Eskidendi, Çok Eskiden
(Dışarısı güzdü) Çocuk o gün ilk kez gidecek başka bir yeri olmadığı için soluğu Mezarda, alan yüzlerce insandan biriydi.
Kendisini en huzurlu ve hüzünlü hissettiği yerdeydi. Amcasının yanındaydı (mezardaydı) Susacak kadar korkak, hatırlamayacak kadar unutmuş hüzünlerle ağlamaklı gözlerle mezarlıkta bulunan eskimiş çiçeklere daldı.
Mezar kentte hatırı sayılır bir yerdeydi. Hiçbir menderese sahip olmayan bir mezar nasıl da bir çocuğun içerisinde menderesler çizerdi?
Mezar kentte hatırı sayılır bir yerdeydi. Hiçbir menderese sahip olmayan bir mezar nasıl da bir çocuğun içerisinde menderesler çizerdi?
Çocuk, kent ile arasında olan ibrişim bağı koparmadan yaşardı. Dervişlerin yapayalnız, dağ bayır gezip şiirler söylediği bir çağda yaşamıyordu elbet. Bu kentte en suskun adımlarla sokak sokak gezmek alışkanlık halini almıştı. Attığı adımların sonunda kaldırımın bitişiyle sendelemesi sonunda almıştı bu duyguyu. Böyle zamanlarda Mezarda kendisinden başka insanların da olduğunu fark edebiliyordu. Onu dervişlerden ayıran en belirli özellikte buydu.
Nihayet mezarın en sevdiği yerindeydi, Amcasının, yanında hüzünlerin biriktirdiği yerin önündeydi. Eksik bir şeyler var gibiydi. Ne zaman dalıp uzaklara gitse hayatında çok kez rastladığı o vurdumduymaz, o fırtınalı izlerini bulurdu Mezar köşelerine. Ne de olsa tam (on bir yıl) geçmişti bu mezarın önünden. Zamanın bir tutam ot gibi yandığı (onbir yıl)… Nasıl geçmişti?
Unutmak bazı iç hesaplaşmalarımız sonucunda aklımızdakileri karanlıkta bırakmak gibiydi. Ya çevreden zaman zaman gelen loş ışıklar? İnsan her şeyi unutabilir miydi? Unutmak mümkündü. Lekesiz bir zihin, acılarından onarılmış. İç ölmelerden sonra solmuş yapraklar üzerindeki ayak izleri tek yaşam belirtisi... Şairin şiirinden ibaretti unutmak: -‘Unutmak ölümlüdür, sanki hiç ölmedik!’
Dışarısı güzdü. İğne atsa yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. İnsanlara baktı. Herkes kendince hızlı adımlarla gidiyordu. Ve kimsenin duyamayacağı bir iç konuşmayla sordu: -‘Hiç avucunuz size ait olmayan bir gözyaşıyla ıslandı mı? -’ Gülümsedi ve çok geçmeden yine bir iç sesle cevapladı: ‘Anılarınız ne kadar fazla ise o kadar ağır adımlarla yürürdünüz’
Dışarısı güzdü. Gün yavaş yavaş üzerine deviriyordu göçünü. Çocuk uyandığında; ayaklarına örttüğü battaniye yere düşmüş ve yaktığı sigara çoktan sönmüştü. Üşüyordu. Güncesi masada açık, öylece duruyordu ve üzerinde bahardan kalma kelebek ölüsü. Kısık sesli açık kalan radyoda çalan parça bilincinin yerine gelmesine yardımcı olmuştu… “Hani herkes arkadaş / Hani oyunlar sürerken / Hani çerçeveler boş / Hani körkütük sarhoş gençliğimizden / Hani hüzünler bizi henüz bu kadar incitmezken / Eskidendi, eskidendi, çok eskiden…”
Özlem Şık Ürük / Mardin (Mazıdağı) - Yaş: 21