• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
 HÜDA PAR paketi değerlendirdi: Olumlu ama yetersiz
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Şükrü Gündüz - Remzi Kalkan / Doğruhaber

Başbakan tarafından merakla beklenen ‘Demokratikleşme Paketi’ açıklandı. Paket, kamuoyu tarafından olumlu karşılanırken yetersiz bulundu. Pakette; kamuda başörtüsü yasağı, andımızın kaldırılması ve anadilde eğitimin özel okullarda verilmesi gibi önemli değişiklikler de yer aldı.

  11 yıldır iktidarda olan Ak Parti’nin vaat ettiği başörtüsüne özgürlük ve temel haklar ile ilgili adımlarının yavaş olması “Her bir hak için 11 yıl bekleyecek miyiz” yorumlarına sebep oldu.   Paketin açıklanmasından sonra siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenler tarafından açıklamalar yapıldı. Genel olarak pakette yer alan haklara destek verilirken paketin beklentileri tam olarak karşılayamadığı ifade edildi.

YASAK GETİREN BİR DÜZENLEME, ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR DÜZENLEME DEĞİLDİR
HÜDA PAR, yaptığı haftalık gündem değerlendirmesinde Başbakan tarafından açıklanan demokrasi paketini değerlendirdi. Yapılan değerlendirmede paket, olumlu olmakla beraber eksik ve yetersiz olarak değerlendirildi.   Hür Dava Partisi Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz, kamuda başörtüsü yasağının kaldırılmasının geç de olsa olumlu bir adım olduğunu ifade ederek şöyle konuştu: “Hiçbir yasal dayanağı olmayan ‘kamuda başörtüsü yasağı’nın kaldırılacağının açıklanması geç de olsa olumlu bir adım olacaktır.   Bugüne kadar bu yönde herhangi bir adım atılmamış olması, yıllarca farazi bir “toplumsal mutabakat” yokluğu sebebiyle hükümet tarafından birçok kesime mağduriyet yaşatmıştır. Geç de olsa bu adımı olumlu bulmakla beraber eksik ve yetersiz buluyoruz. Ordu ve emniyet mensupları ile hâkim ve savcıları dışarda tutmak ayrımcılıktır.   İnsani temel hak ve özgürlüklere aykırıdır. Kamuda başörtüsü yasağı bugüne kadar fiili bir yasak iken artık kanuni dayanağı bulunan bir yasak haline getiriliyor. Toplumun bir kısmına yasak getiren bir düzenleme, özgürlükçü bir düzenleme değildir.   Başörtülü ve tesettürlü bir kamu görevlisinin başı açık bir kamu görevlisine göre tarafsız olamayacağı düşüncesi, kökten sakat bir düşünce ve anlayıştır. Liselerde başörtüsü yasağının halen devam ettirilmesi ise ayrıca bir çelişkidir” diye konuştu.

IRKÇILIĞI ÇAĞRIŞTIRAN YAZILAR DA KALDIRILSIN
Köy isimlerinin iadesi ve ilkokullarda faşist zihniyetin ürünü andımızın kaldırılmasını değerlendiren Yavuz, andımız gibi ırkçılık kokan “Ne mutlu Türküm diyene”, “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi dağlara, taşlara ve duvarlara yazılan yazıların kaldırılması gerektiğini ifade ederek “Köy isimlerinin iadesine yönelik adım olumludur.   Ancak halkın kararının üzerinde İçişleri Bakanlığı’nın izninin bulunacak olması meşru ve hakkaniyetli bir yaklaşım değildir. İlkokullarda faşist bir zihniyetin ürünü olan öğrenci andının kaldırılması, yerinde bir adımdır. Uygulama ve içeriği bakımından çocuklarımıza her gün yalan söyleten, faşizan içeriğiyle çocuklarımız üzerinde ağır bir etki bırakan bu ucube metnin bugüne kadar devam ettirilmesi, hükümetin utanç vesilesi olmalıdır.   Bununla birlikte, “Andımız” gibi ırkçılık kokan “Ne mutlu Türküm diyene”, “Bir Türk dünyaya bedeldir” gibi, dağlara, taşlara ve duvarlara yazılan benzer sözlerin kaldırılması için girişimlerin olmaması büyük bir eksikliktir” dedi.

ANADİLDE EĞİTİM ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILSIN
Anadilde eğitimin özel okullarla sınırlı kalmasının bir geçiş aşaması olması halinde olumlu bir adım olduğunu söyleyen Yavuz, “Bu toprakların asıl sahiplerinden olan halklara, Kürt vatandaşların diline verilen statü ve hakların kısıtlı ve sınırlı olarak ve paralı bir şekilde verilmesi eşitliğe ve adalete aykırıdır.   Başta Kürtçe olmak üzere halkımızın diğer dillerinin de Türkçe ile her alanda eşitlenene kadar sorun çözülmüş, haklar tanınmış olmayacaktır.   Kürtçe, gerekli altyapı sağlanarak devlet okullarında da eğitim dili, hatta resmi dil olmalıdır. Çok yakın geçmişte Başbakan ve yardımcıları tarafından anadilde eğitimin kesin bir dille inkârından sonra özel okullar düzeyinde de olsa anadilde eğitimin önünün açılacağının açıklanmış olması geçiş aşaması olması halinde olumludur” şeklinde konuştu.

SEÇİM BARAJI KALDIRILSIN
Seçim barajının ya mevcut şartlarla devamı ya da belirli şartlar altında düşürülmesi temsilde adalet ilkesi ile değil, iktidar partisinin milletvekili sayısını koruma ve artırma hevesi ile ortaya atılan seçenekler olduğunu söyleyen Yavuz, “Baraj uygulamasının tamamen kaldırılması gerektiğini parti programımızda ifade etmiştik.   Üzerinde tartışılması istenen dar veya daraltılmış bölge uygulaması, temsilde adaleti sağlamayacaktır.   Siyasi partilere hazine yardımını yüzde 3 oy alma şartına bağlamak, yüzde 7’ye göre daha iyi bir seviye olsa da hakkaniyetten uzaktır.   Her parti aldığı oy oranında hazine yardımından istifade etmelidir. Partilerin beldelerde teşkilatlanması zorunluluğunun kaldırılması olumludur.   Seçimlere katılma şartlarından en ağırı olan belde teşkilatlarının tümünü kurmuş bir parti olarak teşkilatlanma şartı için kanunen belirlenen son günde yapılan bu açıklamanın, yeni kurulacak partilere bir kolaylık sağlayacağına şüphe yoktur.   Ordu, emniyet mensupları ile hâkim ve savcıların herhangi bir partiye üye olamamalarını, tarafsızlığın bir gereği olarak düşünüyoruz.   Parti tabelasında Kürtçe olduğu için tabelaları valiliklerce indirilmeye çalışılan bir parti olarak siyasi partilerin farklı dil ve lehçelerde propaganda ve seçim çalışması yapabilmesinin önünün açılacak olmasını olumlu bir gelişme olarak görüyoruz” dedi.

ŞEYH SAİD, SEYİD RIZA VE SAİD NURSİ’NİN İSİMLERİ ÜNİVERSİTELERE VERİLSİN
“Nevşehir Üniversitesi’ne Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi isminin verilmesi Alevi vatandaşlarımıza yönelik sembolik de olsa önemlidir” diyen Yavuz, “Mezhep ayrımcılığı ile yıllarca mağdur edilmiş Aleviler için somut bir niyetin dışa vurulmamış olması ise büyük bir eksikliktir.   Kemalist rejimin mağdurları olan ve şehirlerle müsemma şahsiyetler olan Şeyh Said, Seyyid Rıza ve Said Nursi’nin isimlerinin de üniversitelere veya bazı kurumlara verileceği günlerin yakın olmasını temenni ediyoruz” diye konuştu.

HAKLARIN İADESİNDE AZINLIK VEYA ÇOĞUNLUK OLMAZ
Gayrimüslim azınlıkların gasp edilmiş dini ve kültürel varlıklarının iadesi yönünde bir çalışma içine girilmesi, bunun yanında roman vatandaşlarımıza yönelik enstitü kurulmasını parti olarak desteklediklerini belirten Yavuz, “Ancak temel hak ve özgürlükler ile gasp edilmiş hakların iadesi halkımızın, çoğunluk veya azınlık niteliğine göre değişmemelidir. Bu ülkede Müslüman çoğunluğun da gasp edilmiş cami, medrese ve cemaat vakıfları bulunmaktadır.   Yüzyıllar boyunca ilim ve irfan yuvaları olan Kasımiye Medresesi gibi medreseler halen ahlaksız defilelerin işgali altındadırlar. Ayasofya gibi camilerimiz, turistik mekânlar olarak muamele görmeye devam etmektedirler. Müslüman halkın manevi merkezlerine yapılan hürmetsizliklerin ne zaman son bulacağını halkımız merakla beklemektedir” şeklinde konuştu.

28 ŞUBAT VE SONRASI YAŞANAN MAĞDURİYETLER GİDERİLMELİDİR
28 Şubat dönemi ve sonrası yaşatılan mağduriyetlerle ilgili bir düzenlemenin bu pakette yer almamasının hayal kırıklığına sebep olduğunu belirten Yavuz, “Gerek özelde 28 Şubat dönemi ve sonrasında devletin dindar insanlara yaşattığı mağduriyetlerin, gerekse de Kürt meselesi bağlamında çatışmalı ortamın meydana getirdiği mağduriyetlerin giderilmesi konusunda geniş halk kitlelerinde büyük bir beklenti oluşmuştur.   Bu yönde hiçbir düzenlemeye yer verilmemiş olması, mağdurlara hayal kırıklığı yaşatmıştır. Siyasi sebeplerle cezaevlerine konulan, dağa çıkan, başka ülkelerde sürgün hayatı yaşayan insanlarımıza ve ailelerine yönelik bir niyet beyanı bile olmaması büyük bir eksikliktir.   Bir bütün olarak halkımızın gasp edilen temel haklarının parça parça iade edilmesi, siyasi rant ve propaganda aracına dönüştürülmesi vicdani ve ahlaki değildir. Temel hak ve hürriyetlerin verilmesi bir lütuf değil, devletin halka karşı bir görev ve sorumluluğudur” dedi.

MISIR’DA İHVAN’A YÖNELİK GÖZALTILAR
HÜDA PAR’ın haftalık gündem değerlendirmesinde ayrıca Türkiye’de ve dünyada yaşanan önemli gelişmeler ile ilgili değerlendirmelere de yer verildi. Açıklamada Msır darbeci yönetiminin baskılarına tepki gösterilerek “Mısır’da er veya geç emanetin halkın gerçek temsilcilerine iade edileceğine inanıyoruz” denildi.   Irak’taki, patlamalara da dikkat çekilen açıklamanın devamında, “İslam coğrafyasında artarak süren bu ve benzeri katliamların durması için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Taraflar tüm sorunlarını diyalog ve müzakere yöntemleriyle çözmelidirler” denildi.   Açıklamanın devamında ülke gelirleriyle ilgili de şu ifadelere yer verildi: “Ülke gelirinin artmasından daha da önemlisi, gelirin halka adil bir şekilde dağıtılmasıdır. Bu yönde ilerleme sağlanması için faize değil, üretime dayalı bir sistem hayata geçirilmelidir

HAKLAR SİYASİ ÇIKARLARA KURBAN EDİLMEMELİ

Başbakan tarafından açıklanan Demokratikleşme Paketini Doğruhaber’e değerlendiren HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, pakette yer alması beklenen ancak yer almayan Terörle Mücadele Kanunu’nun tamamen yürürlükten kaldırılmasını beklediklerini ancak bunun hükümet tarafından yaklaşan seçimler ve milliyetçilerin tepkisinden dolayı pakette yer almadığını belirterek şöyle konuştu:
 
“Bize göre Terörle Mücadele Kanunu tamamen yürürlükten kaldırılmalıdır. TMK’da var olan düzenlemeler; Ceza Kanununda, CMK’da ve İnfaz Kanununda zaten mevcuttur.
 
Hiç olmazsa ciddi değişiklikler yapılabilirdi. Paketin açıklanmasından önce ciddi değişiklikler yapılacağı yönünde bir beklenti de oluşturulmuştu. Sadece Terörle Mücadele Kanunu değil elbette, özellikle siyasi suçlar ile ilgili maddeler olmak üzere TCK, CMK ve Ceza İnfaz Kanunu’nda da değişiklikler yapılması gerekiyor.
 
Mevcut düzenlemeye göre terör örgütü üyesi olarak cezalandırmak için üye olma iradesine veya organik bağ ile örgüte bağlı olmaya da gerek yoktur. Örneğin ‘Terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak’ diye bir şey icat ettiler.
 
Bu yeni icatları ile sistem tarafından terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı veya terörist olarak kabul edilen bir kişinin hedeflediği herhangi bir şeyi talep eder ve bunun için fiili bir takım eylemler içerisine giren de “Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, örgüt adına suç işlemek”ten cezalandırılıyor.
 
Biliyorsunuz bir de Türkiye’ye mahsus bir tanımlama daha var: “Silahsız, silahlı  terör örgütü.” Tamamen sivil ve silahsız olan Hizbu-t Tahrir örgütü üyeleri de silahsız, silahsız terör örgütü üyesi olarak kabul ediliyor ve buna göre de cezalandırılıyorlar.
 
Çok yetersiz ve pansuman niteliğindeki düzenlemeler bile MHP tarafından “ülke bölünüyor” veya “ihanet yasası” olarak nitelendiriliyor. Hükümet de milliyetçi kesimlerin tepkilerini daha fazla çekmemek için bu konuda düzenleme yapmıyor; malum seçimler yaklaştı.”

SAPIKLARI KORUMAYA ALMANIN HESABINI HÜKÜMET VEREMEZ
Nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası getirecek düzenlemenin çok dikkatli olarak hazırlanması gerektiğini belirten Yapıcıoğlu, nefret suçu altında sapkınlıkları ve bunları yapanları koruma altına almanın büyük bir vebalinin olacağını söyledi.
 
Ermeni katliamı yoktur demeyi suç kabul ederken Peygambere hakareti düşünce özgürlüğü olarak saymanın da kabul edilemeyeceğini belirten Yapıcıoğlu, “Bu konu ile ilgili düzenlemenin şekli hakkında bir netlik yok.
 
Yeni bir suç tanımı mı yapılacak yoksa mevcut bazı suçların nefret saiki ile işlenmesi halinde cezası mı artırılacak? Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Sayın Arınç’ın yaptığı açıklamalara bakılırsa ceza artırımı söz konusu.
 
Ama eğer yeni bir suç tarifi yapılacaksa hükümetin çok dikkatli olması gerekiyor. Prensip olarak ayrımcılıkla mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Parti programımızda da var. Ancak tanımlar muğlak olursa ayrımcılıkla mücadele edeyim derken ayrımcılığa maruz kalmış ve bu nedenle mağdur olmuş kesimleri daha fazla mağdur da edebilirler.
 
Bunu Sayın Başbakan da iyi bilir, çünkü bizzat yaşadı. Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten ceza aldı.
 
Bir diğer husus da şudur. Hükumet; AB ilerleme raporları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Konseyi’nin bazı kararlarının gereğini yerine getirmek için nefret suçuyla ilgili düzenleme yapma yoluna gideceklerini söylüyor.
 
Kamuoyunun hafızasında tazeliğini koruyor. Ermeni katliamı yoktur demeyi suç kabul ederken karikatür kepazeliğinde ve benzeri hakaretlerde İslam’a ve onun aziz Peygamberine hakareti düşünce özgürlüğü olarak gördüklerini söylediler. Yine mesela anti-siyonizmi anti-semitizim olarak yorumlamayacaklarının garantisi yok.
 
Cinsel sapıklıklar bazıları tarafından “cinsel tercih” olarak isimlendiriliyor. Bazı kişiler tavuk etini, bazıları da kırmızı eti tercih edebilirler. Bu bir tercihtir. Ancak hiç kimse ‘Ben de insan etini tercih ediyorum’ diyemez. Yamyamlık diye bir tercih olamaz. Cinsi sapıklıklar da böyledir.
 
Bir tercih değil bir sapma, ruhi bir hastalıktır. Dolayısıyla nefret suçu adı altında bu tür sapkınlıkları ve bunları yapanları koruma altına almak kabul edilemez. Eğer böyle bir şey olursa hükümet bunun hesabını veremez. Ne halka ne de öbür dünyada” diye konuştu.

BAŞBAKAN KALDIRMAZSA BU ZULME ORTAK OLACAĞINI BİLMELİDİR
28 Şubat öncesi ve sonrası yaşanan mağduriyetler ile ilgili bir düzenlemenin yapılmamasının büyük bir eksiklik olduğunu belirten Yapıcıoğlu, Başbakanın da bu konuda mağdur olmasına rağmen adım atmakta isteksiz olmasına bir anlam veremediğini belirterek şöyle konuştu: “Aslında hükümet ve Sayın Başbakan çok iyi biliyor ki, 1920’lerden beri bu ülkede memleketin asıl sahipleri ‘öz vatanında parya’ muamelesi gördüler.
 
28 Şubat süreci yakın geçmişte ve izleri halen çok canlı. Brifing almış yargı mensupları, düşmanla mücadele eder gibi kanunları ve yargılama süreçlerini silah gibi kullanarak dindar vatandaşlar üzerinde terör estirdiler. Halen bu dalga zayıflayarak da olsa yer yer devam etmektedir.
 
Bu konuda bir düzenleme yapılmalı ve zulme uğratılmış, hukuksuz yargılama süreçleri ve ideolojik kararlarla zindanlara doldurulmuş insanların mağduriyetleri giderilmelidir. Nedense bu konuda bir isteksizlik var. Kenar-ı Dicle’deki koyunun hesabından korktuğunu söyleyen Sayın Başbakan, bu zulmü izale edebilecek bir pozisyonda iken bunu yapmaz ise zulme ortak olacağını da bilmelidir.”

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir