`İmansız Bir Hayat Pişmanlıktır`
Hayat tecrübesini bizimle paylaşan Hacı Nevzat Aslan Amca 65 yılı bulan ömründen geriye dönüp baktığında geçmişi bir sermaye olarak gördüğünü söyleyerek güzel tavsiyelerde bulundu.
Şükrü Gündüz / Doğruhaber
Tecrübe-i hayat ile ilgili röportajlarımıza devam ediyoruz. Bu hafta, 64 yaşında olan Hacı Nevzat Aslan amca ile hayat tecrübesini konuştuk. H.Nevzat Aslan amca aynı zamanda Şehid İbrahim Kızmaz Hoca’nın dava arkadaşlarından. H.Nevzat Aslan amca 1980’li ve 90’lı yıllarda yapılan İslami çalışmalar hakkında da bilgi vererek bölgede Müslümanların hangi zorluklarla İslami çalışmalar yaptığını anlattı. Müslümanların yaptığı büyük fedakârlıklar sayesinde İslami çalışmaların meyvesini verdiğini anlatan H.Nevzat amca Müslümanların İslam davası için çok büyük bedeller ödediğini belirtti. Sözü daha fazla uzatmadan sizi amcamızla yaptığımız röportajımızla baş başa bırakıyoruz…
BUĞDAY EKMEĞİ ÇOK LÜKSTÜ O ZAMANLAR
1950 yılında Gercüş’e bağlı Akburç, Kürtçe adıyla Kelıhê köyünde doğdum. Bizim köyde kaynak suyu vardı. İçme suyu ihtiyacını bu sudan karşılıyorduk. Bağlarımız vardı. Bahçelerde domates, biber ve patlıcan gibi ürünler ekiliyordu. Ondan sonra 1960’larda Nusaybin Tepeüstü köyüne taşındık. Dedemin dedesinden toprak kalmıştı. Tepeüstü köyü susuz bir köydü. Ama Çağçağ suyu üzerinde bir baraj yapıldı. Baraj suyu bizim köye kadar geldi. Köy sular altında kaldığı için köyün yeri değişti.
Biz altı kardeştik, dört erkek iki kız kardeştik. O zaman büyük sıkıntılar vardı. İmkânlar çok kısıtlıydı. Arpa ekmeği yiyorduk. Bir teneke buğday iki teneke arpa beraber öğütülüp un yapılıyordu. Sadece buğday ekmeği çok lüks sayılırdı. Şimdi sofra hazırlanırken çocuklarıma ve torunlarıma bunu anlatıyorum: “Ben çobanlık yaparken annem bir avuç kuru üzüm, bir el büyüklüğü buğday ekmeği ve arpa ekmeği koyardı çantama. Akşama kadar bu ekmekle idare ediyordum. Akşam eve gelince annem bazen ayran çorbası hazırlardı. Ayran çorbası o zaman çok lüks bir yemekti. Ailece sofraya oturduğumuzda yemek bir tepsiye konulurdu. Ve herkes bir yerden yerdi. Herkesin ayrı ayrı bir tabaktan yeme lüksü yoktu.”
ASKERLER GELİNCE KÖYLÜLERİN PAROLASI ‘KURT GELDİ’YDİ
Askerler atlarla geziyordu o zamanlar. Bir asker bir köye geldiğinde bütün köyü toplayabiliyordu. Mahkûm olanlar ve askere gitmeyenler çok vardı. Asker gelince hepsi kaçıyordu. Köylüler askerlerin geldiğini görmek için tepede sırayla nöbet tutuyorlardı. Askerler gelince de ‘kurt geldi, kurt geldi’ diye bağırıyorlardı. Asker kaçağı ve mahkûm olanlar saklanıyordu.
ÂLİMLERİMİZİN ÇOK BÜYÜK HİZMETLERİ OLDU
Âlimler köyleri gezerek irşad faaliyetlerinde bulunuyordu. İnsanlara helal ve haram ile birlikte İslam’ın temel prensiplerini anlatıyorlardı. Onlardan olmasaydı insanlar helak olurdu. Onlar çok büyük hizmetler yaptılar. Bugünkü gibi serbest değillerdi. Gizlice bunları yapıyorlardı. Bazen onları şikâyet eden olurdu. Şikâyet olunca günlerce ve haftalarca hapis edilirlerdi. İnsanların âlimlere çok hürmeti vardı. Bir âlim köye gelince bütün köylü onu dinlemeye giderdi. Âlimler irşad faaliyetleri ile beraber insanların arasındaki sorunları da çözerlerdi. Kan davasından tutun arazi sorunlarına kadar. Bu sorunları çözüyorlardı. İnsanlar mahkemelere gitmek yerine sorunlarını şeyhler ve âlimlerle çözüyordu. Namazsız insan kalmasın diyorlardı.
CUMA NAMAZI İÇİN SAYIYI TAMAMLAYAN NAMAZSIZLAR
Nusaybin Tepeüstü köyüne taşındık. Geçimimizi çiftçilikle sağlıyorduk. O zaman araba falan yoktu. Ev eşyamızı bir hayvanın sırtına yükleyerek götürürdük. Ev eşyası dediğimiz de bu günkü gibi değildi. Birkaç yorgan, yere serilen birkaç marş(kilim) ve sayılı kapkacak eşyası vardı.
Köyümüzde altmış, yetmiş hane vardı. Bazen Cuma günleri insanlar şehre falan gidiyorlardı. Köyde de Cuma namazı kılınıyordu. Şafii mezhebine göre kırk kişi olmadan Cuma namazı kılınmıyor. Kırk kişi tamamlanmayınca köyde namaz kılmayan bir iki kişi vardı. Köy ağası da birilerini gönderip o adamları çağırın, diyordu. Bari sayımızı tamamlasınlar namazımızı kılalım diyordu.
MEKTUP YAZMAYI ÖĞRENİNCEYE KADAR EVE MEKTUP GÖNDERMEDİM
Daha yaşım gelmeden ben on sekiz yaşında iken askere gitmek istedim. Askerlik şubesine gittim, olmaz, dediler. Ben de çarşıda muhtarı bulup götürdüm şubeye. Muhtar bunu gönderin dedi; onlar da tamam, dediler. İki yıl askerlik yaptım. Acemi birliğini Manisa’da yaptım. Sonra İzmir Menemen’e gönderdiler. Oradan da İstanbul’a gönderdiler. Ben askere gittiğimde okuma yazma bilmiyordum. Kendi kendime söz verdim. Okuma yazma öğrenmeden eve mektup göndermeyeceğim, dedim. Okuma yazmayı öğrendikten sonra mektubu kendim yazdım. Askerden döndükten sonra evlendim.
ECEVİT İLE KOALİSYON BİZİ ÇOK ÖZDÜ
1970’lerden sonra Erbakan Hoca gelip köy köy gezip Milli Selamet Partisi’ni anlatıyordu. Biz de bunlar mademki Müslümandır biz de oylarımızı onlara vereceğiz, dedik. Nusaybin’e gidip Milli Selamet’e üye olduk. Erbakan Hoca, Ecevit’le koalisyon hükümeti kurduktan sonra bölgedeki Müslümanlar bundan rahatsız oldu. Şehid İbrahim Kızmaz gibi aktif insanlar bunun doğru olmadığını söylüyordu. İbrahim Hoca, biz kendimiz İslam’ı anlatalım, dedi. İbrahim Hoca bize İslam tarihini, Peygamberimizin hayatını anlatıyordu.
ŞERİATÇILAR VE KOMÜNİSTLER MAÇ YAPARSA…
İbrahim Hoca ile beraber bizim köyde İslami faaliyetler hız kazandı. Sosyal faaliyetler de yapıyorduk. Biz de bir futbol topu alıp takım kurup maç yapalım dedik. Bir takım kurduk. Takım kaptanımız İbrahim Hoca’ydı. Bunun için köyün dışında kendimize bir saha yaptık. Köyümüzdeki Kawacılar maç yapalım, dediler; biz de kabul ettik. Bizim sahamızda maç yapalım, dedik. Köylüler bizi izlemek için toplandı. Onların kaptanı, ‘biz komünistler ve Şeriatçılar olarak bir maç yapalım istiyoruz” dedi. Onların takımında güzel top oynayan iki kardeşten biri bunun üzerine ‘Şimdi biz komünist onlar şeriatçı mı?’ dedi. Kaptanları ‘evet’ dedi. Bunun üzerine o ‘ben komünist değilim, ben Şeriatçıyım’ diyerek kardeşiyle beraber bizim tarafa geçti. Biz onları yendik. Onlar on beş gün sonra bir daha maç yapalım, dediler. Biz yine onları yendik. Onlar bunun üzerine kavga çıkardılar. Biz de onlarla bir daha maç yapamadık.
PKK ZULÜM VE KATLİAM YAPTI
PKK döneminde İslam’ın ilk yılları gibi zorluklarla karşılaştık. Bize ambargo uyguladılar. Kimse bizimle alış-veriş yapmıyordu. Kimse bize bir şey satmıyordu. Köy minibüsü bizi bindirmiyordu. Yürüyerek köye gidiyorduk. Tarlamıza gelen suyu bile kestiler.
PKK sivil insanlara karşı öldürme eylemlerine başladı. Bizim köyde üç-dört kişiyi öldürdüler. Bizi de tehdit ediyorlardı. Sizi ortadan kaldıracağız diyorlardı. İnsanlardan zorla para topluyorlardı. Bizim köyde bir ayağı olmayan, insanların yardımıyla geçinen bir insan vardı. Bu milisler onun da evine gidip sen de yardım et, demişler. O da benim iki teneke buğdayım var. Ve bu buğdayı değirmene götürmek için bir kişinin bana verdiği para var, demiş. Onlar da o değirmen parasını ondan alıp sen başkasından alırsın, demişler.
O zaman komünistler de çalışmalar yapıyorlardı. KUK, Kawa, Rızgari Marksist, Leninist fikirleri anlatıyorlardı. Bölgedeki Araplar Dev-Sol ve Dev–Genç’e destek oluyorlardı. PKK 1970’lerin sonunda ortaya çıktı. KUK ve Kawa gibi örgütlere PKK baskı yapıp birçoğunu öldürdü. PKK bölgede güçlü bir örgüt haline geldi.
İBRAHİM HOCA’YLA KÖYLERİ GEZİYORDUK
İbrahim Hoca ile etraftaki köyleri geziyorduk. Bizim köye yakın bir köy vardı. Köy ağası bizi duyunca keşke onlar buraya da gelseler demişti. Biz de bunu duyunca İbrahim Hoca’yla beraber o köye gittik. Ama ağa bizi tanımadığı için ilk başta bize sadece hoş geldin diyerek başka bir şey sormadı. Sonra nereden geldiğimizi sordu. Biz de Tepeüstü köyünden geldiğimizi söyledik. Ağa, benim o köyden çok merak ettiğim bir öğretmen var. Ben de söylediğiniz o kişi bu diyerek İbrahim Hoca’yı işaret ettim. Bunun üzerine ağa ayağa fırlayarak çabuk döşek getirin, dedi. Öğle vakti camiye gittik. Köylüleri de topladı. Ağa, köylülere hitaben “Ben size Müslümanlar bizim ziyaretimize gelecekler, diyordum, işte geldiler” dedi. Köylüler gidişimize epey sevinmişlerdi.
12 EYLÜL DARBESİ
1980’de yapılan darbede İbrahim Hoca’yı da şikayet ettiler. İbrahim Hoca’yı tutukladılar. O dönem bizim kaymakamımız Atilla Koç’tu. Gidip ona söyledim. O ilgilendi, İbrahim Hoca’yı serbest bıraktılar. 1980 darbesinde PKK dört beş yıl ortadan kayboldu. Millet çok rahat etti. Ama tekrar ortaya çıktıktan sonra katliamlara başladılar. İmamları hedef aldılar. Molla Sabri ve eşini şehid ettiler. Müslümanlar aracılar göndererek bu saldırılara son vermelerini istedi. Ama onlar bunu kabul etmediler. Ya bize katılırsınız ya da sizi öldürürüz, dediler. Müslümanlar da onların saldırılarına karşı korunmaya başladı. Allah Müslümanlara yardım etti onlara karşı.
İBRAHİM HOCA’NIN BİR LAKABI DA ‘SELAMÜN ALEYKÜM’DÜ
Biz İslami çalışmalarımıza devam ettik. İbrahim Hoca köyümüzdeki imamdan Arapça dersleri aldı. İmam da ondan normal dersleri alıyordu, diploma almak için. Allah bize çok yardım etti.
İbrahim Hoca şehit olmadan bir gün önce beni aradı. Seninle işim var, gel dedi. Her tarafta Müslümanlara saldırılar oluyordu. Ben sonraki gün Nusaybin’e gittim. Bir arkadaşın dükkânına gittim. Ben İbrahim Hoca’nın yanına gideceğim dedim. O da saatine bakarak ‘Hoca okuldan çıkarken ben ona eşlik edecektim, unuttum’ dedi. Telefonla İbrahim Hoca’nın evini aradı. Kimse cevap vermedi. Biz de okula doğru gitmeye başladık. Yolda başka bir yerden Hoca’nın evine telefon açtı. Telefonda ne oldu diye bağırdı. Sonra ben ne oldu dedim. İbrahim Hoca’yı vurmuşlar dedi. Biz okula doğru koşmaya başladık. Sonra bir arabanın Hocayı hastaneye götürdüğünü gördük. Biz de başka bir arabaya binip hastaneye doğru gittik. Hastaneye beraber yetiştik. Yetiştiğimizde baktım, Hoca şehit olmuştu...
İbrahim Hoca’nın bir lakabı ‘selamün aleyküm’ idi herkese selam verirdi. Bazılarına selam verdiğinde selamını almıyorlardı. Ben ona “Hoca, bak sen herkese selam veriyorsun ama onlar selamını bile almıyorlar. Onlar bizi öldürmek istiyorlar, sen onlara selam veriyorsun, ne istiyorsun” diye sitem ederdim. İbrahim Hoca “Bu insanlar cahildir, biz yine de selam verelim” diyordu.
11 ÇOCUĞUM 21 TORUNUM VAR
Benim 11 çocuğum ve 21 torunum var. Çocuklarım, torunlarım, damatlarımla hepsiyle iftihar ediyorum. Elhamdülillah hepsi dinine bağlı insanlar ve İslam’ı yaşıyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor. Ben 65 yaşındayım. Geriye doğru baktığımda gençliğimden beri Allah yolunda gitmeye çalıştığımı düşünüyorum. Geçmişi bir sermaye olarak görüyorum. Dünyada geçim derdi var. İnsan bunun için de çalışmalı. Bununla beraber İslam’ı her şeyden üstün tutmak gerekiyor. Bu olmazsa çabalar boşunadır. Mal mülk fayda vermiyor. Gerçek fakirlik İslam’dan mahrum olmaktır. Cemaat Müslümanlar için çok önemlidir. Cemaat olmazsa kimse kendi gücü ve aklıyla bir yere varamaz. Cemaat insanın elinden tutmazsa insan sele kapılıp gider. Bir İslami cemaate mutlaka tabi olmak gerekiyor. Yalnız kalanı kurt kapar.
ÖZELLİKLE BAYRAM GECESİ EVİMİZE BASKIN YAPILIRDI
Bayram geceleri evimize baskınlar yapılıyordu. Jandarma ve polis beraber evimizi basıyordu. Bir bayram gecesi yine evimize baskın yaptılar. Kapıyı açtım 20 kişi göğsüme silah dayadı, ondan sonra içeri girdiler. Ne istiyorsunuz? dedim. Bu baskından 20 gün önce abim vefat etmişti. Kanser hastasıydı, iki üç ay Diyarbakır’da fakültede yatırdık. Doktorlar yapacak bir şey kalmadığını söyleyerek eve götürmemizi istediler. Biz de eve getirdik. Evde vefat etti. Gelen polisler bana “Abin öldürülmüş!” dediler. “Nasıl oluyor, benim abim kanser hastasıydı ve vefat etti!!!” dedim. Onlar “Hayııııır, sen ve onun (abimin) oğlu beraber onu öldürdünüz, bununla ilgili şikayet(!) var” dediler. Tabi buna çok rahatsız oldum. Onlara çok kızdım, “Ne diyorsunuz siz!!!” dedim. “Deliliniz var mı ya da rapor var mı?” dediler. Biz de raporları gösterdik. Bir polis telefonla üstlerini arayarak “raporu varmış, rapor gösteriyor, normal ölümle ölmüş” şeklinde bilgi verdi. Sonra, yanlış bir ihbar olduğunu söyleyerek gittiler. Düşünün ağabeyimiz vefat etmiş. Zaten acımız var. Ama evimizi basıp bu sefer güya benle oğlu bir olup ben ağabeyimi çocuğu da babasını öldürmüş diye iftirada bulunuyorlardı. Tabi bütün bunlar Müslüman olduğumuz için reva görülüyordu. ‘zamaneki tışte go hata sereme, ne hata sere gure dağu çiya’(bir zamanlar başımıza gelenler dağ ve ormanlardaki kurtların başına gelmedi, maalesef).
OĞLUM İSLAMİ DAVADAN TUTUKLANDI ÇOK İŞKENCELER GÖRDÜ
Benim oğlum da İslami davadan dolayı tutuklanıp cezaevine konuldu. Oğluma çok işkence yaptılar. Farklı illerde kaldı. Bingöl, Elazığ ve Mardin’de kaldı. Yol paramız yoktu, borç alarak onun ziyaretine gidiyorduk. Oğlumun cezaevinden tahliye olduğu günü hiç unutmuyorum… Bu da Allah’ın bir lütfuydu.
BİR ŞEHİD KAZANDIK…
Hayat acı ve tatlı anlarla dolu. Bir gün köyde akşam elektrik sayacımız aniden patladı. Ben de sabah kalktım, elektrik sayacını kontrol etmek için sandalye bırakıp sayaca bakıyordum. Bu esnada bir araba gelip kapıda durdu. Oğlum kapıya geldi. “Baba ne yapıyorsun?” diye sordu. Ben de sayaca baktığımı söyledim. “Baba sana müjdeler olsun, bir şehid kazandık!” dedi. “Hayırlı olsun!” dedim. Aşağı indim, baktım kardeşim Abdülkerim sedyede yatıyor. Kardeşim Abdulkerim ve arkadaşı Abdurrahman tarla sulamaya giderken PKK’liler tarafından kurulan pusuda şehid edildiler. Kardeşim Abdulkerim, askerden geleli iki ay olmuştu. Akrabalarımızdan da şehid olanlar oldu. İnşaallah onlar şehid olarak Rablerine kavuştular! Allah şehadetlerini kabul etsin! O dönemlerde Müslümanlara çok saldırılar oluyordu. Evden çıkarken helallik alıp çıkıyorduk.
EVLİLİĞİ, İYİ AHLAK VE HUZUR GÜZELLEŞTİRİR
42 yıldır evliyiz. Çocuklarımız büyüdü. Hem onların hem de kendi hayatımızdan Allah’a hamd olsun, memnunuz! Evliliği güzelleştiren iyi bir ahlak ve huzurdur. Güzel ahlak da imandan gelir. Her gün Kur’an-ı Kerim okuyorum. Keşke daha çok ibadet etseydim, diyorum. Her şeyden önce imanı sağlamlaştırmak gerekiyor. İmanı sağlamlaştırdıktan sonra her şey geliyor. İmansız bir hayat, hayat değildir. İmansız bir hayat sadece insanda pişmanlık yaratır, huzur getirmez.