• DOLAR 32.493
  • EURO 34.798
  • ALTIN 2442.15
  • ...
Tanıkların Dilinden Yakın Tarih - 4
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Çaytepe Köyünde yakılan 33 kişinin içinde,  9-10 yaşlarında olan Mustafa, askerin işaretiyle nasıl kaçıp yakılmaktan kurtulduğunu, Hayriye Ninenin ormanda günlerce saklanıp askerden korunmak için hangi koşullarda yaşadıklarını anlatıyor... Araştırma yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz

Mehmet Baran / Araştırma / Doğruhaber

SAYER KÖYÜNDE SÜNGÜLENEREK ÖLDÜRÜLEN ON ERKEK

Geçen yazı dizimizde Sayer Köyünde bir evde yakılan 76 kadın ve çocuktan bahsetmiştik. Bu kadın ve çocukların toplatıldığı köylerden ve buralarda olan hadiselerden söz ederek, yakma anındaki dramatik sahneleri dile getirmiştik. Köylerde toplatılan kadın ve çocukların arasında, özellikle Guev Köyünden getirilenlerin arasında, on bir kişilik bir olgun erkek grubunun olduğunu öğrenmiştik. Bunların çoğunun çoluk çocuğu Sayer Köyünde yakılan 76 kişinin içindeydi. Bu yazımızda kendilerinin de çocuk ve eşlerinin beş yüz metre uzağında sayısız süngü darbeleriyle nasıl can verdiklerini anlatacağız.

Askerler Sayer Köyüne hâkim tepede karargâh kurmuşlardı. Sayer Köyünün sırtının dayandığı tepe yüksek ve bölgeye bakış açısı genişti. Çevredeki köylere buradan asker sevk edilirdi. Buraya götürülen on bir erkeğin hanım ve çocuklarını da Sayer Köyü’ne götürmüş ve 76 kadın ve çocuğu bir evde acımasızca yakmışlardı.

Aileleri topluca yok ediyor, insan olarak görüp yakaladıkları ne varsa öldürüyorlardı. Köylülerin küçük ve büyükbaş hayvanlarını da toplatıp askerlere yediriyor, arta kalanları ise merkeze sevk ediyorlardı.

Sayer Köyüne varmadan toplatılan Köylülerden olgun erkekler seçilerek askerin karargâh kurduğu yere götürülüyordu. Ellerini birbirleriyle sıkıca bağlanıyor ve infaz için uygun yer bulununca askerlere  “süngü tak” emri veriliyor, birbirlerine sıkıca bağlanan esirler fazla deprenemiyorlardı. İki grup asker onları araya alarak önden ve arkadan seri bir şekilde süngülemeye başlıyorlardı. Süngü darbeleriyle can çekişmeye başlayan insanlar yere yığılıyordu. Olayda ağır yaralı olarak cesetlerin altında kalıp kurtulan on birinci kişi olan Celil Çavuş, olayı daha sonra şöyle anlatıyor:

“Bizi kendirlerle sıkı bir şekilde birbirimize bağladılar. İki grup asker bizi araya alarak süngülemeye başladı. İnsanlar öldükçe yere yığılıyorlardı. Ben de yere düşüp cesetlerin altında kaldım. Herkes ölmüştü. Askerler geri çekildiler. Meğerki uzaktan cesetleri izliyorlarmış, canlı kalan var mı diye. Benim gibi yaralı bir arkadaş daha vardı. Bu arada hareket ettiğini fark ettiler. Asker geri gelip onu süngülemeye başladı ve öldürdü. Ben anladım ki hareket edersem gelip beni de öldürürler. Uzun bir süre hareket etmeden kanlar içinde bekledim. Askerler gidene kadar böylece beklemeye devam ettim. Sonra askerlerin gittiğinden tam emin olunca üzerimdeki cesetleri kaldırarak buradan uzaklaşmaya çalıştım. Ancak otuzdan fazla süngü yarası aldığım için ağır yaralıydım. Fazla uzaklaşamazdım. Her an askerlerle karşılaşabilirdim. Onların çevrede olduğunu tahmin ediyordum. Karşılaştığım insanların yardımıyla katliam bölgesinden uzaklaşabildim ve böylece kurtuldum. Saklanan insanlar fazla ortalıkta dolaşamıyorlardı. Her an askerlerle karşılaşma riski vardı. ”

Hacı Ahmet Aydın isimli tanık  bu olay için şunları anlatıyor:   “Cesetlerin altında bir kişi sağ kurtulmuş ve Murat nehrine doğru yaralı haliyle kaçar vaziyette benim amcama denk gelmişti. Dağlarda, ormanlarda, Murat nehrinin kıyılarında saklanan insanlardan kimileri, olan bitenlerden haberdar olabilmek için ve geride bıraktıkları hayvanlarına mallarına bakmak için yer yer dışarı çıkarlardı. Amcam da bu maksatla bulunduğu yerden çıkmış köye bakmaya gelirken bu yaralıya denk gelmişti.  Amcam olan bitenleri bir bir anlatmıştı.

Amcam süvaridir ve onu arkaya bindirerek oradan uzaklaştırır. Bu yaralının eşi ve beş tane çocuğu da Sayer Köyü’nde yakılan yetmiş altı kişinin içinde yakılmıştı. Ailesi bütünüyle yok oldu. Sonradan evlendi ve çocukları şimdi Elazığ’da yaşıyor.”

Askerlerin bölgeden ayrılmasıyla geri gelen çevre köylerdeki insanlar bu on kişinin birbirlerine bağlanmış vaziyette ve her biri onlarca süngü darbesiyle öldürüldüğüne şahit olur. Bulundukları yerde bağlarını çözerek yan yana gömerler. Şu anda Sayer Köyü’nün kuzeyinde bulunan tepenin üstünde mezarları bulunmaktadır. Mezarları çevresinde yarım metre yüksekliğinde bir duvar örülmüştür. İlk mezarın başucundaki mezar taşında; “şehitler kervanı 1927” diye yazılıdır. Diğer şahısların baş ve ayak kısmına ince bir mermer taşı yazısız olarak dikilmiştir.

Sayer Köyü’nde katledilenlerin isimleri şöyle: Fek Muhammed (Muhammed Döner), M. Emin (Akçabay), Sad’ın oğlu Hamit (Kaynak), Ahmet’in oğlu Mahmut Kaynak (ayağından diken çıkarıyormuş gibi davranıp yakılan 76 kadın çocuğun faciasından kurtulan Hayriye’nin kocası), Bezi oğlu Derviş (Kaynak), Sadullah (Çelik ), Fek Talip (Çelik), Karabalık (Aral), Fek Ali oğlu Selim (Aral), Hüseyin Topal ve bu olayda yaralı kurtulan Celil Çavuş (Sayer’de yakılan 76 kadın çocuğun içinde Celil Çavuş’un hanımı Hanife Döyer ile çocukları Zekiye, Mehmet, Selahattin, Abdullah ve Fadıl da vardı)

VALYER (ÇAYTEPE) KÖYÜ KATLİAMI

Çaytepe Köyü girişinde karakolun yanı başında hatıratları bir derece korumaya alınmış otuz üç kişi. Bu insanlar Çaytepeli değil, ama Çaytepe Köyü muhtarının evinde yakılmışlardır. Özellikle köy muhtarının evini insanları yakmak için seçmişlerdi.

Askerler bölgeye birkaç koldan girmişlerdi. Mıstan ve Botan aşiretlerinin bölgesine giren askerler insanların bir kısmını buldukları yerde toplu katliamdan geçirirken, bir kısmını da çevre köylere kadar beraberinde götürüp evlere doldurarak yakmışlardı. Bu bölgenin insanından otuz dört kişiyi Çaytepeye getirmişler.

Buraya getirilen insanları muhtarın evinin önünde toplarlar ve çalı çırpı toplayarak esirleri yakma hazırlığını yaparlar. Bağlı bulunan insanların başında nöbet bekleyen bir askerin vicdanı kaldırmamış olacak ki, esirlerin arasında bulunan ve diğer esirlerle bağlanmayan 9-10 yaşlarında Mustafa isminde bir çocuğa, göz göze gelince, göz kırparak kaçmasını işaret eder. Ancak çocuk korkmuştur. Bakışlarını çevirir ve dikkate almaz. Yakılma işlemi yaklaştıkça asker çocuğa tekrar kaçması için işaret eder. İki üç işaretten sonra Mustafa kaçar ve bu katliamda bir tek o kurtulur. Geriye kalanlar arasında daha kaç tane çocuk yaşta kişi bulunduğunu öğrenemedik. Ancak bunların arasında bir kadının bulunduğunu ve yakılma esnasında feryatlar içinde defalarca pencereden dışarı kaçma girişiminde bulunduğunu, buna karşılık her seferinde süngü darbeleriyle ateşin içine itildiğini, böylece feryatlar içinde can verdiğini öğrenmiş olduk.

Çaytepe Köyünde 33 kişinin yakıldığı muhtar evinin kalıntıları duvarla çevrelenmiş durumdadır. Toprak kazıldıkça şimdi de yanık küller ortaya çıkabilmektedir. Bu köyde daha başka toplu katliamların da yapıldığı söyleniyor. Bu konuyla ilgili araştırmamız devam edecek inşaallah.

ASKERDEN SAKLANANLARIN ÇEKTİKLERİ

 Bu topyekûn katliamlarda çevreye yayılmış askerlerden canlarını kurtarabilenler bunu nasıl başarabil mişti? Nerelere sığınmış, ne tür zorluklarla karşılaş mışlardı? Nasıl hayatta kalabildiklerinin kısa bir hikâyesini tanığından dinleyelim. Çırık Köyü’nden Ahmet Akçil (sonradan yakalanıp süngülenerek katledilmiş)’in kızı Hayriye Nine anlatıyor:

“ Babam bölgede tanınan varlıklı bir insandı. Çevremizde sevilen sayılan ve herkesin yemeğini suyunu yediği, içtiği bir kişiydi. Babam ileri görüşlü bir insandı. Askerlerin bölgeye girip ilerlediğini duyunca başımıza gelebilecekleri önceden kestirebilmiş ve öncülük yaparak bütün köylümüzün köyden ayrılmasını sağlamıştı. Önce zahiremizi Murat nehrinin kenarlarında mağaralarda sakladı, ağır günlerin erzakı diye. Sonra bizi alıp köylülerle birlikte zaman varken Murat nehrinin uzak kıyılarına ormanlık alanlara götürdü. Orada bir ay saklandık. Yanımızda yiyecek olarak sadece keçi, koyunlarımızı almıştık. Acıktıkça bir bir keserek yiyiyorduk. Bu kadar insan saklandığımız bu yerde çıt çıkmamalıydı. Çevrede bulunan askerler bizi fark ettikleri andan itibaren hepimizi öldüreceklerdi. Bunun için babam bizi bu konuda çok tembihliyordu. Ben o zaman 8-9 yaşlarındaydım. Tehlikeyi anlayacak yaşta bulunan bizler hiç sesimizi çıkarmıyorduk. Ancak benim 2 aylık Raziye isminde bir kız kardeşim vardı. İki aylık bebek tehlikeden ne anlar. Bazen ağlardı. Çoğunlukla annem süt verip sesinin çıkmamasına çalışırdı ancak yine de kundakta olan bir çocuktu. Yer yer sesi çıkabiliyordu. Bu da orada bulunan bütün insanlara tehlike yaratıyordu. Bütün bu insanların sorumluluğunu boynunda hisseden babam anneme bu kız kardeşimi Murat nehrine atmayı teklif etti. Annem kucağında bulunan daha 2 aylık bu masum çocuğu suya atamadı. Babama “Ben yapamam, al sen at” dedi. Babam da nihayetinde bir babaydı ve bu da öz çocuğuydu. Babam da çocuğu suya bırakamadı. Annem ses çıkarmaması için kız kardeşime biraz daha dikkat etti. Ama yaklaşan bir tehlike durumunda onu her an suya bırakabilme kokusuyla yaşadık…” Başından geçen hayat hikâyesini çok uzun anlatan ve babasının sonradan yakalanıp eli bağlı olarak onunla birlikte nasıl hapse götürüldüklerini, kısa bir hapis sürecinden sonra babasıyla birlikte 12 kişiyi nasıl ölüme, süngülemeye götürdüklerini anlattıkça gözleri doluyordu Hayriye Ninenin. Yakın tarihimizin canlı şahidi olarak hala yaşıyor.

Konuştuğumuz bu yakın tarihimizin canlı şahitlerinin anlattıklarının tamamını burada anlatmak imkânsız olduğunu yazı dizimizin başında dile getirmiştik. Yoğun yaşanmış katliam şekillerinden sadece birer veya ikişer örnek vererek somutlaştırmaya çalıştık. Bilhassa yakılmak suretiyle bölgede yapılan katliam örnekleri o kadar çoktur ki, hepsini burada anlatma olanağı yoktur. Bütün görüp duyduklarımızı sizinle paylaşmak isterdik. İnşallah bütün bu yakın tarihimizde olanları sizinle başka şekillerde paylaşma imkân ve olanağı buluruz. Şimdilik yazı dizimizi burada nihayete erdiriyoruz.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir