HÜR DAVA PARTİSİ (HÜDA PAR)`nin programı-6
Kürt sorununun haklardan yoksun kalma, hak talep ederken acılara sürüklenme ve buna karşı çözüm olmak üzere üç yönü vardır. HÜDA PARın Kürt sorunu konusunda en önemli farkı, soruna bütüncül yaklaşmasıdır.
ABDULKADİR TURAN / ANALİZ
HÜDA PAR PROGRAMINDA KÜRT SORUNU
Kürt sorunu, belki Türkiye’nin en çok konuşulan sorunudur. Ancak resmi alanda bu soruna ayrılan mesai ile bu sorunun dışarıya yansıtılması hiç orantılı olmadı. Sorun, resmi alanlarda her an konuşuldu. Ancak konuşulanların çok az kısmı dışarıya yansıtıldı. Diğer bir ifadeyle bu konuda kapı artlarında çok kafa yoruldu, çok mesai harcandı, belki her şey söylendi. Ama Kürt sorunu hep operasyonel bir sorun olarak kaldığından konuşulanların dışarıya yansıması engellendi.
Bunu sadece devlet yapmadı, sokaktaki adamdan konuyla ilgili bütün siyasi partilere herkes ve bütün kurumlar, Kürt sorunu ile ilgili yaklaşımlarının bir kısmını ifade etmeyi ertelemeyi daima daha uygun gördü.
HÜDA PAR Programı, bu noktada da özgün bir niteliğe sahip. Program, HÜDA PAR’ın soruna yaklaşımını olduğu gibi yansıtıyor. Partinin, sorunun bütün aşamaları ile ilgili görüşünü herkese açıkça duyuruyor.
KÜRT SORUNUNA HÜDA PAR DIŞI YAKLAŞIMLAR
Kürt sorununa HÜDA PAR dışı yaklaşımlar; devletin inkâr yaklaşımı, Müslüman Türk aydınların yaklaşımı ve sosyalist Kürt örgütlerin ikinci tür inkâr yaklaşımı olarak üç başlıkta incelenebilir.
DEVLETİN İNKÂR YAKLAŞMI
Daha 1808’de Osmanlı’nın Batılılaşma sürecine girmesiyle başlayan yaklaşımdır. Batılılaşma ile paralel yürüyen bu yaklaşımın iki safhası vardır: Birinci Batılılaşma Dönemi ve İkinci Batılılaşma Dönemi.
BİRİNCİ BATILILAŞMA DÖNEMİ
1808’de başlayıp Tanzimat ve Islahat Fermanı ile şekil alan bu aşamada Osmanlı Devleti, bir ümmet imparatorluğu olduğu gerçeğini göz ardı ederek; 1. İdarede merkezileşme 2. Topluma yaklaşımda Batıcı tek tipleşme sürecine girdi.
Osmanlı, Batılı danışmanların kılavuzluğunda ıslahatçı bir yaklaşımla Fransız tipi bir Batılılaşmayı taklit etti. Kürtler, daha ilk günden bu taklidin hem merkezileşme hem Batıcı tek tipleşme yönüne karşı çıktılar. Osmanlı’dan, kendileri ile ilgili daha 1514’te şekil bulan idareyi paylaşma ve bütün ümmetin talebi olan Şeriata bağlı kalma ilkelerine sadık kalmayı talep ettiler. Osmanlı, bu taleplere karşı Batılılaşma ısrarını sürdürünce Kürtlerin Osmanlı ile ilişkisi ittifaktan, isyan sürecine girdi. Ağır hak kayıplarını göz önünde tutarak isyanları anlayışla karşılayan Osmanlı, Batılılaşmayı “devrimci” bir aşamaya taşımak isteyen İttihat ve Terakki iktidarıyla birlikte politika değiştirip ağır cezalandırmalara gitti. Gerek Irak Kürdistanı’nın gerek Bitlis Kıyamı’nın önderlerini idam etti. Bu süreç, I. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Kürtlerin mağduriyetlerine rağmen küfre karşı Osmanlı’nın yanında yer alması tutumuyla kısa bir fetret dönemine girdi.
İKİNCİ BATILILAŞMA DÖNEMİ
Kurtuluş Savaşı’ndaki İslamî söylem, Kürtlerin önemli bir kısmıyla Kurtuluş Savaşı öncüleri arasında bir yakınlaşma oluşturdu. Ancak savaşın ardından bu söylem terk edildi. İttihat ve Terakkî’nin yaklaşımı, Batı’nın Lozan dayatmalarından alınan destekle de güç kazanıp resmi politika haline geldi. Devlet, Cumhuriyet Döneminde tartışmaya bile gerek görmediği mutlak bir merkezi yönetimden ve katı bir Batılılaşmadan yanaydı. Artık Siirt’in bir ilkokulundaki hizmetliyi bile Ankara’dan atayacağı gibi, Siirt köylüsünün köyünde nasıl giyineceğini de kendisi belirleyecekti.
Bu dayatma, Şeyh Said Kıyamı’na yol açtı. Devlet, kıyamı bastırmış olmayı, gerek merkezileşme gerek Batılılaşma önündeki bütün engellerin kalkmış olması olarak değerlendirdi. Artık her iki alanda da istediğini yapabilecekti. Yeni politikanın adı tek kelimeyle “İnkâr”dı. Devlet; Kürt diye bir şey yok, diyordu. Buna da sanılanın aksine aşama aşama geçildi. Bu aşamalı hâli en iyi yansıtan o dönemde çok revaçta olan il tarihleridir. 1931’de Erzincan Valisi Ali Kemalî tarafından bir Kürt raporu olarak hazırlanan “Erzincan Tarihi” geniş bir alt yapıyla devlet idarecilerini Kürt varlığını inkâr konusunda bilgilendirme yoluna gidiyor. Kitapta Kürt tarihi uzun uzun anlatılıyor. Ancak satır aralarında inkârın zemini hazırlanıyor. 1936’da Abdürrahim Şerif Beygu tarafından hazırlanan Erzurum Tarihi’nde ta Eyyubîlere kadar gidilerek Kürtlerin Türklere yenilmeye mahkûm olduğuna dair bir psikoloji oluşturuluyor. Türk kimliği yüceltilirken Kürt kimliği aşağılanıyor. 1946’da Siirt Müftüsü Ömer Atalay tarafından hazırlanan Siirt Tarihi’nde ise artık Kürtler yok sayılıyor ve Türk ulusunun bir alt boyu gibi anlatılıyor.
İnkâr aşaması köy isimlerinin değiştirilmesi ile yol aldı ve yakın bir döneme kadar hem de 2002’den sonra, dünya bilim literatürüne “Kürt tilkisi” gibi Kürt ön adıyla geçen yabanî hayvanların adlarını değiştirmeye kadar vardı. Aynı dönemde veya hemen öncesinde hazırlanan İslam tarihi, Anadolu tarihi gibi eserler bir yana şehir tarihlerinde bile Kürtler resmen tarihten silindi, yok sayıldı. Örneğin Diyarbakır tarihi neredeyse Mervanî beyliğine hiç yer verilmeden işlendi. Devlet bu süreçte, sadece ekonomik sorunlardan söz etti.
MÜSLÜMAN TÜRK AYDINLARININ YAKLAŞIMI
Kürtlerin Batılılaşma sürecinde yaşadıkları acıları samimiyetle işleyen bir yaklaşımdır. Müslüman Türk aydınlar, çoğu zaman soruşturmaları da göze alarak Müslüman Kürtlerin Batılılaşmaya karşı tepkilerini ve bu uğurda çektikleri acıları destansı bir anlatımla işlediler. Ancak, onların yaklaşımlarının iki eksik tarafı vardı: Belki tepkilerden korkarak bu acılardan kurtuluş için somut bir çözüm önermiyorlardı. Bu da onların söylemlerini bir tür “ağıt” düzeyinde bıraktı. İkincisi ve daha önemlisi Kürt sorununda din ve dünya bütünleştiği hâlde onlar “dini haklar” üzerinde yoğunlaşırken Kürtlerin kendi dillerini konuşma haklarını hiç gündeme getirmiyorlardı. Bu da onların söylemlerini tek kanatlı bıraktı ve onun zemin bulmasını engelledi.
SOSYALİST KÜRT ÖRGÜTLERİNİN İKİNCİ TÜR İNKÂR YAKLAŞIMI
Kürt gençlerine kurdurulan sosyalist örgütler, İslam dünyasındaki klasik ulusalcı örgüt türüdür. Ulusalcı yaklaşımlar, dinin hukuk yönü yerine sosyalizmi; toplumu bütünleştirme yönü yerine de milliyetçiliği koyup ulusal sosyalizmi İslam’a karşı modern bir din gibi alıyorlar. Yeni dinlerinin zemin bulmasını ise İslam’ı hem inançta hem günlük hayatta yok edebilme başarılarında görüyorlar. Ulusalcı sosyalist örgütlere göre; uluslaşmak, dine tam zıt bir projedir. Kürtler ya Müslüman olur ya da ulus… Kürtler ancak İslam’dan uzaklaşınca uluslaşır. O hâlde uluslaşmak için İslam’a karşı savaşmak gerekir.
Bu çatışmacı yaklaşım içinde, Kürtlerin tarih içindeki İslamî varlığını tamamen inkâr ettiler. Kürtlerle İslam arasında bir bağ yoktur, dediler. Bu, devletin Kürtlerin milli varlığını inkâr politikasına karşı ikinci bir tür inkâr politikasıdır.
Sosyalist Kürt gruplar, İslam’a karşı karşıtlıklarını öyle bir aşamaya taşıdılar ki eserlerinde Kürtlerin Batılılaşmadan kaynaklanan problemlerini Kürtlerin cahilliğine, işbilmezliğine bağladılar. Batı’yı ve Batılılaşmayı masumlaştırdılar, hatta mehdileştirip kurtarıcı ilan ettiler ve bütün yalan uydurma yetenekleri ile Kürtlerin İslam’la edindikleri kazanımlara saldırdılar.
Etnik yapılar veya milletler ne denirse densin, bu konu üzerinde kafa yoran herkes Hz. İsa (as) sonrası dünyada Arap, Fars ve Türk kimliği gibi Kürt kimliğinin de İslam’la şekil kazandığını bilir. İslam Kürt kimliğinin dışına atıldığında ortada bütün bir Kürt kimliği diye bir şey kalmıyor. Sadece İslam medreselerini dışladığınızda bile bu kimliğin kültür gibi çok önemli bir tarafı yok oluyor. Sosyalist gruplar, hem Kürt milli varlığından söz ediyor hem de İslam’a karşı savaşıyor, çözüm önerilerinde medreseleri gündeme getirmek bir yana var olan kazanımları bile yok edecek adımlar vaat ediyor. Bu, sadece dil üzerinde yoğunlaşan, inandırıcı olmayan, garip ve tek taraflı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın sonu, Kürtlerin zaman içinde büsbütün asimilasyonundan (yok olmasından) başka bir şey değildir.
HÜDA PAR’IN KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIMI
Kürt sorununun “haklardan yoksun kalma”, “hak talep ederken acılara sürüklenme” ve buna karşı “çözüm” olmak üzere üç yönü vardır. HÜDA PAR’ın Kürt sorunu konusunda en önemli farkı, soruna bütüncül yaklaşmasıdır. HÜDA PAR, Kürt sorununu ne haklardan yoksun kalma ne acılar ne de çözüm yönünden ihmal ediyor.
HÜDA PAR, “Dinsiz ama dilli”, “Dinli ama dilsiz” yaklaşımlarına karşı Kürt sorununa din ve dil sahibi insan gerçeği yönünden yaklaşıyor.
Arap olmak ile İslam olmak, Fars olmakla İslam olmak, Türk olmakla İslam olmak birbirine zıt görülemeyeceği gibi Kürt olmakla İslam olmak da birbirine zıt konumlandırılamaz. İslam olmak için dilsiz kalmak gibi İslam’ın insan haklarını ikame yanını inkâra götüren gayri insanî ve gayri İslamî bir yaklaşım da çözüm olamaz. Dünyanın hiçbir halkı hem dininden hem dilinden yoksun kalmaya zorlanamayacağı gibi dini ile dili arasında tercih yapmaya da zorlanamaz. Dünyanın hiçbir halkının sorunları sadece ekonomik sorunlarla da sınırlandırılamaz.
HÜDA PAR Programı,
“Cumhuriyet ideolojisi, temel olarak iki ilke üzerine kurulmuştur. Bunlardan biri laiklik, diğeri de Türklüktür. Laiklik ile bağlantılı uygulama ve inkılâplar yüzünden Kürtler, batıdaki Müslüman Türk kardeşleri ile beraber büyük eziyet ve sıkıntılar çekmişlerdir. Ancak onların çektiği sıkıntılar bununla sınırlı değildir. Bunun dışında Kürt oldukları için Türklük/Türkleştirme politikalarının sonucu olarak büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Bu şekilde hem laiklik hem de Türklük dayatmalarına tepki olarak vuku bulan Şeyh Said Kıyamı, Dersim ve Ağrı Ayaklanmaları büyük bir şiddetle ve katliamlarla bastırılmış, bunlar ve Zilan’daki katliamlarla beraber yüz binlercesi öldürülmüş, yaralanmış ve çok daha fazlası da aç ve çıplak bir halde batıya sürgün edilmişlerdir. Bu dönemde yapılan zulüm ve vahşet akıl almaz boyutlara ulaşmıştır” ifadeleri ile Kürtlerin Cumhuriyet sürecinde yaşadıkları acıları beyan ediyor. Mağduriyetlerin giderilmesi için sorunun kaynağında yer alan merkeziyetçi yaklaşım ve Batılılaşmaya karşı somut çözüm önerileri getiriyor. “Katı merkeziyetçi yönetime son verilerek yerel yönetimler güçlendirilmeli ve tüm yerel yöneticiler halk tarafından seçilmelidir.” “Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır. Yeterli talep olması halinde anadili farklı olan diğer vatandaşların da kendi dillerinde eğitim alabilmelerinin önü açılmalıdır. ” “Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır.” diyen HÜDA PAR, çözüm programını tamamlayan diğer önerilerini geçen hafta ayrıntılı olarak verildiği üzere şu şekilde ifade ediyor: Başta vatandaşlık tanımı olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmi literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylem terk edilmelidir. İsimleri değiştirilen yerleşim yerlerine eski adları geri verilmelidir. Bölgede çok yönlü sorunlara yol açan koruculuk sistemi derhal lağvedilmeli, ancak mağduriyetlere de sebebiyet verilmemelidir. Sayısı binleri bulan kayıpların akıbeti açıklanmalı, faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturmalar ciddiyetle yürütülmeli ve sorumlular bulunup cezalandırılmalıdır. Köy yakma ve zorunlu göç olaylarının hesabı sorulmalıdır. Ergenekon, jitem ve benzeri yapılanmaların bölgede yaptığı hukuksuzluklar derinlemesine soruşturulmalıdır. Said-i Nursi, Şeyh Said ve Seyyid Rıza gibi şahsiyetlerin mezar yerleri açıklanmalı, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşivler derhal açılmalıdır. Uzun yıllar her alanda geri bırakılan bölgenin, batıdaki ekonomik refah seviyesine ulaşması için gerekli yatırımlar yapılmalı, bu anlamda bölgeye pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.”
Bu, HÜDA PAR’ın Türkiye’de Kürtlerin kurtuluşu ve Türkiye’nin Kürt sorunundan kurtulması için önerdiği bir çözüm programıdır. “Normalleşmenin gerçekleşmesi ve toplumsal barışın tesisi için” HÜDA PAR tarafından oluşturulan bir reçetedir.
Haftaya HÜDA PAR’ın yerinden yönetim konusuna yaklaşımıyla devam edeceğiz.