BU NE DERİNLİK BÖYLE!
Dikkatinizi çekmiştir sanırım, kimse operasyona şaşırmadı.
Herkes “Gülen grubundan” bir karşı hamle bekliyordu.
İlk hamlenin kasetlerle olması, ardından yolsuzluk dosyalarıyla bakanların üzerine gidilmesi bekleniyordu.
Hamle daha derin oldu.
Belediye başkanları ile Bakan çocuklarına yönelik dosyalar klasik bir Hoover taktiğiydi.
J. Edgar Hoover…
FBI’ı tam 48 yıl boyunca yöneten Hoover.
Hoover’in en büyük özelliği siyasetçi ve bürokratlar için resim ve belge toplamasıydı.
Yolsuzluktan fuhşa kadar her türlü ayrıntıyı toplar, dosyalar ve bir kenara koyardı.
Bazen şantaj için kullanırdı elindekileri, bazen de birinin görevinden alınması için.
Türkiye’de de “paralel devletler”in gayri meşru dinleme yaptığı, fişlemelerde bulunduğu, belge topladığı bilinen bir şeydir.
“Lazım olduğunda kullanılmak üzere” bir kenara konur belgeler.
Belediyelerde yolsuzluk olduğunu bilmeyen mi var?
Belediyelerdeki yolsuzlukları tespit etmek için o kadar “derin” çalışmalara gerek bile olmadığını düşünüyorum. O yüzden operasyonun o kısmına “Hoover taktiği” diyorum.
Ama Halk Bankası kısmı kritik bir konu. Meselenin hem iç hem de dış bağlantıları vardır muhtemelen.
Halk Bankası bir kamu bankasıdır.
Devletin öncelikli olarak kamu bankaları üzerinden iş yapması en doğal olanıdır öyle değil mi?
Ama Türkiye’de yıllarca öyle olmadı. Özel bankalar üzerinden yürüyen mali politikalar her zaman risk getirir.
2001 krizindeki en önemli etken bankaların durumuydu.
Batıda da ekonomik daralmaların asıl sebebi finansal krizlerdi.
Devlet son dönemlerde özel bankalardaki kara delikleri fark edince önlem almaya başladı. Bu yüzden küresel krizin etkileri daha az hissedildi Türkiye’de.
Banklar kâr ediyordu, ama doymak bilmeyen bir hırsları vardı. Hükümetin piyasayı yönetmesi onların kâr marjında istedikleri
rakamları yakalamalarını engelliyordu.
Hükümetten ve Erdoğan’dan rahatsızdılar.
Gezi Parkı olaylarında hükümeti devirmeye ya da en azından “te’dip” etmeye karar verdiler.
Erdoğan “faiz lobisine boyun eğmeyeceğiz” diyerek rest çekti.
Rest çekmekle de kalmadı, mali bir operasyon başlattı.
Büyük sermaye ilk defa korkuya kapıldı.
Bankalara cezalar verildi, mali incelemeler genişletildi.
Hükümet bu arada Halk Bankası üzerinden mali bir politika belirledi.
Amerika’nın İran’a uyguladığı yaptırımlar kapsamında İran’la olan ticarette problemler vardı.
Halk Bankası bu meselede kilit önemdeydi.
‘Örneğin Türkiye’nin İran ile yaptığı anlaşmalar Halk Bankası üzerinden yapılıyor. Ancak ABD’nin bu konuda baskısı olduğu biliniyor. Bu meselede bilinmeyen şeylerden biri şu: İki ülke arasında petrol ticareti dolar değil, Türk Lirası üzerinden gerçekleştiriliyor.
İran ayrıca ticarette dolaşan paranın önemli bir kısmını Türk bankasında mevduat olarak tutuyor. Bir banka için bu çok önemli kaynak ve özel bankaların da buna iç geçirerek bakmaları çok garip bir durum değil.Halk Bankası’nın denklem dışında kalması,
Türkiye’nin İran ile arasındaki para transferinde önemli bir katmanının ortadan kalkması anlamına gelir.
Böylece Türkiye, petrolü yine dolar cinsinden almak zorunda kalabilir ki bunun 4-6 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Ayrıca bankadaki mevduat da gidebilir.
Bir de İranlı şirketlerin durumu var. Ambargo nedeniyle bu şirketler tek kapı olarak Türkiye’yi kullanıyor. Bu da pazarın buraya kayması anlamına geliyor.
Geçen yıl Türkiye’de en fazla İran şirketi kurulmuş. Bir yılda kurulan yaklaşık 600 şirket olduğu söyleniyor.
Halk Bankası devreden çıkarsa bu şirketler para transferinde sorun yaşayacaklar.
Şimdi bu veriler ortadayken Halkbank’a yapılan operasyonun arkasında Amerika ve israil’in olduğunu iddia etmenin komplo teorisi olduğunu kim söyleyebilir?