Hindistan hakkındaki izlenimlerim 2
Siracettin Arslan / Doğruhaber / Araştırma
Hindistan ile ilgili izlenimlerimi, yoğunluktan dolayı bir hafta arayla, kısa kısa notlar halinde siz değerli okuyucularla bu hafta da paylaşmak istedim. Bu paylaşımda, dünya içinde bir dünya olarak yazınsal çalışmalara konu olan Hindistan’da din idraki ve toplumsal hayat üzerinde duracağım. Bu bağlamda ifade edeceğim şeyler, Hindistan’da (Dehlevi, Agra ve Serhend eyaletlerinde) kaldığımız süre boyunca rehberlerin sağladığı bilgileri ihtiva etmektedir.
Hindistan’da din idraki, ülkenin adından da anlaşılacağı üzere esasen Hinduizm inancı dolayımında şekillenmiştir. Beşer aklının kutsal olandan nemalanmak için inşa ettiği Hinduizm’in, bilinen tarih açısından belli bir kurucusunun olduğu bilinmemekle birlikte Hz. İsa öncesi 3000 yıllarına kadar geri giden kadim bir geçmişi vardır. İçinden birçok mezhebin ortaya çıktığı Hinduizm’in muhtevası, ilahî olanın bütün evrene nüfus ettiği düşüncesinin hâkim olduğu mistik varsayımları içerir.
Bu bakımdan Hinduizm, akli yetilerden ziyade sezgisel yetilerin sağladığı aşkın bilgileri ilkesel düzeyde kabul buyurur. Bu anlamda hakikatin bilgisini, evreni tamamen kuşatan ve tanrıların gölgesi olarak da ifade edebileceğimiz “dharmalar” sağlar. Hindular, bu dharmaların sağladığı hakikatin bilgisini efsanevi mitlerle anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırlar.
Ancak Hinduizm’de, Hıristiyan ve Yahudilik dinlerinde olduğu gibi, tarihsel süreç içerisinde asli unsurlarından uzaklaşarak hurafelerine hurafe dâhil olmuştur. Örneğin semavi dinlerden Hıristiyanlık, zamanla kültür dinine ve Yahudilik de milli ve siyasi ihtiraslar bağlamında milli bir dine dönüştüğü gibi, Hinduizm de, zamanla dinsel idrakin asli unsurları içinde yer almayan birçok kutsal mit(!) yer almıştır.
Bugün, yaklaşık 900 milyon müntesibi olan Hinduizm inancında, yaklaşık 350 000 tanrıdan söz edilir. Aşk, nefret, aydınlık, ağaç, taş, fare, maymun, inek, para tanrısı vs. Öyle ki fareyi kutsal olarak gören birtakım Hindular; kedi, fareyi yediği için evlerinde beslemezlermiş. Burada her bir tanrı tasavvuruna bakılarak Hinduların, neredeyse her şeye taptığı ve onları aşkın anlamda kutsal gördükleri söylenebilir. Bütün bu tanrı tasavvurlarında, hayat ve ölümün ardıl olarak takip ettiğine inanılan reenkarnasyon inancı çok yaygındır.
Ayrıca Hindular, Hindistan’ın her eyaletinde, belirledikleri özel yerlerde ölülerini yakarlar ve daha sonra ölülerin küllerini kutsal belledikleri Ganga nehrine dökerler. Dahası İslam öncesi ilkel-pagan Arap toplumunda olduğu gibi, benzer nedenlerle, Hindistan’ın kırsal uç kesimlerinde, kız çocukların diri diri toprağa gömüldüğü de bize anlatılanlar arasındadır.
Hindistan’daki dinsel algıya paralel olarak sosyal hayat nizamını belirleyen dört kast sistemi vardır. Bu kastlardan
(1)Brahmanlar, en üste yer alıp kutsal metinlerin sırlarına vakıftırlar;
(2)Ksatriyalar, devletin koruyucu ve seçkin sınıfı olan prens ve savaşçılardan oluşur; (3)Vaişayalar, üretim ve ticaret ile uğraşırlar;
(4)Şudralar; dördüncü sınıf anlamına gelip hizmet etmekle yükümlüdürler.
Kastlar arasında geçiş olmayıp doğuştan belirlenir. Toplumsal hayatın her yerinde var olan kastlar arasında saygı ve hizmetin, ilahî bir veçhesi vardır. Çünkü tanrı, öyle buyurmuştur.
Hindistan’da toplumsal hayat, psişik, durağan, sakin ve stresten uzaktır. İnsanlar, çok rahattır, gamlı ve kederli değildirler.
Bu bakımdan insanlar, mistik olarak fazlasıyla sindirilmiş gibi görünürler.
Ekonomik durum: Bireyler arasında çok ciddi uçurumlar vardır. Nitekim sokaklarda, parklarda ve kaldırım köşelerinde hayatlarını idame ettiren on binlerce kişinin olması, bu uçurumun ne kadar da vahim olduğunun bir yansımasıdır. Geriye kalan zengin kesim ise çok zengin olmakla birlikte bunlar; devletin ve mafyaların el koymasından korktuklarından dolayı zenginliklerini dışa vurmazlar. Burada en korkulan mafyanın da devletin bizatihi kendisinin olduğunu dillendiren sayısızca insan vardır. Bu nedenle zengin Hindular, mal varlıklarını nakit olarak evlerinde belirledikleri para odalarında saklarmış.
Hindistan’da zengin ile fakir arasındaki uçurumun devasa olması, onların hukuk sistemine ve devletin düşük ücretle çalıştırılan insan gücüne bağlı olarak, rüşvet ve faizin çok yaygın olmasından kaynaklandığı ifade edilebilir. Bu bakımdan Hindistan’da, memur maaşları (150 USD) çok düşük olduğundan dolayı rüşvet önemli bir gelir kaynağı gibi görülmektedir.
Hukuk sistemleri, rüşvetin çarklarıyla işler. Bu anlamda adaletin yerini bulması, rüşvet ile mümkündür. Yani rüşvet ile adalet gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hindistan devleti, rüşvetin önünü kesmek için her ne kadar “rüşvet ihbar” hattı kurmuşsa da pek randıman alamıyorlarmış. Örneğin Hindistan’da zina çok yaygındır. Devlet, bir bakıma zinayı engellemek için kürtajı kanunen yasaklamıştır. Ancak rüşvet yaygınlığı, kanunların uygulanmasında ciddi bir engel olarak ortaya çıkıyor.
Öte yandan Hindistan’a ilişkin gözlemlediğimiz ve bilgilendirildiğimiz olumsuzluklarında dışında, elbette ki birçok güzellikleri de vardır. Mesela Hindistan’da, bütün dinlerin kutsal bayramlarında, resmi tatil ilan edilmesi; 18 kadar yerli dil konuşulması ve her eyalete yaygın olarak konuşulan dilin resmi dil olması... Örneğin Dehlevi’de Hintçe; Keşmir’de ise Keşmirî, resmi dil olarak
kullanılmaktadır.