• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Dev Evlilikler:  İki Hasır,  Dört Minder
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Şehrin kenar mahallesinde küçük bir ev… Evin önünde küçük bir bahçe… Ev, iki oda bir eyvan ile eyvanda iğreti şeklinde ayrılmış küçük bir mutfaktan müteşekkil. Ayakyolu ile banyo küçük bir bahçede.

Misafir odası… Duvar dibinde üç dört minder, ortasında bir halı. Halı dedimse sözün gelişi yani… Sakın onu marka halılardan sanmayın; hasır mıydı, ikinci el bir şeyimiydi ne?

İşte size yeni evli genç Bilal’in evi! Yok yok o kadar uzak diyarlara, hem tarihe kulaç açmayın. Bahsettiğim Hz. Bilal’ın evi ve evliliği değil; bu Bilal bizim Bilal. Güleç yüzüne, tatlı sözlerine bakaraktan kendisine takılırdık hep. Evet, altıncı yüzyıldan asr-ı saadetten bahsetmiyorum; sene doksan dört müydü, doksan beş miydi ne? Bilal yeni evli, ev kiralık ve bizim mahallede.

Bilal’ın akşam misafirliğindeyim. Misafirlikte, yeni evli denebilecek bir arkadaş daha var; o da ailesiyle birlikte gelmiş. Odanın tek penceresini örten perdeyi saymasak, misafir odasında hatırladıklarım sadece bunlar.

Oturmuşuz… Minder mi küçük, ben mi büyüğüm bilmiyorum; bir türlü mindere yerleşemiyorum, mindere uygun bir vaziyet vermek için minderi oraya buraya çekiştirirken minderin altında iki bilezik çıktı, o arada Bilal yanımızda yoktu. Kendisiyle misafir olan arkadaşa “Bunlar da ne?” manasında baktım.

O;
- Ha bunlar mı? Bunlar bizimkinin. Biliyorsun Bilal yeni evli ve yengenin hiç altını yok. Yenge hanımın, bilezikleri bizimkinin kolunda görüp de üzülsün istemedim. Onun için bilezikleri yanıma alıp minderin altına koymuştum.

Şimdi ben hangisinden bahsedeyim. Günümüz gençlerinin havsalasının alamayacağı bu mütevazı evlilikten mi, yoksa birinin gönlüne bu kadar mukayyit olan ince düşünceden mi? İki gelin: Birinin sadece iki bileziği var, diğerinin hiç yok. Sahi, sizin kaç tane bileziğiniz vardı ya da evlilik arifesindeyseniz, kaç tane istemeyi düşünüyorsunuz. Aman neme lazım, kaç tane istiyorsanız isteyin. Akrabalıkla oluşan bu dostluğun başında düşman olmayın da paşa gönlünüze göre isteyin. Hem ne demişler, insan ömründe bir kere evlenir. Onun için bol bol isteyin; nasıl olsa isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü…

İşin şaka tarafı bir yana, gerçekten doksanlı yıllar İslami çalışmanın soluğunun değdiği her ev ve bölgede Asr-ı Saadet ikliminin hüküm ferman olduğu yıllardır. Kastım o yılların bin bir cefası direnişi değil, belki o direniş ruhunun altında yatan ahlak manzumesidir. Diğerkâmlık, alicenaplık ve züht gibi… İşte evlilikler mesela… Eminim ki o yılları yaşayan nice okur, küçük bir resmini verdiğim bu evliliği okuyunca buna benzer ya kendi ya da yakın bir arkadaşının evliliğini hatırlayıp yüzü tebessüm ile aydınlanacaktır. Hatta şahit oldukları bazı evliliklerle karşılaştırınca “daha ne istiyorlar, tam da kral evliliği!” diyenler de az olmayacaktır.

Böyle mütevazı bir evliliğin sakinleri acaba yemeğe ne buluyorlardır diye düşüneniniz de olabilir. İşin asıl ibretlik tarafı da zaten burası. Yanıldığınızı belirtmek isterim. Evet, belki sofraları paşa sofrası değildi ama odadaki misafir trafiği bir paşanın divanıyla yarışır vaziyetteydi. Bunu; misafir ayağı değmemiş marka halılara, misafir gözü değmemiş mobilyalara ve boş bekleyen koltuklara ithaf olsun diye söylemiyorum. Sadece bir devrin durum tespiti benimki.

Peki, bütün bunları niçin söylüyorum? Maalesef Türkiye’nin girdiği yeni süreçte şatafat ve tantana seküler mahalleyi aşarak yeşil mahalleye ulaştı. Uyanık olmak gerekir, tehlikeli bir süreç yaşıyoruz. Bu furyanın o mahalledeki cenazeleri henüz dindar mahalleye vurmadı ama onun da eli kulağında. Haber bültenleri dünya eksenli debdebeli evliliklerin zelzeleli yıkılışlarıyla dolup dolup taşıyor. Sonu çığlıklı, figanlı, insanlık onurunuzu zir ü zeber eden ayrılıklardır orda izdivaçlar. Medya genellikle evlilik günü resmi eşliğinde verir bu dramı. Tezadın resmi… Gelin de güvey de şen ki ne şen! Gelin dekolte, damat mütebessim… Sarılmışlar birbirlerine yani yekdiğerinin katiline. Kimse sormuyor, bu acı son neden? Resmin ters yüz olması niye? Bu manzaralar bir zaman şu dörtlüğü bana dizdirtmişti:

Bu nimete bu nankörlük görülmedi…
Ah ah! Ördükleri kendi idam ilmikleri…
Evliliği haramla açıp günahla sürdürdüler…
Aşkla yaklaşıp nefretle uzaklaştılar…

Dediğim gibi bu selin çöpü henüz mahallemize vurmadı. Ama eli kulağında, teyakkuzda olmak gerek. Hele hele bizim mahalle!... Bu süprüntülerden en fazla mahfuz kalmış mahalledir. Fakat dalga büyük, zorladıkça zorluyor, buna karşı bir şey değil, çok şey düşünmek gerek. Bilindiği üzere bir şeyin elde muhafazası onun kazanılmasından daha zordur. Kabul etmek gerekir ki modernite kimseye eman vermiyor. Bizi de bütün kazanımlarımızla mide-yi kübrasına indirmek istiyor. Ciddi bir boğuşmadır başlamış gidiyor. Bu yeni savaş doksanlı yıllardaki boğuşmaya da bilindik hiçbir savaşa da benzemiyor. Yeni düşman kalpten vuruyor, aileden hücuma geçiyor, dostlar üzerinden bombalıyor, akrabalarla insanı kuşatma altına alıyor. Bu kuşatmayı kıracak yegâne silah, doksanlı yılların ruhudur. Devr-i saadetten tevarüs ettiğimiz ruh.

Biliyorum şimdi göbek bağlamış eski hızlı tüfek dostlardan kimileri bıyık altından gülüp “modası geçmiş gerici” diyecekler bana. Heyhat!!! Modası oynayan, maddedir; ruhta moda mı olur? O ruh değil miydi ki bizi yığınlardan ayırıp mümtaz kılan. Sonra yakaladığımız bu farklılaşma değil miydi ölümle olan dansımızda bize can suyu olan?

Konuyu dağıttığımı biliyorum, ama şu farklılık konusuna değinmeden geçemeyeceğim: Mesela şu dünya ve onun metasına dönük duruşumuzdaki farklılık… Evet, eşyanın bir dili vardır. Hatta zaman olur ki eşyanın dedikleri insanın söylediklerinin önüne geçer. Evet, eşya konuşur, sinyal verir. Tevazua, belki biraz fakirliğe çalan birinin evinin söyledikleriyle şatafatlı, tantanalı diğer Müslümanın evinin muhatap kitleye söyledikleri arasında dağlar kadar fark vardır. Tekrar ediyorum, farklılıklarımızı korumak gerek. Farklılıklarımızla fark yaratıyoruz, fark atıyoruz. Tesettürde fark, haremlik-selamlıkta fark, ticarette fark ve konumuz olan evlilikte fark. Hâsılı fark, fark, fark… Sahi farklılıklarımız silinip başkalarıyla aynileştiğimiz zaman bir arayış içindeki genç kız veya erkek; sonra aile sahibi baba yahut anne; tacir, esnaf, çiftçi ve memur bizi niye seçsin, niye bize gelsin?
Konumuza dönersek, dış şaşaasına bakıp aldanmayın dostlar! Evlilikler eski görkemini yitirdi. Gökyüzünü havai fişeklerle boyamalar, sonra beş yıldızlı otellerdeki tantana ve şamatalar evliliklerdeki cılızlıkları örtmeye yetmiyor artık. Ne diyordu Rahmetli M. Akif’in Köse İmamı: “Ne zaman nikâh var diye beni çağırsalar korkuyla kalbim “küt“ diye atar. Biliyorum üç ay sonra kavga, altı ay sonra boşanma davası var.”

Kim ne diyorsa desin evliliklerimiz onlarınkine benzedikçe evliliklerimizin içi boşalıyor, engin ruhundan bir şey kalmıyor. Onun içindir ki İslami duruş, İslami duyarlılık diyorum. Bakın Ali Şeriati’nin İslami hassasiyet noktasındaki şu kıyaslaması ne kadar yerin de ve manidar: “Doğulu(Müslüman) bir genç için evlilik, halvet; İngiliz kralının tahta geçip krallık tacını takmasından çok daha büyük bir olay ve sevinçtir. Doğulu genç için evlilik böyle büyük saadetin başlangıcı iken batılı genç içinse ızdırabın başlangıcıdır. Zira doğulu genç evlilik ile yasaklardan kurtulurken batılı genç yasaklarla yeni tanışır. Daha önce her melaneti işlerken şimdi o, eşi üzerinde bir nöbetçi, eşi de onun üzerinde bir nöbetçidir.”

Genç kardeşim, işte durum bundan ibaret… Bir zamanlar üzerine güneş batmaz olarak bilinen kaç Britanya’nın kralından daha şad ve olmanın sırrı farktadır. Hiçbir ordu yürütmeden, engin ovaları ve karlı dağları aşmadan böyle bir kraliyeti ele geçirmenin esprisi İslami hassasiyet ve farklılıktadır. Edebinle, terbiyenle, hayânla fark yaratacaksın. Yoksa evliliğin sana vereceği koca bir sıfır, beklide daha ötesi olacaktır.

Ben, “Sen hatırlat; muhakkak ki hatırlatmakta müminler için fayda vardır” ayetinden cesaretle bunları söylüyorum, çünkü bütün bunlara dikkat çekmeden geçmek olmaz. Bunu kulağına çalarken duyguyla yüklü olan senin, aklın imbiğinde geçmiş o yüce sözleri anlamakta çok zorlanacağını biliyorum. Evet, maalesef gençlik, aklıyla değil duygularıyla hatta bazen onun kaç kerte aşağısındaki gözüyle hareket eder. Elbette bunlar da kendi yerinde önemli şeylerdir, ama o kıstas var ya Efendimizin işaret ettiği o ölçü, onun ehemmiyetini Allah’ın lütuf ettiği çok az sayıdaki genç dışında gençlerin çoğu anlamaz.

Harap olan yuvaları, açıkta kalan yavruları, yıkılan dünyaları gördükçe bunları yazasım geldi. Bilal’in kulağını da çınlatayım, dedim. O da evinde vuku bulan bu hadiseden, kaç yıl sonra bu yazıyla haberdar olacak. Demem o ki siz zaten Hz. Bilal-i Habeşi’yi tanıyordunuz. Şimdi bizim Bilal’i de tanıdınız. Sadelik üzerine büyüyen bir görkemdir onların evlilikleri. Beri taraftan şatafatlı evliliklerin sil paslandığı evlilikler devrindeyiz, dedik. Bütün bu yazıyı üstün körü okumuşsan da şu son cümleleri dikkatle okumanı istirham ediyorum:

Ey evlilik arifesinde ki aziz ve azizeler! Aman aman, sakın sakın ha, bizim Bilal, son Bilal olmasın! Çok zor mu, dediniz. Destansı evlilikler kolay olmaz tabi, zira eğer okunabilirse bütün destansı evliliklerin dibacesinde şunun yazılı olduğu görülecektir: Dev evlilikler: İki hasır, dört minder.

SAİT BURAK
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir