetiştirerek düşüncelerini iktidar yaptı. İslam dünyasını bugün de devam eden acılara sürükledi.
Ahmet Yılmaz / Doğruhaber
Bütün gayri İslamî sistemler gibi Mişel’in Baas Partisi de İslam dünyasında hiçbir zaman bütün bir halkın fikriyatı hâline gelmedi. Ancak bu fikriyat, Suriye ve Irak başta olmak üzere Arap İslam aleminde önemli bir gençlik kitlesince kabul gördü. Başta askeri öğrenciler olmak üzere üst sınıftan on binlerce kişi onun yolundan gitti. Yine kabul etmemiz gerekir ki Suriye ve Irak’ta küçümsenmeyecek bir halk kitlesi Mişel’in evlatlarına inandı. Bu nasıl oldu?
MÜSLÜMAN HALK ŞEYTANÎ OYUNU ANLAYAMADI
Söz, İslam toplumlarında mukaddestir; İslam dünyasında insanlar sözleriyle değerlendirilir. Oysa Batı kültüründe söz, politik bir araçtır.
Sözde akıl dini üzerine kurulan (pozitivist), vaziyete göre fikir değiştiren (oportünist) Batı medeniyeti, klasik Hıristiyan kültüre karşı, iki kültür üzerine kuruldu: Eski Yunan kültürü ve Yahudi kültürü.
Gerek demagojinin sanat haline geldiği eski Yunan demokrasisinde gerek Kur’an-ı Kerim’in sözle ilgili şeytanî duruşlarını konu edindiği Yahudilerin kültüründe söz eğilip bükülen bir şeydir. Söz konusu olan söz, olduğunda “Dün dündür; bugün bugündür” anlayışı esastır.” Bu anlayışı eksiksiz uygulayanlar “politika ustası”, “büyük devlet adamı”, bunu uygulayamayanlar “ahmak” kabul edilir.
İslam dünyasının 20. yüzyıl çaresizliği içinde karşılaştığı büyük felaketlerin, büyük hayal kırıklıklarının altında bunu kavrayamamasının büyük etkisi vardır.
Müslümanlar, her sözü kendi sözleri kadar kıymetli bildiler; uluslar arası ajanları, İslam dünyasını yıkmak üzere ihraç edilen alçakları sözlerine bakarak “iyi niyetli” diye yorumladılar. Kimi alimler, batıla bulanmış hakkın batıldan olduğunu unuttular; onları sözlerinden dolayı övdüler, desteklenmeye müstahak sandılar. Gençler, onları sözlerinden dolayı İslam’a yakın diye tanıdılar, onları desteklemeyi vatanseverlik saydılar. Onlarla ilgili eleştirileri vatana ihanet kabul ettiler. Buna bir de bel’amlar eklenince halkın zihni bulandı, kolay ve güçlü olandan yana tavır koyma yaklaşımı ağır bastı. Diktatörler az da olsa destek buldu, bir tabana kavuştu.
Söz, kişinin fikir yüzüdür. Halbuki 20. yüzyılın başında İslam dünyasına milliyetçiliği, ulusalcılığı yayan sözde şefler için söz, bir örtüydü, fikirlerinin kirli yüzünü örten bir kara örtü, geleceğe dair alçakça-şeytanca planlarını saklayan bir duvardı.
Ne yazık ki ümmet olarak, Kur’anî ölçüyü kaçırdığımız için, sünnete tabi olmadığımız için, hakkı gören gerçek alimlerin yolundan gitmediğimiz için, çaresizliği abartanların sözlerine çok kıymet verdiğimiz için o kara örtüyü kaldıramadık, o duvarların arkasını göremedik. Onu bize gösteren alimleri aşırılıkla suçladık, sözleri doğru çıkınca “eyvah” dedik ama geç kaldık.
Her ulusalcı zalimin hikâyesinde bu hakikat vardır. Gelin, bu hafta bu hakikati yine Mişel Eflak üzerinden takip edelim.
Kimdi Mişel Eflak? Bir daha hatırlayalım: İslam dünyasının cellatları Hafız Esed ve Saddam Hüseyin’in hocası. Fransız okullarında Paris modası aydınlanmacı milliyetçilik üzerine yetiştirilmiş Rum asıllı bir Suriye Hıristiyanı. Suriye’yi ve Irak’ı kurtaracak fikirleri olan adam diye öne sürülen ve bu iki coğrafyayı İslam dünyasının imtihan alanı hâline getiren hain… Binlerce İslam gencini Arap milliyetçisi yapmak adına İslam’a düşman eden bir kültür ajanı…
KONUŞMALARINDA İSLAM’I SÖZDE ÖVÜYORDU
Mişel Eflak, Hz. Peygamber (S. A. V.) Mevlidi dolayısıyla 1 Nisan 1943’te şunları söylüyordu:
“Bugüne kadar Peygamberin hayatı bize hep takdis ve takdir için üstten anlatıldı. Biz, bugün Onun hayatının içine girebilelim ki Onun hayatını yaşayabilelim. Bugün her Arap, her ne kadar onun büyüklüğü karşısında dağda bir taş, denizde bir damla gibi bile olsa Onun hayatını yaşayabilir. Her ne kadar hiçbir insan Muhammed (S. A. V.)* kadar büyük olamasa da Onun yaptıklarını yapma kapasitesine sahiptir. Ulusun her bir ferdi, kapasitesi sınırlı da olsa, Muhammed’in (S. A. V.) bir minyatürü olabilir. Bu durumda (Her fert Muhammed’in (S. A. V.) küçük bir numunesi ise) bütün millet, Muhammed’in (S. A. V.) sahip olduğu güce sahip olmuş olacak. Bu millet tek fert haline gelerek Muhammed’in (S. A. V.) ulaştığı güce ulaşacak. Geçmişte bütün milletin hayatı, bir tek adamın hayatına büründü. Bugün de bütün milletin hayatı o tek adamın hayatı hâline gelmeli. Muhammed (S. A. V.), bütün Arapları şahsiyetinde taşıyordu. Bugün bütün Araplar Muhammed (S. A. V.) olmalı.”
Hz. Muhammed Mustafa (S. A. V.)’i “sıradan bir beşer” gibi gösterme ve Arapların milli bir kahramanı diye hafızalara yerleştirme şeytanlığı olmasa, Mişel’in yolundan giden herkesin Hz. Muhammed (S. A. V.) aşığı olması gerekiyordu. Oysa nasıl ki `ibadet dilini Türkçeleştirsek halk İslam’ı daha iyi anlar` diyenlerin yolundan gidenler İslam’ın değerlerine düşman oldularsa Mişel’in yolundan gidenler de, Hz. Muhammed (S. A. V.)’in en büyük düşmanlarındandır. Mişel’in sözü Hz. Peygamber (S. A. V.) sevgisini işaret ediyor sanılsa da o sözlerin satır araları ve söyleniş amacı Hz. Peygamber (S. A. V.)`e düşman yetiştirmek içindi. Sıradan Müslümanın anlamadığı buydu. Saddam ve Hafız Esed, Mişel’in bu sözlerini tekrarlayınca “saray alimleri”, bunu Hz. Peygamber’e (S. A. V.) duyulan muhabbet diye anlattılar, halk da öyle gördü ve gerek Irak gerek Suriye halkının en azından bir kısmı onlara böyle baktı veya bakmak istedi, onların yolundan gitti, onların içkiyi serbestleştiren, açık saçıklığı yayan, hatta büyük İslam mücahitlerini katleden rejimlerinde iyilikler aradı. Felaket üzerine felaketle karşılaştı.
Mişel, itirazları hemen tahmin ediyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Fakat bu durum İslam’ın sadece Araplar için geldiği anlamına gelir mi? Eğer biz, bu anlamı kast edersek doğrudan uzaklaşırız ve gerçeklikle ters düşeriz. Her büyük millet, bünyesinde insanlık için büyük değerler barındırır. İslam, değerleriyle Arap halkı ve bütün insanlık içindir. İslam’ın mesajı, Arap insanseverliği meydana getirmiştir.”
Mişel, bununla da kalmıyor:
“İslam, tarihte olduğu gibi Arapları güçlendirmeli, uyandırmalı ve Arap milliyetçiliği için bir öz oluşturmalı.”
“Bir gün milliyetçiler, kendilerini İslam’ın tek savunucuları olarak bulacaklar. Eğer onlar Arap halkını iyi bir yaşama kavuşturmak istiyorlarsa buna özel bir önem vermek zorundadırlar.”
“Din Avrupa’ya dışarıdan dayatıldı. Onlara onların diliyle seslenmedi. Oysa İslam için durum farklı; İslam, Arapların sadece ahiret inanışı veya ahlak düzeni değildir, onların evrensel hissiyatının ve hayat bakışlarının ta kendisidir.”
“İslam’ın Arabizmle ilişkisi herhangi bir milliyetçiliğin herhangi bir dinle ilişkisi gibi değildir. Arap Hıristiyanlar, kendi milliyet uyanışlarını tamamladıklarında ve milli karakterleri oluştuğunda İslam’ın kendileri için milli bir öğreti olduğunu kabul edecekler ve onlar Arabizmi sevdikleri gibi onu sevecekler. Her ne kadar mevcut gerçeklik buna uzaksa da bunun değeri anlaşıldığında Arabizme ait olmakla İslam’a ait olmayı aynı onurda görecekler.”
“Arapların çektikleri acılar İslam’dan değil, İslam öncesi cahilliyyenin bilmezliğinden ve tutumlarından geliyor.”
Bu sözlere bakılırsa Mişel Eflak’ın yolundan giden Baasçıların hiç olmazsa Türk-İslam sentezi türünde bir düşünceye sahip olması gerekirdi. Halbuki Baasçılar, İslam düşmanlığında Marksistler gibidirler. Yine bu sözlere bakılırsa Mişel Eflak’a inanan bütün Arap Hıristiyanların zamanla Müslüman olması gerekirdi. Oysa bir tek Baasçı Arap Müslümanlaşmış değil, aksine Tarık (Yuhanna) Aziz gibi nicesi Müslümanlara yönelik katliamların önemli bir aktörü oldu.
MİŞEL BAŞARISIZ MI OLDU?
Acaba Mişel Eflak’ın projesi tutmadı mı? Ne münasebet… Öyle olsa Mişel Eflak kendi ürününü gördüğünde kendisine tabi olanlara, düşüncelerinin iktidara geldiği Irak ve Suriye’de “Beni yanlış anladınız” derdi.
Mişel, 1989’a kadar yaşadı; hem ilk talebesi Hafız Esed’in bütün katliamlarına tanıklık etti hem Saddam’ın. Hafız Esed’in korkunç İslam düşmanlığını da gördü. Esed’den küstü ama asla onun İslam’la ilgili tutumunu, Müslümanları katletmesiyle ilgili duruşunu duyulacak bir sesle kınamadı.
O halde bu sözleri niye söylüyordu?
O, bütün benzerleri gibi
1. Seslendiği toplumu İslam’dan uzaklaştırmak için,
2. Müslüman dünyayı kendi toplumundan uzaklaştırmak için çalışıyordu.
Bu sözleri Arap gençliğini İslam’dan uzaklaştırdı, dolayısıyla birinci hedefine ulaştı. Ama aynı zamanda Saddam ve Esed gibi Arapları katliamlara sürükleyerek İslam dünyasının zihninde “Katliam yapan Arap” imajı oluşturdu; sıradan Fars, Kürt ve Türk Müslümanları Arap İslam alemine karşı olumsuz duygulara sürükledi.
İran-Irak Savaşı’ndaki katliamlar, Fars ve Kürtleri; Kerkük yöresindeki haksızlıklar da Türkleri Araplara karşı olumsuz duygulara sürükledi. Böylece bu katliamlar ümmet fikriyatına zarar verdi. Mişel’in Efendilerinin ve dolayısıyla kendisinin bir hedefi buydu.
Ama öte yandan Saddam, Irak’ta Şiileri katletti; Esed Hama-Humus’ta Sünni Müslümanları; Katliamı yapan Mişel’in sosyalist ulusalcı, İslam ve Müslüman düşmanı talebeleriydi. Oysa Şii Müslümanlar Irak’ta bir Sünni’den zulüm gördüğünü sandı, Sünni Müslümanlar Suriye’de Şiilere yakın bir adamın katliamına uğradığını düşündü. Böylece Mişel, Arapları İslam’dan ve İslam dünyasından uzaklaştırmakla kalmadı; aynı zamanda Arapları kendi içinde mezhep çatışmalarına itti.
Neden? Çünkü milliyetçilik, Arapları Batı’ya köle yapmaya yetmiyordu. Arap milleti, büyük bir milletti, İslam dünyasından kopsa da tek başına bile iri bir yapıydı ve Batı için tehdit unsuruydu. Onun tehdit unsuru olmaktan çıkarılması için kendi arasında çatıştırılması gerekiyordu. Hem de “Ben Arap birliğini sağlayacağım” diyenlerin elleriyle… Çünkü onların yapacakları katliamlar, bir daha bu fikirle ortaya çıkan herkes için bir kötü sicil olacak ve onları daha işin başında etkisizleştirecekti. Mişel’in Evlatları Saddam ve Esed, bu oyunu hakkıyla oynadılar.
Mişel’in sözlerinde bir şeytanlık daha vardı: Mişel, İslam’ı alttan alta bir Arap fikriyatı yapmak istiyordu. “Kabe Arabın olsun, Çankaya bize yeter” diyenlerin bulunduğu bir dünyada Batı yanlılarına, Araplar dışındaki İslam toplumlarının gençlerini İslam’dan uzaklaştırmak için fırsat verdi. Bu fırsat özellikle Türk ve Kürtlerde tepe tepe kullanıldı.
Mişel,
1. Arap gençlerini İslam’dan uzaklaştırdı.
2. Arap olmayan Müslümanlarla Arap Müslümanların arasına düşmanlık tohumları ekti. Ümmet şuuruna zarar verdi.
3. İslam’ın Arap düşüncesi olduğu yolundaki uluslar arası şeytani iddiaya malzeme taşıdı. İslam’ı yeryüzünden silmek isteyenlere hizmet etti.
4. Mezhep çatışmalarına yol açarak Arap birliğine ve İslam birliğine zarar verdi.
İyi de Müslümanlar neden oyunu kavramadılar?
1. Kimi alimler, Saddam ve Esed’in talebesi olduğu Mişel’in satır aralarındaki İslam düşmanlığını kavrayamadılar. Onun milliyetçi yanından etkilenerek onun talebelerine karşı gizli bir sevgi beslediler.
2. Sıradan Müslüman halk, bu kadar girift bir oyunu anlama şuurundan yoksundu. Bu kadar şeytanca bir planı yargılayabilecek ve ona karşı koyacak kadar onun düşmanlığını hissedecek kadar donanımlı değildi.
3. Kimi alimler, can korkusu veya kendi halklarının daha büyük bir katliama uğraması korkusuyla onları övdü, bunu korkudan yaptığını da anlatamadı, güçlüyü desteklemek için bahane arayan halk, onların sözlerini kendisine delil yapacak ortamı buldu.
4. Çaresizlik, kimi alimleri İslam’a yönelik her tür övgüye değer biçecek bir psikolojiye soktu. Onlar, bir söz buldular mıydı belki pratikte ona karşılık isteriz, anlayışıyla o söze sarıldı, farkında olmadan, halkın sapmasına neden oldu.
*Salavatlar, tarafımızdan eklenmiştir.
Mişel Müslüman Araplara ne vaat etti? Müslüman Araplar ne buldular?
Haftaya anlatacağız inşaallah…