• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...
HÜR DAVA PARTİSİ (HÜDA PAR)`nin programı-7
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
HÜR DAVA PARTİSİ (HÜDA PAR)’nin Programı – 7

ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

YERİNDEN YÖNETİM VE YEREL YÖNETİMLERİN GÜÇLENDİRİLMESİ

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sürekli gündemde olan bir konudur. Konunun gündemde olması, sadece önemini ortaya koymuyor. Aradan geçen zamana rağmen sorunun çözülmediğini de gösteriyor.

İdarede esas olan adalet ve maslahattır. Hizmetin hizmete en yakın olan tarafından yönetilmesinin daha adil olduğu neredeyse herkes tarafından kabul görmektedir. Maslahatın ise “güvenlik” ve “işlerlik” olmak üzere iki yanı vardır. Yerinden yönetim, işlerlik açısından daha uygun bulunurken “güvenlik” endişesine takılmaktadır. Bundan dolayı güvenliği önceleyenler, daha doğrusu bir tür güvenlik şizofrenisi durumuna düşenler, “yerinden yönetim”e hep “ama” diyerek karşı çıkarlar.

Hür Dava Partisi, halkı devlet için değil, devleti halk için gören bir partidir. Devletin idaresine adalet ve maslahat dengesinde halka hizmet önceliğiyle yaklaşıyor. Bu doğrultuda, anlayışta sabitliği reddedip ihtiyaca göre değişimi; idarede merkeziyetçiliği reddedip yetkilerin paylaşılarak yerinden yönetimin değerlendirilmesini ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesini vaat ediyor.

“YERİNDEN YÖNETİM” KAVRAMI VE MERKEZİYETÇİ EĞİLİM
Devlet idaresinde “merkeziyetçilik” ve “âdem-i merkeziyetçilik” olmak üzere iki yönetim tarzından söz edilir. Merkeziyetçilik, tüm idare ve yetkilerin devletin başkentinde toplanmasını; âdem-i merkeziyetçilik ise yetkilerin bölgesel veya yerel idarelerle paylaşılmasını ön görüyor. Âdem-i merkeziyetin bir yanı devlet idaresinin paylaşılmasına, diğer yanı devletin mali gelirlerinin oluşturulmasına ve değerlendirilme yetkisine bakıyor.

Yerinden yönetimden yana olanlara göre katı merkeziyetçi yönetim, tek tipçidir, bölgeler arasındaki manevi ve maddi farkları gözetmekten uzaktır, dayatmacıdır, hantaldır, kâğıtçıdır (bürokratik kırtasiyecidir); bir kişi, zümre veya topluluk lehine kayırmacıdır ve nihayetinde memnuniyetsizlik ve iç karışıklık nedenidir.

İdarede merkeziyetçilikten yana olanlar, devletin idaresinin tek yerde ve mali gelirlerinin tek havuzda toplanması, hizmetlerin tüm ülke halkına hızlı ulaşmasını ve eşit dağıtılmasını sağlar, deseler de idarenin pratiği onların fikirlerinde isabet etmediklerini gösteriyor. Merkeziyetçilerin yanıldığını görmek için onların biraz tarih bilmeleri ve çevrelerine kısa bir süre dikkatle bakmaları yetiyor. Merkeziyetçiler, bizzat kendi iç dünyalarında oluşan veya dışarıdan gelen itirazları savmak için daima “güvenlik” gerekçesini öne sürüyor. Yetkilerin paylaşılmasının ülkeyi bölme noktasına götüreceği iddiasını ortaya atıyor. Oysa yerinden yönetimi benimseyen devletlerin daha uzun yaşadığı, merkeziyetçi yapının bölünmeyi kolaylaştırdığı da biliniyor.

Bu durumda merkeziyetçilikten yana olanların kendilerince ifade edilmeyen gerekçesi olarak sadece “ihtiras” kalıyor. Bir kişinin bütün ülkeyi tek elden yönetme ihtirası, bir sınıfın ihtirası ya da kendisine kimi zaman “ulus” terfisi verilerek diğer etnik unsurların önüne geçirilen bir etnik yapı adına ihtiras… Açıkçası katı merkeziyetçilik, bir mantık işi olmaktan öte bir duygu neticesidir, bir tür bencilliktir. Bencilliğin problem doğurduğu da bilinmektedir. Merkeziyetçilik, bu yönüyle Batı tarzı yönetime de uygundur. Zira Batı, anlayış olarak tek tipçidir ve kendisini zorlayan bir talep söz konusu olmadığı sürece bencildir. Batı anlayışında paylaşım, ancak talep edenin zorlamasıyla mümkündür. Talep edenin zorlama gücü yoksa her şeyin güç sahibinde olması esastır.

YERİNDEN YÖNETİM UYGULAMASI VE TARTIŞMALARI
İslam’ın çekirdek şehri Medine, Hz. Resulullah (SAV) tarafından idare ediliyordu. Ancak toplu İslamlaşma ve Mekke’nin fethi gibi dışarıya açılımdan hemen sonra İslam idaresinde “yerinden yönetim” tarzı güç kazandı. Bununla birlikte güçlü anlayış, bunun “zorunlu” olmaktan öte “uygun” olduğu yönündedir.

Hz. Resulullah(SAV), idarecileri Kur’an-ı Kerim ve Sünnet rehberliğinde idarede serbest bırakıyordu. İdareciler, önemli sorunlar ve yetkilendirmeler konusunda kimi zaman merkeze danışıyor, neredeyse her zaman bilgilendirme yapıyordu. Zekât gelirinden, önce zekâtın ait olduğu yörenin hak edenleri yararlandırılıyor sonra diğer kısmı Medine’ye gönderiliyordu. İslam idaresi, her konuda olduğu gibi bu konuda da bir orta yol bulmuş. İslam nasıl ne kapitalist ne de sosyalist değil ise, her ikisinden farklı olarak kendisine özgü bir sistem ise idare konusunda da ne merkeziyetçidir ne de merkeziyetçilik karşıtıdır, kendisine özgü bir sistemdir. Dolayısıyla merkeziyet konusunda İslam’ın idare biçimini Batılı terimlerle ifade etmek ve “İslam’ın idare biçimi işte budur” demek doğru değildir.

Hz. Resulullah’tan (SAV) sonra da İslam idaresi orta bir yol tuttu. Emevilerin Şam’da İslam’ın yerinden yönetim yaklaşımından yararlanarak neredeyse ayrı bir yönetime yönelmeleri de İslam idarecilerini yerinden yönetim uygulamasından uzaklaştırmadı.

Osmanlı Devleti, beyliklere bölünerek parçalanan Anadolu Selçuklu Devleti’nin mirasını devraldı. Bundan dolayı Osmanlı’da, Kürdistan coğrafyası ve Cezayir dışında kendisinden önceki İslam idarelerinden daha sıkı bir merkeziyetçi yönetim öne çıktı. Osmanlı başkenti, Kürdistan ve Cezayir dışında idarecilerini genelde merkezden atadı ve her konuda üstelik defter usulüyle bilgilendirme talep etti. Bugün, Kürdistan ve Cezayir coğrafyaları dışında Osmanlı’nın küçük bir kasabasının dahi mahkeme defterlerinin başkente gönderilmiş bir nüshasını arşivlerde bulmak mümkündür.

Yine de Osmanlı asla katı merkeziyetçi değildi. Osmanlı’da katı merkeziyetçi eğilim, Batılılaşmanın öncüsü II. Mahmut’la öne çıktı. Her konuda Batılıları taklit eğilimindeki II. Mahmut ve kendisinden sonra gelen Tanzimat idarecileri mutlak bir merkeziyetçiliğe doğru yol aldılar. Kürt mirliklerini lağvettiler. Bunun ardından daha önce “sabit müttefik” konumunda olan Kürtler ile Batı yolundaki Osmanlı arasında sürtüşme ve isyan süreci başladı. Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca en istikrarlı ve hem askeri hem ekonomik açıdan en verimli bölgesi olan Kürdistan coğrafyası istikrarsızlaşıp verimsizleşti. Cezayir, katı merkeziyetçilikten kaynaklanan iç huzursuzlukların da ön ayak olmasıyla Fransız işgaline uğradı. Yine Osmanlı için çok önemli bir idareci ve asker kaynağı olan Arnavutluk isyana yöneldi. İsyan, sonraki dönemde bütün Balkanlara yayıldı.
Bu süreçte Batı’da da yerinden yönetim anlayışı güç kazandı. Ama Batı’yı da daima geriden takip eden Batı yanlısı Osmanlı idarecileri, bundan ders çıkaracaklarına Prens Sabahattin gibi konuya Batılı terimlerle yaklaşan isimlerin bile itirazlarına şiddetle karşı çıktılar.

Osmanlı’nın en katı Batıcıları aynı zamanda en katı merkeziyetçilerdi. Cumhuriyeti kuran kadro işte bu en katı Batıcı ve en katı merkeziyetçilerin fikir varisleridir.

Kurucu kadro, Türkiye Cumhuriyeti’ni “tek eyalet” anlayışı ile dizayn etti. Kars’ın bir köyündeki ilkokulun müstahdemini dahi Ankara’dan atadı. Bu anlayışla belediyeleri bir tür “Yerel Hizmetler Müdürlüğü” gibi gördü. Belediye başkanlarının seçimle işbaşına gelmesi onlara farklı bir yetki kazandırmadı, aksine hep onları atanmışların gerisinde bıraktı, muhalif iseler onlara kuşkuyla bakıldı. Hâlâ bir belediye başkanı İç İşleri Bakanının emriyle görevden el çektirilebiliyor. Ama İç İşleri Bakanı, bir genel müdürü tek başına görevden alamıyor.

Cumhuriyet döneminde ilk kez Özal, liberal terimler kullanarak yerinden yönetim konusunu yeniden gündeme getirdi. Ancak başkentte asıl yetki sahibi olan ulusalcı bürokrasi, onun önerilerini “federasyon” gibi bir terimle ifade etmeye kalkışarak Türk kamuoyunda ona karşı bir tepki cephesi oluşturmaya çalıştı. DSP-MHP-ANAP hükümetiyle güç kazanan bu cephe, bu yöndeki önerileri hep “bölünme” feveranıyla bloke etti. Ne zaman yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu gündeme gelse “federasyon” terimi kullanılarak “bölünme” korkusu canlandırıldı.

AK Parti, 2004’te Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde önemli bir adım attıysa da önerileri dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosuna takıldı. Bugün Ak Parti’nin bu konuda ne düşündüğü net değil.

Büyükşehir belediyeleri ile ilgili son düzenlemede oluşturulan Büyükşehir Meclisi, yerel yönetimleri güçlendirme konusunda çok anlamlı ise de yetersizdir. Bu yetersizlik, dar bir ulusalcı çevre dışında herkes tarafından kabul edilmektedir. Türkiye, hâlâ “Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı imzalamış değil. Türkiye, bu metinde,

-Yerel makamları doğrudan ilgilendiren planlama ve karar süreçlerinde kendilerine danışılmasına

-Yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin kendilerince belirlenmesine

-Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev ve faaliyetlerinin kanun ve temel hukuk ilkelerine göre belirlenmesine

-Vesayet denetiminin, denetleyen makamın müdahalesinin korunmak istenen yararın önemiyle orantılı olarak sınırlandırılmasını sağlayacak biçimde yapılmasına

-Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artışların mümkün olduğunca hesaba katılmasına, yeniden dağıtılacak mali kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda yerel yönetimlere önceden danışılmasına ve yapılacak mali yardımların yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki temel özgürlüklerinin mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırmamasına

-Yerel yönetimlerin ortak çıkarlarını koruma ve geliştirme için uluslararası yerel yönetim birliklerine üye olma ve diğer devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilmelerine
 
-Yerel yönetimlerin, iç hukukta kendilerine tanınmış olan yetkilerin serbestçe kullanımı ve özerk yerel yönetim ilkelerine riayetin sağlanması için yargı yoluna başvurabilmelerine çekince koymuştur.

HÜDA PAR PROGRAMINDA YERİNDEN YÖNETİM
HÜDA PAR, programında “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, tek tipçi zihniyetin dayatmalarıyla, ülke için bir zenginlik olan çok dilli ve çok kültürlü yapı, etnik ve kültürel çatışmanın gerekçesine dönüşmüştür. Bu anlayışın bir ürünü olarak ortaya çıkan katı merkeziyetçi yönetim anlayışında ısrarcı olunması da ülkede ciddi problemlere yol açmıştır. Merkeziyetçi yönetim, hantal bir yapıya sahip olduğundan ve de her bölgenin sorunları ve anlayışları farklılık arz ettiğinden bu sorunların bir tek merkezden insanları memnun edecek bir şekilde çözümü zordur” ifadeleriyle katı merkeziyetçiliğe karış çıkılmıştır. HÜDA PAR’a göre katı merkeziyetçilik;

Menşe açısından dar bir hizbin dayatmasıdır.
Adalet açısından insan haklarına aykırıdır.
Huzur açısından iç çatışmaların sebebidir.
İşlerlik açısından hantaldır.

Halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve memnuniyeti açısından tercih edilebilir değildir.

HÜDA PAR buna karşı, “Yerel yönetimlerin ve bilhassa işlevsel açıdan büyük önem taşıyan belediyelerin daha geniş yetkilerle donatılmış bir yapıya kavuşturulması”nı, “Yerel Yönetimlere, kaynak oluşturma ve gelir elde etme bakımından daha esnek davranılması”nı, “Yerel Yönetimleri ilgilendiren planlama ve karar süreçlerine katılımın sağlanması amacıyla merkezi idarenin almış olduğu kararların oluşumunda görüşlerinin alınması ve yapılacak düzenlemelere karşı yerel yönetimlere yargı yoluna başvurma hakkının tanınması”nı “Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin kaldırılması”nı, “bunun yerine karşılıklı işbirliği sağlanarak, yerel yönetimlerin iç denetim mekanizmalarının etkin hale getirilmesi”ni “Merkezi idarenin belediyeler üzerindeki denetiminin belediyelerin özerkliğine zarar vermeyecek düzeyde, orantılı, sadece anayasa ve yasalara uygunluk denetiminden ibaret olmasını, yerindelik denetimi olmaması”nı
“Merkezi yönetimin hiçbir şekilde geçici dahi olsa seçilmiş bir yöneticinin görevine son verememesini ve onu görevden uzaklaştıramaması”nı Yerel meclisler (belediye meclisi, il genel meclisi) tarafından alınan kararların merkezi yönetimin onamasına tabi olması uygulamasına son verilmesi”niİdari yetkilerin bir kısmının yerel yönetimlere devri ile beraber bölge halkının yönetime katılımının arttırılmasını, kendi bölgeleriyle ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olmalarının sağlanması”nı öneriyor.

HÜDA PAR, bu önerilerin hizmet verimliliğini arttıracağına, israfın önüne geçeceğine ve yerel yönetimlerde oluşacak özerk yapı ile merkezi yönetimin vesayetinin kırılacağına inanıyor.

HÜDA PAR, önerilerinde başkasına ait terimlerden kaçınıyor. Herkesin yararına olacak bir orta yol öneriyor. Bununla birlikte “Mevcut merkezi ve yerel devlet organizasyon yapısının ıslahı ile beraber, mevcut yapının tabu olarak kabulünden vazgeçilerek olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmelidir. Toplumun huzur, refah ve güveni için gerekli olduğunun toplumun çoğunluğu tarafından kabulü halinde bu modeller uygulanabilmelidir” diyerek idarede farklı seçeneklerin önünün açılmasını da öneriyor.
 
BİTTİ.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir