HÜDA PAR Vekili Dinç: Türkiye ve diğer İslam ülkeleri güç birliği yaparak muhtemel saldırılara karşı tedbirlerini almalı!
HÜDA PAR Mersin Milletvekili Faruk Dinç TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye ve diğer İslam ülkeleri güç birliği yaparak en kısa zamanda savunma sistemlerini geliştirmeli, muhtemel saldırılara karşı tedbirlerini almalıdır. İşgal rejiminin yaptığı suikastlara karşı en güzel cevap İslam dünyasının siyasi, askeri ve ekonomik güçlerini birleştirmeleridir.” dedi.
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Faruk Dinç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında iç ve dış gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.
ABD, siyonist rejim ve batılı ülkelerin İslam coğrafyasında gerçekleştirildiği saldırılara karşı İslam ülkelerinin ortak hareket etmesi gerektiğini söyleyen Dinç, iç gündemde öne çıkan; barınma sorunu, TÜİK’in 2023-2100 Nüfus Projeksiyonu, Danıştay’ın açık lise kararı ve Suriyeli sığınmacıların mağduriyetleri ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu.
Dinç, sözlerine Şehid İsmail Heniyye’ye rahmet dileyip HAMAS’ın yeni lideri Yahya Sinvar’ı tebrik ederek başladı.
İran, Lübnan, Suriye ve Irak’ta gerçekleştirilen saldırıların bölge ülkelerinin güvende olmadığının göstergesi olduğunu dile getiren Dinç, İslam ülkelerinin ortak hareket etmesi gerektiğini söyledi.
Dinç, “siyonist işgal rejiminin ABD ve Batılı müttefiklerin de desteğini alarak aynı gece İran, Lübnan, Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği terör saldırıları bölge ülkelerinin hiçbirinin güvende olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur. İslam coğrafyasını büyük bir savaşa sürüklemeye hazırlanan işgal rejimi ve hamisi ABD karşısında, Türkiye’nin, bölge güvenlik paktı önerisi değerlidir. Bugüne kadar ihtilaflar paralelinde ilerleyerek ortak tutum sergileyemeyen İslam ülkeleri, yeni bir güvenlik antlaşmasıyla küresel haydutlara karşı bölgenin güvenliği için ortak hareket etmelidir.” ifadelerini kullandı.
“Türkiye ve diğer İslam ülkeleri güç birliği yaparak savunma sistemlerini geliştirmeli, muhtemel saldırılara karşı tedbirlerini almalıdır”
“Unutulmamalıdır ki ne Türkiye ne de diğer bölge ülkeleri dört bir yanda bulunan ABD üsleri kapatılmadığı müddetçe güvende olmayacak, istikrar için atılan tüm adımlar boşa gidecektir.” ifadeleriyle uyarıda bulunan Dinç, şunları kaydetti:
“Zira bölge ülkelerinin egemenliklerini ihlal eden hamleler bu üsler aracılığıyla yapılmakta, saldırılarda istihbarat ve lojistik destek bu üsler aracılığıyla sağlanmaktadır. Bölgesel güvenliğin sağlanabilmesi için ilk adım bu üslerin faaliyetlerinin durdurulması olmalıdır. Tek yol ortak hareket etmekten geçmektedir. Askeri, siyasi ve ekonomik iş birliğine dayalı, hızlı ve caydırıcı kararlar alabilen yeni bir oluşuma ihtiyaç duyulduğu açıktır. Türkiye ve diğer İslam ülkeleri güç birliği yaparak en kısa zamanda savunma sistemlerini geliştirmeli, muhtemel saldırılara karşı tedbirlerini almalıdır.
İşgal rejiminin yaptığı suikastlara karşı en güzel cevap İslam dünyasının siyasi, askeri ve ekonomik güçlerini birleştirmeleridir. Bu birlikteliği engellemek, İslam ümmeti arasındaki ihtilafları körüklemek ve suikast ile ilgili failin suçunu örtmeye yönelik açıklama ve değerlendirmeler siyonizm ile mücadeleye ve Müslümanların birlikteliğini zarar vermektedir.”
İç gündeme dair partisinin değerlendirmelerini de paylaşan Dinç, barınma krizine dikkatleri çekti.
"Ülkemizde barınma krizi giderek etkisini hissettiriyor" diyen Dinç, “Yeni konut üretiminin ihtiyacı karşılayamadığı ve konut fiyatlarındaki artışın enflasyonun çok üzerinde seyrettiği bir dönemden geçiyoruz. Konut sektörüne ait veriler, ülkemizde barınma krizinin giderek daha ciddi bir boyut kazandığını gözler önüne sermektedir. Türkiye’de, ortalama yıllık 800 bin civarında yeni konuta ihtiyaç vardır. Ancak son 2-3 yıldır üretilen konut sayısı ortalama 400-500 bin dolayındadır. Ayrıca 2015’ten günümüze inşaat maliyetlerinde yüzde 1400’lük artış yaşandı. Bu durum konut fiyatlarının artmasına ve üretimin azalmasına neden olmakta ve dolayısıyla vatandaşın konut sahibi olmasını zorlaştırmaktadır." dedi.
“Barınma hakkının en temel insan haklarından biri olduğunu ve anayasal bir hak olarak korunması gerektiğini hatırlatıyoruz”
Sosyal konutlarda üst gelir grubunun faydalandığını söyleyen Dinç, “Özellikle dar gelirli vatandaşlarımız ve şehir dışından gelen öğrencilerimiz için konut erişimi giderek zorlaşmakta, artan kira fiyatları bu kesimleri daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte TOKİ tarafından üretilen sosyal konutların ihtiyacı karşılamadığı, daha çok üst gelir grubundaki vatandaşların bu konutlardan yararlandığı görülmektedir. Bu durum, sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmamaktadır. HÜDA PAR olarak, barınma hakkının en temel insan haklarından biri olduğunu ve anayasal bir hak olarak korunması gerektiğini hatırlatıyoruz. Devlet, vatandaşlarına sağlıklı, güvenli ve uygun fiyatlı konutlar sağlamak üzere harekete geçmelidir.” şeklinde konuştu.
“Dar gelirli vatandaşlarımızın konut ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması için daha etkin strateji ve yaklaşımlar geliştirilmeli”
Dar gelirli vatandaşların da ev sahibi olabilmesi için uygun fiyatlı sosyal konut projelerinin hemen hayata geçirilmesi çağrısında bulunan Dinç, “Gayrimenkul Yatırım Fonlarının inşaat projelerine yatırım yapabilmesinin önünün açılması, konut arzının artmasına olumlu etki edecektir. Ancak dar gelirli vatandaşlarımızın konut ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması için daha etkin strateji ve yaklaşımlar geliştirilmelidir. Dar gelirli vatandaşlarımızın uygun fiyatlı konut sahibi olabilecekleri sosyal konut projeleri artırılmalı ve bu projeler hızlı bir şekilde hayata geçirilmelidir. Özellikle ilk evini satın alacak vatandaşlara yönelik uzun vadeli ve düşük taksitlerle ev satın alma imkânı sağlayacak kampanyaların yapılması toplumsal bir beklenti haline gelmiştir. Bu adımın atılması durumunda konuta erişim kolaylaşacak, konut arzı artacak ve ülke ekonomisine olumlu anlamda katkı sunacaktır.” dedi.
“Veriler nüfus artış hızındaki düşüşün tehlikeli bir noktaya ulaştığını göstermektedir”
TÜİK’İN 2023-2100 Nüfus Projeksiyonu’nu da gündemine alan Dinç, “Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 15 Mayıs 2024’te açıkladığı '2023 Doğum İstatistikleri' Türkiye’deki nüfus artış hızının, (1,51 ile) nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2.1'in epey altına düştüğünü ortaya koymuştu. TÜİK’in geçtiğimiz hafta kamuoyuyla paylaştığı '2023-2100 Nüfus Projeksiyonları' çalışmasına dair veriler de Türkiye için tehlike çanlarının çaldığını bir kez daha ortaya koydu. 2023-2100 Nüfus Projeksiyonları'na göre 2050 yılında 93 milyona ulaşması beklenen Türkiye nüfusunun 2050'li yılların ortasına kadar artması ve sonrasında azalışa geçmesi öngörülmekte olup, 2100 yılında 77 milyonun altına düşmesi beklenmektedir. Doğurganlık göstergelerindeki hızlı düşüş eğiliminin devam edeceğini varsayan düşük senaryoya göre ise Türkiye nüfusunun 2100 yılında 55 milyonun altına düşmesi beklenmektedir. Bu veriler nüfus artış hızındaki düşüşün tehlikeli bir noktaya ulaştığını göstermektedir.” diye belirtti.
“İnsan neslinin devamı için çoğalması esastır, aile kurumu bunun teminatıdır”
İnsan neslinin devamı için aile kurumunun önemini de hatırlatan Dinç, “Yine söz konusu çalışmadaki ana senaryoya göre 2100 yılında Türkiye’nin ortanca yaşının 52,2 seviyesine, düşük senaryoya göre ise 59,7 seviyesine ulaşması bekleniyor. Bu da nüfusun yarısının 59 yaş üstü olacağı anlamına geliyor. Nüfus yaşlanırken genç nüfus eriyecek ve buna bağlı olarak iş gücü ve üretim kaybı yaşanacak. Gelecek adına oldukça kaygı verici olan bu veriler, aynı zamanda izlenen yanlış aile politikalarına ya da bir diğer ifade ile aile politikalarındaki başarısızlığa işaret ediyor. İnsanlık tarihinde herhangi bir ülkenin sosyolojik, ekonomik ve kültürel açıdan güçlü olmasının, gelişmesinin ve ilerlemesinin en önemli dayanaklarından biri başta genç nüfus olmak üzere o ülkenin demografik gücüdür. İnsan neslinin devamı için çoğalması esastır. Aile kurumu bunun teminatıdır.” dedi.
“Nüfus artış hızında yaşanan düşüş döndürülemez bir aşamaya gelmeden bir an önce gereken tedbirler alınmalı”
Nüfus artış hızında yaşanan düşüş döndürülemez bir aşamaya gelmeden bir an önce gereken tedbirlerin alınması gerektiğini vurgulayan Dinç, şu ifadeleri kullandı:
“Ancak ne var ki, izlenen yanlış politikalar, küresel düzeydeki sistematik saldırılar ve bütün bunlara bağlı olarak yaşanan ahlaki yozlaşma nedeniyle aile kurumu zayıflamış, geleceğin teminatı olan genç nüfus azalmış, nüfus artışı durmuştur. Şimdilerde Batılı ülkelerde, nüfusun azalmasına çare bulmak için çeşitli önlemler alınırken; İslam ülkelerine, onları zayıflatmanın en kolay yolu olan genç ve dinamik nüfusun azalmasına neden olacak politikalar dayatılmakta ayrıca sinsice yöntemlerle aile kurumu tahrip edilmektedir. Ülkemizde de yıllardan beridir izlenen yanlış alile politikaları, aile kurumunu sekteye uğratmıştır. Nüfus artış hızında yaşanan düşüş döndürülemez bir aşamaya gelmeden, bir an önce gereken tedbirler alınmalıdır. Bu bağlamda; öncelikle nikâhsız ve ailesiz toplum modeli oluşturma çabalarının önüne geçilerek kötülüğün önü kapatılmalıdır. Bununla birlikte anneliğe teşvik edecek sosyal destek paketleri hayata geçirilmeli, anneliğin devlet ve toplum nezdinde değerli bir statüye kavuşturulması için çalışma yürütülmeli ve gençlerin evliliğe teşvik edilmesi için projeler hazırlanmalıdır.”
“Açık liselere kayıt ve nakil olma hakkı tanınan öğrenciler bir kez daha 28 Şubatçı zihniyetin engeline takıldı”
Danıştay’ın açık lise kararı ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Dinç, “Millî Eğitim Bakanlığı’nın açık liselere geçiş kriterleri ile ilgili yaptığı yönetmelik değişikliği kapsamında, mazeretleri uygun bulunarak açık liselere kayıt ve nakil olma hakkı tanınan öğrenciler bir kez daha 28 Şubatçı zihniyetin engeline takıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan Kur'an kurslarında hafızlık ve bu alanı destekleyici Arapça eğitimi alanlar ile Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünün hafızlık modüllerine kayıtlı olanlara da açık liseye geçiş hakkı tanıması 28 Şubatçı jakoben laikçilere adeta varlık nedenlerini hatırlattı.” ifadelerini kullandı.
Danıştay’ın ideolojik baskılara teslim olduğunu belirten Dinç, “Söz konusu yönetmelik değişikliği; sınıf tekrarına kalanlar, ikamet değişikliği nedeniyle devam edeceği aynı türden okulu bulunmayanlar, temel eğitim kurumlarından mezun olup herhangi bir örgün ortaöğretim kurumunda kaydı olmayanlar, yurt dışında olması nedeniyle çeşitli mazeretleri olanlar, deprem bölgesindeki geçici barınma merkezlerinde ikamet edenler, taşıma yoluyla eğitim hizmeti alanlar ve Türkiye olimpik hazırlık merkezleri ile sporcu eğitim merkezlerine kayıtlı olanları da kapsadığı halde; 28 Şubatçı ve marjinal zihniyetli Eğitim-İş Sendikası tarafından, ‘tarikatlara kapı açılıyor’ yaygarası ile Danıştay’a taşındı. İdeolojik baskılara teslim olan Danıştay ise öğrencileri mağdur edecek bir karara imza atarak söz konusu yönetmelik değişikliğinin yürütmesini durdurma kararı aldı.” dedi.
“Açık liselere kayıt ve nakil hakkı; öğrenci ve velilerin isteği dışında başka hiçbir şarta bağlanmadan tanınmalıdır”
“Danıştay’ın aldığı karar; bir yandan açık lisede okuyarak eğitimlerine devam etmek, diğer yandan ilgi ve yeteneklerinin olduğu alanlarda mesleki ya da sportif kariyer yaparak hayata erken atılmak ve kendilerini geliştirmek, ailelerine katkı sunmak isteyenleri de mağdur edecektir.” diyen Dinç, şunları kaydetti:
“Evet, bu karar; ikamet değişikliği nedeniyle devam edeceği aynı türden okulu bulunmayanların, yurt dışında olması nedeniyle çeşitli mazeretleri olanların, lisanslı olarak yarışmalara katılan sporcuların, zorlu şartlarından dolayı deprem bölgesindeki bazı il ve ilçelerdeki geçici barınma merkezlerinde ikamet edenlerin ve taşıma yolu ile eğitim hizmeti alanların açık liselere geçiş haklarını ellerinden alıyor.
Bu yanlıştan bir an önce dönülmelidir. Sorunun kalıcı ve doğru temelde çözümü için Milli Eğitim Bakanlığı ve Hükümet ivedilikle harekete geçmelidir. Bu bağlamda açık liselere kayıt ve nakil hakkı; öğrenci ve velilerin isteği dışında başka hiçbir şarta bağlanmadan tanınmalıdır. Ayrıca ideolojik amaçlarla uygulanan ve açık liselere geçişin önünü de tıkayan 12 yıllık zorunlu eğitim dayatmasına da son verilmelidir.”
“Kayseri’deki Suriyelilere yönelik ırkçı söylem ve eylemler sonrasında sığınmacıların mağduriyetleri halen devam ediyor”
Geçtiğimiz ay Kayseri’de yaşanan olaylar sonrasında Suriyelilerin mağduriyetlerinin devam ettiğini dile getiren Dinç, “Kayseri’deki Suriyelilere yönelik ırkçı söylem ve eylemler sonrasında sığınmacıların mağduriyetleri halen devam ediyor. Kayseri’de Suriyelilere karşı düşmanlaştırıcı bir politika ortaya konuldu. Kayseri’de yaşanan olaylarda 500 işyeri tahrip edildi. 400 araç kullanılamaz hale geldi. 5 evde maalesef yakıldı. Bunun tek sebebi Suriyelilere yönelik ırkçı söylem ve propagandalar… Bu olaylardan dolayı kimi Suriyeliler 1 hafta boyunca evinden dışarı çıkamadı, işyerlerine gidemedi, hasta olanlar tedavi olmak için hastaneye gidemedi. Çocuğuna süt almak isteyen Suriyeli vatandaş bir markete gidip süt alamaz duruma geldi. 5 bine yakın Suriyeli de savaşın devam ettiği Suriye’ye gitmek zorunda kaldı.
Ayrıca önceden haklarında soruşturma açılıp takipsizlik yani beraat kararı verilmiş olan bazı Suriyelilerin söz konusu olaylar sonrasında sınır dışı edildiğine dair iddialar var. Bu konuda anayasanın şu maddesini hatırlatmak istiyorum, ‘hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve muameleye veya ırkı, dini, tabiiyeti belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının ve hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” diye konuştu.
“Göç İdareleri; ırkçı, yabancı düşmanlığı yapan personellerden kurtarılmalıdır”
Suriye’de huzur ve barış ortamı sağlanmadan Suriyelilerin memleketlerine gönderilmesinin insani olmadığını söyleyen Dinç, “Suriyeliler kendi memleketine gitmeli ancak orada barış, huzur ve güven ortamı sağlanmadan oraya gönderilmeleri insani değildir. Bu konuda siyasetçiler, kanaat önderleri, din adamları, sanatçılar kardeşlik mesajları vermeli. Provokasyonlara karışanlar ve arkasındaki güçlerin hesap vermesi sağlanmalıdır. Türkiye halkı 12 yıldır ev sahipliği yapıyor. Provokasyoncu söylemler yıllardır verilen bu hizmete zarar veriyor. Onurlu bir geri dönüş için koşullar hazırlanmalı. Suriyelilerin zararları mahkeme kararı beklenmeden valiliklerce karşılanmalıdır. Göç İdareleri; ırkçı, yabancı düşmanlığı yapan personellerden kurtarılmalıdır.” dedi. (İLKHA)