• DOLAR 34.664
  • EURO 36.338
  • ALTIN 2939.689
  • ...
Mezar Tasındaki Unvan
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
İnsanoğlunun dünyadaki genel eylem ve oluşu; korunma, barınma, beslenme, sosyal statüsü çerçevesindeki davranışlar ve inancıyla ilgili iş-amelleri şeklinde açıklanabilir.

İnsan sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır. İnsanın (sosyal) hareketliliği arttıkça, diğer zorunlu güdüleri gölgesinde bırakmaya başlayan şan- şöhret- nam- etiket- övülme- takdir görme gibi duygular ön plana çıkmaya başlar. Öyle ki ekonomik kaygılar, sosyal vakıa ve dinsel uygulamalar zamanla bu hislerin etki alanında onların yörüngesinde şekillenmeye başlar.

İslam dini başta olmak üzere hemen hemen tüm inanç sistemlerinde insanoğlunun yeryüzündeki asli vazifesinin “yeryüzünün imarı” şeklinde telaffuz edildiği görülmektedir. İslam’ın din anlayışıyla taşınan bu yorum elbetteki İslam’ın din anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Bir kurbanın eti ve kanının Allah’a ulaşmadığını, yüce Allah’ın sadece ihlas ve takva dönencelerindeki niyet ve amelleri kabul ettiğini belirten İslam, şüphesiz imar ile gökdelenleri ve yüksek mühendislik ürünü uçak- köprü, vs. gibi araç gereç ve yapıları kastetmez. İmarına önem verilen ilk ve tek nesne insanın kalbi, aklı, anlayışı ve duygularıdır. Bundan dolaydır ki Allah (CC), büyük ‘Vahiy Projesiyle’ insanoğluna lütufta bulunarak ilgilenmiştir.

Semavi vahiy insanı belki de âlemlerde istihdam edecek tarzda (ruhi ve bedeni) olarak inşa etmeye çalışırken insanoğlu ulvi gaye ve hedeflerden uzaklaşıp sufli ve arızi olan fani dünya ile nefse yönelmiştir. Kur’an’ın belirttiği “insanların çoğunun iman etmemesinin” altında yatan temel saik budur.

20. yy’de başgösterip günümüzde iyice ivme kazanan modernizmin en tahripkâr hastalıklarından biri şüphesiz şan-şöhret- etiket tutkusudur.

İlk olarak Hz.Adem ve Hz.Havva’nın, Hannas’ın vesvesesine uyarak “Melekler gibi ebedi olma...” hevesiyle yüce Allah’ın nasihat türünde arzettiği emrini çiğnemeleriyle başlayan bu tutku, günümüzde bütün insanlığı tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır.

Ali Şeriati, “İnsanoğlunun tapınma ihtiyacından” bahsederken “... Tapınmanın olmadığı hiçbir dönem yoktur... Günümüzde Tanrı’yı alırsanız o, değneğe tapar; değneği alırsanız filan ünlünün pantolonuna tapar; imzaperest olur ve o sanatçının, bu sanatçının imzasını toplar...” diyerek insandaki inanç boşluğunun kişiyi ve toplumu sürükleyeceği uçurumlara işaret eder.

Günümüzün Hedonist(zevkçi) ve hippi (sözde özgür takılan) gençliğinin “Carpe Diem - Anı yaşa!” çılgınlığıyla ve hayat basamaklarını önemli bir yere gelmek, önemli biri olmak için doludizgin bir şekilde “Keyfe ma yeşau - dilediğin gibi yaşa!” anlayışıyla katletmeleri gelecek nesiller ve özellikle okuyan gençlik için en büyük tehlikedir. Ancak bu tehlike sadece arayışını yanlış yerde noktalayan gençlikle sınırlı değildir. Sıradan insandan Müslüman geçinene, namazla yetinenden mütedeyyinine, din âliminden akademisyenine, cami cemaatinden herkesin en önemli problemlerinden biri olagelmiştir.

Kötü huylu kanser tümörü gibi insanı ele geçirerek iman ve amelini boşa çıkaran bu hastalığın perde arkasında vahiyle donanmamış inanç ve anlayış bulunmaktadır. Yoksa sahih bir İslami düşünceyle şekillenen akıl ve gönül, neden Allah’tan başkasına itibar etsin? Ve neden görünme- tanınma- bilinme- övülme- sevilme- el üstünde tutulma, nişaneler alma gibi tutkularında yüce Allah’ı hesap dışı tutsun ki?

Bir bilgine “Şehirdeki soylulardan biri ölmüş” diyerek soylunun ailesini, sahip olduğu mal varlığı ve nişanları gösteren uzunca bir liste verirler. Cenaze işlemlerini de yapacak olan bilgin, listeyi okuduktan sonra soylunun yakınlarına dönüp alayvari şekilde “Sırtı da pekmiş!” deyiverir.

İslam öncesinde Medinelilerin çokluklarıyla övünme yarışlarına vurgu yapan Kur’an, Tekasür Suresi’nde “Çoğaltma tutkusu sizi oyalıyıp durdu. Ta ki siz mezarlıklara varıncaya dek...” diye buyuruyor. Bu arada ayetin nüzul sebebine bakıldığında sayı çokluğuyla övünme- övülme tutkusunun “mezarlarınızı saymaya varıncaya dek” şeklinde anlamlandırıldığı görülür.

İnsanın ardından koşup durduğu nam- şan- şeref de “Allah yolunda cehd ve gayretle kazanılan” gerçek ünvanlardan yoksun oldukları için en çok belki de bir ışığın yanıp sönmesi ya da bir yıldızın kayıp sönerken geride bıraktığı bir anlık izden öteye geçmezler.
Niyet ve amellerinin başına “Allah yolunda, Allah için” önşartlarını koymadan ömrünü heba ederek mal-mülk biriktirmekle uğraşan ya da Şeriati’nin deyimiyle “Bir ev(araba) almak için onlarca yılını o işe tahsis eden” kişi ile yine on yıllarını bir ünvan alabilmek uğruna harcayan kişi arasında hiçbir fark yoktur.

Her insan temiz fıtratıyla doğar ve her insan aslında özgür bir ruhla varlık âlemine adım atar. Ancak köleliğin ikiyüz yıldır bittiğinin söylendiği dünyada dinlerin yerini almaya çalışan ideolojiler, “Gönüllü kölelik sistemlerini” devreye koyarak kıskacına aldığı geniş halk kitlelerini köleleştirmektedir. Bir evde çocuk doğduğu andan itaberan onun lise ve üniversete masrafları için para biriktirilip meslek seçimi üzerinde hesaplar yapılıyorsa elbette ki bu çocuk artık hayat maratonunun ilk 25-30 yılında otomatikman bağlanmış demektir. Önce öğrencidir: ilk- orta- lise- üniversite- yüksek lisans- doktora- prof... Bu sıralamayı takip eden kişi kırkından evvel hedeflerine ulaşmışsa olağanüstü efor sarfetmiş demektir. Ki bu da (İslam ile bezenmişse) kişi için tümüyle kayıp bir zamandır.
 
Diğer yandan okulu belli bir aşamada bırakıp belli bir meslekte uzmanlaşma ve kendi işinin patronu olma hedefinin gerçekleşme süreci de benzerlikler taşımaktır.

Hedefine ulaşma yolunda sarfedilen emek- zaman kaybı kadar hedefe ulaşarak istediği ünvanı olan (öğretmen- molla- seyda- hacı- hoca- dr, prof- patron) insanı daha büyük bir tehlike beklemektedir. Kişi bu noktada “Tam bir afet olan şöhretin” kıskacındadır artık. Bu ünvanı da yoğun çaba ve fedakârlıklarla elde ettiği için (zahiren bu, onun için böyle görülür.) Karunlaşma riski başgöstermeye başlar. “Ben!” diye anlatıp durur yeni başlayanlara ve övünür akranlarına, üsten bakar geride bıraktıklarına. Tek boyutlu ve tek dünyalı olanların düştüğü tüm hatalara düşer ard arda.

Şüphesiz genel itibariyle büyük ün’ler geç gelir. Bununla birlikte “ün ancak küçük dozlarda alındığında yararlı bir zehirdir.” (Balzac) Bu zehir bedeni yormuş, kişiliği başka bir dünyanın, faniliğin üzerine inşa etmiştir. Hayat döngüsü devam edip kişi tüm maddi veya soyut içerikli ünvanlarına ulaştığında yaşı ilerlemiş, yolun yarısını geride bıraktırmıştır. Buraya kadar sürüklenerek gelen insanın elinde riya- ucb- kibir- gösteriş merakı gibi amelleri ifsad eden hastalıklar ile bu hastalıklarıyla birlikte rol madel olduğu insanların günah ve hatalarına ortak olma yükü kalmıştır.

Son nefes verilip kara toprağın bağrına gömüldüğünde hiçbir ekonomik varlık fayda vermediği gibi mezar taşına yazılan hiçbir unvan-sıfat da fayda sağlamaz. Hatta kişi hayat pratiğinde liyakatini göstermemişse mezar taşında “veli, şehid” gibi ünvanların yazılmış olmasının herhangi bir kıymeti harbiyesi de yoktur, olamaz.

Sözüm ona, inanan insanlar yarım yamalak imanlarıyla amel- beklenti uyumsuzluğu sorununu yaşarken diğer örnekleri vererek tamamıyla ayrı kulvardan gidip ruhun varlığını görmezden geliyorlar.

Ölen bir insanın kimliği ne olursa olsun ve nereye nasıl gömülürse gömülsün ya da yakılıp külleri dağlara denizlere savrulsun...
Ruhların sahibi için (o ruhu ki beşeri insan kılmak için ona üfleten kudret için) değişen hiçbirşey olmayacaktır. Bir cesedin boğaza nazır gömülmesi ya da kimsesizler mezarlığında defnedilmesinin mezarının üzerinde afilli övgüler bulunmasının ya da bir mezar taşının dahi olmayışının hakikatte ruhları sorguya çekecek melaike ve hepsinin yegâne sahibi yüce Allah katında bir değeri yoktur. Anne karnına ruhları tek tek emanet olarak bırakan güç, elbette bu cesetlerin miadlarını doldurmalarından sonra da bu ruhları nerede bulacağını bilir.

Dua eden insanlara “dua olan” geride hayırla anılan mukaddes bir ünvan bırakmak elbette elzemdir. “Şahid ol ya Rab!” diyen Nebi (SAV)’in pratiği budur. Öyleyse sormak lazım yeniden: “Mezar taşındaki etiketiniz ne olsun istersiniz?”
 
Bir tabut ayarla alımlı mı alımlı
Meşe gürgen karışımı vernikli bakımlı
Boğaza nazır bir arsa iki metre üzeri
Dört kolluyu taşıyanlar fiyakalı çalımlı
 
Beyazlara bürünmüş ölü oldukça okumuş
Devirmiş kitaplar binleri yalayıp yutmuş
İsminin önüne süslü güzel sıfatlar
Çakılmış ünvanlar enva-ı çeşit konmuş
 
Doçent doktor profesör as ise ordinaryüs
Tabutun üstünde ha kapıcı yazmış ha kaktüs
Dünyadan ayrılık terhis belgesi ile
Toprağın bağrındaki artık dünyaya küs
 
Kimisi maddiyyun kimisi pozitivist nihilist
Kimisi ad almış enternasyonel sosyalist
Her biri bir âlem, büyük nam peşinde
Kimi de realist rasyolanist komünist
 
Nerede şimdi ağababalarınız o bilenler(!)
Hiçte midir Niçe, nerede hiççiler?
Yüce yüce ünvanlarla yetinmeyenler
Fayda verenle donan diyor tüm nebiler
 
Faruk Kuzu / 2 Nolu F Tipi Kandıra Cezaevi
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir