HÜDA PAR: Süresiz nafaka uygulamasına son verilmeli
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan gündem değerlendirmesinde, süresiz nafaka uygulamasının neden olduğu mağduriyetlere değinilerek, “Bu bağlamda gereken yasal düzenleme, artık daha fazla geciktirilmeden hayata geçirilmelidir.” denildi.
HÜDA PAR Genel Merkezi, mülteciler ve geri gönderme merkezleri, süresiz nafaka uygulaması, DAİŞ’in tekrar piyasaya sürülüyor olması ile El-Fetih yönetiminin direnişe yönelik saldırıları ve ABD’nin soykırım finansörlüğü gibi önemli konu başlıklarına dair değerlendirmelerde bulundu.
Mültecilerin yaşadığı zorluklar ve Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan hukuksuzluklar ve gayri insani uygulamalara tepki gösterilirken, bu keyfi uygulamaların göçmenler ve aileleri için ağır travmalara ve mağduriyetlere neden olduğunun altı çizildi.
Süresiz nafaka uygulamasının neden olduğu mağduriyetlerin halen devam ettiğine de işaret edilen açıklamada, bu bağlamda gereken yasal düzenlemenin daha fazla geciktirilmeden hayata geçirilmesi çağrısında bulunuldu.
ABD’nin yeni bir bahaneyle bölge ülkelerinin topraklarını hedef almak için DAİŞ’i tekrar piyasaya sürdürdüğünü söyleyen HÜDA PAR, “Batı’ya asla güvenilmemeli; güvenlik ve istikrar için bölge ülkeleri arasındaki iş birliği güçlendirilmelidir.” dedi.
Mahmud Abbas liderliğindeki El-Fetih yönetimi, Batı Şeria’da Filistinli direnişi hedef almasının israilin lehine olduğuna dikkat çekilen açıklamada, ABD’nin soykırım finansörlüğüne de sert tepki gösterildi.
Genel Merkez tarafından yapılan iç ve dış gündeme dair değerlendirmenin tamamı:
Mülteciler ve geri gönderme merkezleri
Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan hukuksuzluklar ve gayri insanî uygulamalar, Türkiye'nin kendisine sığınan milyonlarca muhacire ensar oluşuna halel getirmektedir. Özellikle idari işlem yapılmak üzere gözaltına alınan göçmenler hakkında sınır dışı kararı alınırken, "kamu düzeni" kavramı genel ve keyfi olarak her duruma uygulanmaya çalışılmaktadır.
İstenmeyen kişileri yeterli ve somut bir delil olmadan keyfi olarak gözaltına almak veya sınır dışı etmek için çok defa bahane olarak kullanılan “yabancı terörist savaşçı” tanımlaması ise işin tuzu biberi olmaktadır. Özellikle göçmenler hakkında yargı tarafından verilen takipsizlik kararları yok sayılarak idari gözetim kararı uzatılmakta ve göçmenler gayri insani şartlarda sınır dışı edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum göçmenler ve aileleri için ağır travmalara ve mağduriyetlere sebep olmaktadır.
Son olarak 2016 yılında İslami kimlikleri sebebiyle yaşadıkları sıkıntılar üzerine Türkiye'ye sığınan Özbek asıllı Rusya vatandaşı Ozoda Dzhabbarova (Cabbarova) ve ailesinin yaşadığı süreç bir kez daha bu durumu gözler önüne sermiştir. Mayıs 2024’te bir soruşturma nedeniyle 6 çocuklu ailenin kaldığı eve baskın yapılmış ve karı koca birlikte gözaltına alınmıştır. O dönemde hamile olmasına rağmen anne Ozada, kendisinin taraf olmadığı, yalnızca eşiyle ilişkilendirilen bir soruşturma nedeniyle sınır dışı ve idari gözetim kararı ile karşı karşıya kalmıştır. Hamile kadın Ozada, yaşadığı stres nedeniyle düşük yaparak bebeğini kaybetmiştir. Ancak bu acılı süreç, burada son bulmamış ve acılı anne bu haliyle Çatalca Geri Gönderme Merkezi’ne konulmuştur. Eşi hakkında yürütülen soruşturma dosyasında 7 Ekim 2024 tarihinde takipsizlik kararı verilmesine rağmen anne Ozada halen Çatalca Geri Gönderme Merkezi’nde tutulmakta ve yapılan itirazlar da reddedilmektedir. Anne Ozada’nın bakıma muhtaç olan yaşları 2 ila 18 arasında altı çocuğu bulunmaktadır. İnsanlığın ve adaletin gereği olarak; Ozada ve ailesinin yaşadığı hukuksuzluk ve mağduriyetin bir an önce sonlandırılması için adli ve idari mercilere gereğinin yapılması çağrısında bulunuyoruz.
Süresiz nafaka uygulamasına son verilmeli
Süresiz nafaka uygulamasının neden olduğu mağduriyetler devam etmektedir. Bu sorun bir an önce çözülmelidir.
Evlilik akdinin sona ermesi, iki tarafın birbirlerine karşı yükümlülüklerinin de sonlanması demektir. Buna karşın çoğunlukla erkekler yoksulluk nafakası ödemekle yükümlü kılınmaktadır. Dağılan bir yuvanın faturasını kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın erkeğe ödetmek adalet ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu gibi meseleye tamamen ideolojik, feminist bir düzlemden bakmaktır. Erkeğin ekonomik olarak yeni bir evlilik sürecine girmesine engel olmak, nafaka ödeyemeyenlere hapis cezası gibi ağır cezalar vermek, zulümdür.
Ayrıca yoksulluk nafakası, zaman zaman haksız kazanç elde etmek isteyenler tarafından istismar edilmekte, kayıt dışı olarak çalışmaya ve nikâhsız birlikteliklere sebebiyet vermektedir. Bu tip vakalar nafaka veren açısından kin ve nefrete kapı açmakta, kadına yönelik şiddeti körüklemektedir. Hele ki meseleye birkaç ay evli kalmış erkekler açısından bakıldığında söz konusu uygulama tam bir garabettir.
Sona eren evliliklerde, maddi imkânsızlık yaşayan kadınların ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalı, kendilerine istihdam alanı açma noktasında öncelik tanınmalıdır. Eski eşin, geçimden sorumlu tutulması yanlışından vazgeçilmelidir. Bu bağlamda gereken yasal düzenleme, artık daha fazla geciktirilmeden hayata geçirilmelidir.
DAİŞ tekrar piyasaya sürülüyor
Baas rejiminin devrilmesi ve Irak’ta işgalci ABD güçlerinin çekilme takviminin oluşumunun ardından DAİŞ’in saldırılarında ve ABD’nin Suriye’de ‘’DAİŞ’i hedef aldık’’ şeklindeki müdahalelerinde dikkat çeken bir artış olmuştur. Son olarak ABD'nin New Orleans eyaletinde gerçekleşen ve 15 kişinin ölümüne neden olan saldırıda saldırganın aracında "DAİŞ bayrağı" bulunduğuna dair açıklama yapıldı. Bu durumlar ABD’nin Ortadoğu’daki askeri etkinliğini sürdürmek için DAİŞ kartını yeniden piyasaya sürdüğü iddialarını güçlendirmektedir.
Suriye, Irak ve Afganistan başta olmak üzere tüm bölge ülkeleri ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığının yaşattığı acıların ve istikrarsızlığın boyutuna şahit olmuştur. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta işlediği savaş suçları halen hafızalardadır. Bölge ülkeleri, ABD güçlerinin bölgeden şartsız geri çekilmesi için birlikte hareket etmeli, ABD’nin yeni bir bahaneyle bölge ülkelerinin topraklarını hedef alacak saldırılar gerçekleştirmesi önlenmelidir. Piyonları aracılığıyla bölgeye bir ahtapot gibi yayılma eğilimindeki Batı’ya asla güvenilmemeli; güvenlik ve istikrar için bölge ülkeleri arasındaki iş birliği güçlendirilmelidir.
El-Fetih yönetiminin direnişe yönelik saldırıları ve ABD’nin soykırım finansörlüğü
Terör rejiminin Gazze’de işlediği soykırıma karşı harekete geçmeyen Mahmud Abbas liderliğindeki El-Fetih yönetimi, Batı Şeria’da işgalcilere karşı mücadele eden Filistinli direniş örgütlerini hedef almaktadır. Filistin halkını savunması gereken El-Fetih’in kolluk güçleri, ev baskınlarıyla direnişçileri gözaltına almakta, ellerindeki savunma araçlarına el koymaktadır. İçlerinden bazıları ise ihanetini, Filistinli direnişçileri doğrudan hedef alarak katledecek kadar ileriye götürmüştür. Son olarak ise El-Fetih yönetimi, tıpkı siyonist işgal rejiminin yaptığı gibi, Filistin halkının sesini dünyaya duyuran nadir medya kuruluşlarından biri olan El Cezire’nin Batı Şeria’daki ofisini kapatarak terör rejiminin hizmetinde olduğunu kanıtlamıştır.
Birleşmiş Milletler (BM), 2024 yılının, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs'te Filistin topraklarını gasp eden işgalcilerin en fazla saldırı gerçekleştirdiği ve en fazla Filistinlinin şehit edildiği yıl olduğunu açıkladı. Buna rağmen terör rejimine taş bile atmayan El-Fetih yönetimi, hedef olarak Filistinlilerin haklarını savunan direniş örgütlerini seçmiştir. Cenin’de Filistinli direnişçilere yönelik kuşatma 4 haftadır devam etmektedir. Mahmud Abbas yönetiminin Batı Şeria’da Filistin direnişini yok ederek terör rejiminin önünü tamamen açmakla görevlendirildiği ortadadır. Filistin direnişini bastırmak için görevlendirilen Filistinli memurlar bu ihaneti kabul etmemeli, namlularını Filistin halkına değil, topraklarını gasp eden, kardeşlerini katleden soykırımcı işgalcilere çevirmelidir.
Öte yandan ABD yönetiminin, terör rejiminin 7 Ekim 2023'te Gazze Şeridi'ne başlattığı ve sonrasında Lübnan ve Suriye'ye uzanan saldırılarına destek amacıyla şimdiye kadar 22 milyar doların üzerinde doğrudan "askeri yardım" ve harekât desteği sağladığı ortaya çıkmıştır. Soykırım suçundan yargılanan terör rejimine sağlanan siyasi ve ekonomik destek de soykırım suçuna ortak olmaktır. Soykırımcılarla birlikte suç ortaklarına da uluslararası hukuk önünde bu cürümlerin bedeli bir gün ödetilecektir. İslam dünyası sadece terör rejimine değil, Müslüman kanı akıtması için finansal kaynak aktaran güçlere de yaptırım uygulamalıdır.