Prof. Dr. Muhsin Salih: Suriye’de yeni yönetim Filistin konusunda sağlam tutum sergilemeli
Prof. Dr. Muhsin Muhammed Salih, Esad rejiminin devrilmesinin ardından başa geçen Suriye’deyi yeni yönetimin Gazze, Kudüs ve Filistin konusunda net ve sağlam bir tutum sergilemesi, işgalci rejim ile normalleşmeyi reddetmesi gerektiğini vurguladı.
Zeytune Araştırma ve Danışmanlık Merkezi Genel Müdürü Prof. Dr. Muhsin Muhammed Salih, Arabi 21 haber portalı için "Suriye Devrimi ve Filistin Meselesi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Salih, yazısında; Filistin’in Suriye ile bağı ve yeni yönetimden Filistin için beklentileri anlattı.
Prof. Dr. Muhsin Muhammed Salih’in yazısının tamamı şöyle:
"Suriyeli halkın Filistin ile bağı derindir ve Filistin için ciddi çaba göstermeye daima eğilimlidir. Halk gerçek iradesini ifade ettiğinde, Filistin'i ve onun özgürleşme projesini desteklemede daha büyük bir rol oynama kapasitesine sahip olacaktır. Bu bağlamda, devrimci güçlerin Kudüs ve Filistin konusundaki sağlam ve kararlı duruşlarını açıkça ilan etmeleri, Filistin halkını ve direnişini desteklemeleri ve normalleşmeyi reddetmeleri gerekmektedir.
Eski Rejim ve Filistin’e Destek Sorunu
Beşar Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte, Suriye’de 61 yıllık Baas Partisi iktidarı ve 53 yıllık ‘Esad ailesi’ dönemi sona erdi. Suriye, milliyetçi bir söylemle örtülen mezhepçi bir diktatörlük rejiminin baskısı altında acı çekti. Suriye rejimi, direnişi desteklemek ve israil işgalini tanımayı ya da onunla normalleşmeyi reddetmek gibi sloganlar atsa da Filistin direnişi için lojistik destek sağlasa da ciddi temel sorunları bulunuyordu. Rejim, Suriye halkını kontrol altında tutma ve iradesini özgürce ifade etmesine engel olma takıntısına sahipti. Halkın yeteneklerinden ve potansiyelinden yararlanmayı başaramadı.
2011'de başlayan halk ayaklanmasına karşı acımasız bir baskı rejimine dönüşen bu sistem, israil işgaline karşı herhangi bir ciddi adım atmaksızın, onlarca yıl boyunca israil sınırında sessiz bir durum sergiledi. Geçtiğimiz 12 yılda israil tarafından 3 bin 500’den fazla saldırıya maruz kalan rejim, bu saldırılara denk bir karşılık vermedi.
Sözde ‘küresel komplo’ ve “direnişe” karşı Esad rejimini destekleyen dış güçlerle kurduğu ittifak, israil işgaline karşı koymak yerine, Suriye halkının iradesini bastırmaya odaklandı. Bunun sonucunda, rejim siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında yolsuzluk ve diktatörlüğü pekiştirdi. Bu durum, Suriye'ye ağır bir bedel ödetti: 600 binin üzerinde ölü, 1 milyon 900 bin yaralı, 13,5 milyon mülteci ve yerinden edilmiş insan, 400 ila 700 milyar dolar arasında ekonomik kayıp ve yıkım, nüfusun yüzde 90’ının yoksulluk sınırının altında yaşaması gibi sonuçlar. Ayrıca mezhepsel ve etnik gerilimlerin artışı, Suriye’yi onlarca yıl geriye götürdü. Bu durum yalnızca ülkenin kalkınmasını ve refahını değil, israil işgaline karşı mücadele etme kapasitesini de zayıflattı.
Devrim ve Halkın İradesi
2011’de halk, Esad ile barışçıl bir çözüm bulmaya hâlâ hazırdı ve bölgesel ya da uluslararası müdahaleleri sınırlı tutabilecek durumdaydı. Ancak rejim, güvenlik ve askeri yöntemlerle meseleyi çözme yolunu seçti. Devrim, Arap ve uluslararası fırsatçı güçlerin müdahalesine maruz kalsa da özünde halkın haklı taleplerini ve acılarını yansıttı.
Bir halkın özgürleşmeden topraklarını özgürleştirmesi mümkün müdür? Gerçek bir özgürlük ve direniş projesi, insanları onurlandırmalı, onları korku ve yolsuzluktan kurtarmalıdır. İnsanların özgürlük, onur ve inanç duygularıyla hareket etmesi gerekir. Gazze ve Filistin içindeki direniş örneği gibi, insan enerjisi ve potansiyeli özgürleştirildiğinde, gerçek bir mücadele doğabilir. Ancak, insanlarını ezen ve onurlarını çiğneyen bir rejim, gerçek bir kurtuluş projesine öncülük edemez.
Bu durum, Filistin sloganını yükselten ancak halklarını ezen tüm otoriter Arap rejimlerinin ortak hatasıdır. Özgürlüğünden ve onurundan yoksun, korkuyla yaşayan bir halkın düşmanıyla savaşması ve topraklarını özgürleştirmesi nasıl beklenebilir?
"Suriye halkının birliğini sağlaması, Filistin’in özgürleşmesi için zorunludur"
Suriye halkı asil bir halktır. Filistin halkı (ve aynı şekilde Ürdün ve Lübnan halkları) ile birlikte, Şam diyarının evlatları ve köklü mirasının ayrılmaz bir parçasıdır. Aralarındaki sınırlar ise Sykes-Picot sömürgeci anlaşmasının dayattığı yapay bölünmelerdir. Bu yüzden, Suriye halkının Filistin davasındaki payı, Filistinli kardeşlerinin payı ile eşittir. Suriye halkının ayağa kalkması, birliğini sağlaması, kalkınması ve güçlenmesi, Filistin’in özgürleşmesi için bütüncül projenin zorunlu bir parçasıdır.
Her ne kadar rejimin tutumu farklı olsa da Suriye halkının Filistin’e yönelik tutumu daima rejiminden ileride olmuştur. Bu tutum, köklü, derin, samimi ve sarsılmazdır. Suriye halkının desteği çıkar ve taktik hesaplardan bağımsızdır; çünkü Filistin davası, halkın canından ve kanından bir parçadır. Bu nedenle, Filistin direnişinin bunu takdir etmesi ve halkına karşı rejimin bir aracı olmaktan kaçınması şaşırtıcı değildir. Direniş, bu yüzden dışarıdaki stratejik üssünü kaybetme pahasına Suriye’yi terk etmeyi seçmiş, böylece kendi ilkeleriyle uyumlu bir tavır sergileyerek Suriye halkını ve rolünü onurlandırmıştır. Şehit İsmail Heniyye’nin şu sözü bu durumu en iyi şekilde özetler: “Bizi hak ile destekleyene, biz batıl ile destek olmayız.”
Devrimcilerin Şam’da iktidarı devralmasının ardından Suriye halkının iradesini ifade etmesi için gerçek bir fırsat doğmuştur. Bu durum, Filistin’e desteğin üstten dayatılmış veya yapay bir şekilde değil, köklü ve sağlam bir biçimde gerçekleşeceği anlamına gelir. Bu da gelecekte Siyonist projeye yönelik daha büyük bir tehdit oluşturacaktır.
Gerçek Tehlikeler
Ancak, bu durum Suriye ve halkına yönelik komploların ve tehditlerin sona erdiği anlamına gelmez. Aksine, bu tehditler halen şiddetle devam etmektedir. Yeni yönetim, devrimin içeriğini boşaltmaya, yönünü değiştirmeye, siyasi parayı kullanarak ve mezhepsel tahrikler, askeri ve güvenlik müdahaleleri ile medyatik şeytanlaştırmalar yoluyla müdahalede bulunmaya çalışan sert fırtınalarla karşılaşacaktır.
Amerikanlar, siyonistler ve bazı bölgesel rejimler kendi ajandalarını gerçekleştirmek, yollarını ve standartlarını dayatmak için çalışacaktır. Bu durum, Suriye’nin krizden çıkışını tehlikelerle dolu bir süreç haline getirebilir. Nitekim, siyonist düşmanın Suriye topraklarında yayılma çabaları, tampon bölgeyi işgal etmesi ve dört gün içinde 500’den fazla hedefi bombalayarak savunma sistemlerini devre dışı bırakması bu tehditlerin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Filistin’e Yönelik Beklentiler
Yeni Suriye yönetiminden şu anda israil işgaline karşı savaş ilan etmesi beklenmemektedir. İçinde bulundukları koşullar, öncelikli olarak Suriye'nin birliğine odaklanmalarını, makul bir güç geçişi sağlamalarını, mültecilerin geri dönüşünü desteklemelerini ve yıkılmış, yağmalanmış bir ülkenin yeniden inşası için temel koşulları oluşturmayı gerektirmektedir. Ancak, yeni yönetim şu adımları atabilir:
1-Siyonist saldırganlığı kınamak, Suriye topraklarına, egemenliğine ve halkına yönelik saldırılar karşısında eli kolu bağlı kalmayacaklarını duyurmak; uluslararası toplumu ve kurumları İsrail’in uygulamalarını kınamaya ve durdurmaya çağırmak.
2-Kudüs ve Filistin konusunda net ve sağlam bir tutum sergilemek; Filistin halkını, direnişini, topraklarını özgürleştirme ve mültecilerin dönüş hakkını desteklemek. Aynı zamanda Gazze’ye yönelik israil saldırılarını kınamak ve ablukanın kaldırılmasını talep etmek.
3-israil ile normalleşmeyi reddetmek ve israil işgali ile suçlarına karşı Arap ve İslam dünyası ile uyum içinde olduklarını vurgulamak.
Bu tutumlar, Suriye halkının yeni hükümetin etrafında toplanmasını sağlayacak, Arap ve İslam dünyasında desteklerini artıracak ve Suriye devrimine yönelik şüpheleri ortadan kaldıracaktır. Bazı devrim yanlılarının Filistin meselesini ihmal etmesinin kendilerine fayda sağlayacağını düşünmemeleri gerekir; zira bu durum, israil-Amerikan-Batı komplolarını ve Arap normalleşme girişimlerini değiştirmez, ancak halk desteğini ve güvenilirliklerini azaltır. Bu da düşman güçlerin devrimi zayıflatma ve itibarsızlaştırma çabalarına zemin hazırlar."