• DOLAR 34.433
  • EURO 36.305
  • ALTIN 2849.1
  • ...
Özel mekanları, caminin yerine koymak ihtilafı arttırır
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
KONYA - Konya`nın Kanaat Önderlerinden Abdullah Büyük Hocaefendi, son günlerde kamuoyunu meşgul eden konulardan, Alevi kesimi ile ilgili yapılmak istenen düzenlemeler ile Cami ve Cemevi`nin bir arada inşa edilme projesiyle ilgili olarak İlke Haber Ajansı`nın sorularını yanıtladı.
 
Alevilik nedir? Alevi kime denir?
Alevilik, Hz. Ali`ye mensubiyeti, taraftarlığı ifade eden bir kavramdır. Hz. Ali`ye taraf olan kişiye de Alevi denir. Başlangıcı Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ebûbekir`in halife seçildiği Sakife`de meydana gelen ihtilafa kadar gider.
 
Hz. Ebûbekir`e biatta geciken Hz. Ali`nin, halifeliğe daha layık olduğu kanaatinde olan sahabeler mevcuttu. Hz. Abbas ve oğulları, Hz. Fatıma, Ammar, Ebû Zer, Selman-ı Farisî, Cabir, Huzeyfe ve Ubey b. Ka`b gibi sahabenin ileri gelenleri bu kanaatte idiler. Bu fikirde olanlar Hz. Ebûbekir, Hz Ömer ve Hz. Osman`ın halifeliklerini tanımakla beraber, Hz. Ali`nin daha layık olduğuna inanırlardı. Bu şekilde inananlara "Şia-ı Ali (Ali`nin dostları)", "Şia-ı Ûla (İlk Şiiler)", "Şia-ı Muhlisin ( Samimi Şiiler)" ve "Mufaddıla (Hz. Ali`yi en üstün sayanlar)" isimleri verilmişti. Bunların İslam`a muhalif hiçbir itikatlarının olmadığını da belirtelim.
 
Daha sonra bir mezheb halini alan ve zamanımıza kadar devam eden Şiiler ise Hz. Ali`nin nass ve vasiyet ile halife olduğunu, hilafetin ancak onun soyundan gelenlere ait olduğunu, halifeliğin seçim işi değil, dinin esasına ait bir rükün olduğunu kabul edenlerdir.
 
İmamların ismet sahibi, masum, büyük ve küçük günahlardan münezzeh olduklarını (Zeydiyye hariç) bütün Şia kolları kabul eder.
 
Tarihte Alevilik
Anadolu`nun Müslümanlaşmasında en etkin isimlerin başında, Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli gelir. Anadolu insanı, Miladi 8.yüzyılda Müslüman olmaya başlamış, 9. ve 10. yüzyılda Müslüman olma süreci devam etmiş ve ağırlıkla 11. yüzyılda bu süreç tamamlanmıştır.
 
Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri`nin annesi, Şeyh Ahmet Nişaburi`nin kızı Hatem Hatundur. Nişaburlu olan Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevi`nin tavsiyesi ile Anadolu`ya geçer ve İslam`ı tebliğe çalışır. Anadolu insanının Müslüman olmasında, önemli roller üstlenen Hac-ı Bektaş-ı Veli, zamanla "Bektaşi" tarikatının mimarı olur.
 
Günümüzde Alevilik
Günümüzde ise `Anadolu Aleviliği`nden bahsedilmektedir. Anadolu Aleviliği son yıllarda bir kısım Alevilerce farklı yorumlanmaktadır. Yeni yoruma göre, bu Alevilik anlayışının tarihteki Alevilikle ilgisinin olmadığı, Ali`nin şeriatçı olduğu, kendilerinin ise laik ve çağdaş olduğu ifade edilmektedir. "Ali`siz Alevilik" de dedikleri bu Aleviliğe göre İslam ayrı bir din, "Anadolu Aleviliği" ise, her dinden alıntı yapmış olan başka bir dindir. Onlar kendilerini böyle ifade etmektedirler.
 
Anlaşılmaktadır ki, tek tip Sünni anlayışı olmadığı gibi, tek tip bir Alevilik anlayışı da yoktur. Alevilik. İlk dönemden günümüze kadar farklı anlamlar yüklenerek ve farklı mezheplere ayrılarak gelmiştir.
 
Burada şunu belirtmek isterim: Hiç kimse veya hiçbir grup başka kişi ve gruba din, mezhep ve dünya görüşü dayatamaz. Kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa o şekilde inanmak ve yaşamak haklarına sahiptir. Nasıl ki, resmi ideoloji, bize İslam`ı "Kamusal alana giremeyen, cami ile mezarlık gibi özel bir alana hapsedilmiş, okula, kışlaya, yargıya sokulmayan yapı " olarak bir tanımı yapıp, göstermiş, biz de Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan bu dayatmayı hiçbir zaman kabul etmemiş ve içimize sindirmemiştik.
 
"Dinde zorlama yoktur, dileyen iman eder dileyen inkâr eder"
Yüce Allah, K. Kerim`in birçok yerinde Rasûlü`ne hitap ederken "Sana düşen tebliğdir, sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin, Hak-batıl belli olmuştur, dileyen iman eder dileyen inkâr eder" demek suretiyle insanlara doğruların anlatılması, ancak tercihin onlara bırakılması vurgulanmaktadır. Bununla, inanç hürriyetinin altı çizilmiştir, gerisi Allah`ın işidir. Biz bu dinin bekçisi, koruyucusu ve jandarması değil, tebliğcisiyiz. Bu dinin koruyucusu ise, Hicr suresi 9. Ayetinin beyan ettiği gibi, bizzat Allah`tır. Onun için de biz tebliğ görevimizi yapar, hidayeti ise Allah`a havale ederiz.
 
Bundan dolayı da Alevilere, "Siz aslında kendinizi yanlış tanımlıyorsunuz. Siz şu inançlara sahip olmalısınız. Tarih de böyle tecelli etmiştir" şeklinde bir inanç dayatamayız. Empati yapmak zorundayız. Resmi ideolojinin bize dayatmak istediği TSE damgalı bir İslam tarzına razı olmadığımız gibi, Alevilerin kendi tanımlamalarına aykırı olarak bizim de, bir alevi tanımı yapmamamız gerekir.
 
En büyük fitne kişinin inancına yapılan müdahaledir
Yüce Allah Kur`an`da "Fitne katilden daha beterdir" buyurmaktadır. En büyük fitne kişinin inancı üzerinde `Din Mühendisliği` yapmaktır. En büyük fitne kişinin inancına yapılan tasalluttur, müdahaledir. Burada önemli olan her inanç tanımlaması yapan insanların, farklı inanç gruplarıyla çatışmaya girmeden, birbirlerine tahammül ederek barış içerisinde beraber yaşama olgunluğunu göstermeleridir.
 
Cemevi nedir? Bu terim ne zamandan beri ve nasıl kullanılmaya başlanmıştır?
Emevi saltanatı ile beraber, devlete zorbalık ve dayatma hâkim olmuştu. Cuma günü, Hz. Osman`ı şehit edenleri ve bu şahadete sessiz kaldığı söylenen Hz. Ali`yi lanetleyen hutbeler okutulurdu. Haliyle Müslümanlar, bu olaydan tiksinti duyar ve tepki verirlerdi. Bu hutbelerin okunduğu camiler, "Boykot edilmeli mi, edilmemeli mi? " tereddüdü yaşanmıştı. Çoğu sahabe ve tabiin, her şeye rağmen İslam birliğinin korunması adına, sabır direnişinin daha hayırlı olacağını düşünerek, boykotun iyi olmayacağı düşüncesi ile hareket ettiler. Kimi sahabe ve tabiinden azınlık bir gurup da, bu tür ifadeleri dinlemenin bir zillet olacağı düşüncesi ile o hutbelerin okunduğu camileri boykota yöneldiler ve ayrı bir yerde toplanıp `cem` olup (toplanıp) namazlarını burada ifa etmeye çalıştılar.
 
Daha sonra, Ömer bin Abdülaziz hilafete getirilince, hutbelere konmuş bu lanetleyici ifadeleri derhal kaldırdı ve yerine "Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder…" diye başlayan, Nahl süresi 90. Ayeti Kerimeyi okuttu. Böylece alternatif evlerde cem olup ibadet etme olayı tamamen son buldu. İslam ümmetinin tamamı artık, tekrar camilerde birlik sağlamış oldu.
 
İslam Ümmetinin bir bütün olarak, yeniden camide birlik olmalarına rağmen, gayet azınlık olan aşırı (gulat) bir kesim, bu "Alternatif evde ibadet" işini devam ettirdi. İslami camiadan ayrılan bu kesim yalnız kaldı, ilim ehlinden uzak, başlarına buyruk oldular. Zaman içinde, sapkınlıkları gittikçe arttı. Hz. Ali`yi çeşitli sıfatlarla sıfatlandırarak ilahlaştırırlar.
 
Bu grup daha sonra artık bu "Alternatif evlerde" ibadet etme ve namaz kılmayı da terk ettiler. İslam`ın kabul etmeyeceği çeşitli yollara sapan bu kesim, söz konusu mekânları, Allah`a ibadetin yerine, erkekli-kızlı ilginç rakslar yapan bir gösteri mekânına dönüştürdüler.
 
Söz konusu bu mekân ve grupların bakiyeleri bu gün halen, yer yer Suriye, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan gibi yerlerde devam etmektedir. İşte günümüzde, Anadolu Aleviliğine kendilerince farklı yorum getirerek onu "Alisiz Alevilik" olarak niteleyenler Cemevleri üzerinde odaklanmaktadırlar.
 
İslam tarihinde Cemevleri Camilere alternatif mabed olarak kullanılmış mıdır? Cemevi camiye alternatif mabed olabilir mi?
Cem evi meselesi son zamanlarda sıkça kamuoyunun gündemine getirilmektedir. Tarih içerisinde bazı Alevî vatandaşlar, uygun gördükleri yerlerde cemevi adıyla binalar yaptılar. Ancak bunun camiye alternatif olacağı iddiasında bulunmadılar. Önceleri, Alevîlerin cenaze namazları da camilerde kılınıyordu. Daha sonra bazı Aleviler, cenazelerini cemevlerinde kaldırmaya başladılar.
 
Tarihte Alevilerin ayrı mabetleri olmamıştır
Son zamanlarda cemevlerinin, tıpkı camiler gibi ibadethane olarak tanınması isteğini dillendirmektedirler. Fakat bu mekanlar camiye alternatif mabed olamazlar. Tarihte Alevilerin ayrı mabetleri olmamıştır, ama dergâhları olmuştur.
 
Beş vakit namaz kılan Aleviler camiye gitmiş, ilave ayin yapanlar ise dergâhlarda niyazlarda bulunmuşlardır. Bu yönleriyle aleviler, Mevlevilere ve diğer tarikatlara benzemektedirler. Fakat bu, namaz kılan, İslam`ın beş şartını yerine getiren Aleviler için söz konusudur. Günümüzde hala dini hayatlarını bu şekilde sürdüren Aleviler vardır. Onlar için cami-cemevi ayrılığı söz konusu değildir, hem camiye hem cemevine giderler.
 
Alisiz Alevilik
"Alisiz Aleviliği" benimseyenler, kendilerine özgü ibadet ve ayinleri olduğunu, diğerleri gibi namaz kılmadıklarını, Ramazan orucu tutmadıklarını, hacca gitmediklerini ifade edip, cem evlerinde toplandıklarını, dolayısıyla bu mekânların ibadethane olarak tanınması gerektiğini söylemektedirler. Bu kesimler her ne olursa olsun camiye gitmek istemiyorlar.
 
İslam`ın tanıdığı "Din ve vicdan hürriyeti" bağlamında olayı değerlendirdiğimizde kendi ibadethane algımızı onlara dayatamayız. Tanımladıkları ibadet anlayışlarını, yine tanımladıkları ibadethanelerinde yerine getirme hakları vardır. Onları kendi mabetlerimize mecbur edemeyiz. Onları kendi beyanlarıyla esas alır, cemevlerine ibadethane statüsü talep ediyorlarsa biz de bunu en tabii hakları olarak kabul ederiz. Bunun İslam`a aykırı bir tarafı yoktur.
 
Birleştirici olacağı iddia edilen bu proje, gerçekten İslam kardeşliğine ve ümmet içindeki ihtilafların yok olmasına hizmet edecek mi? Yoksa aradaki yarığı daha da mı derinleştirecek?
Tarihte "Gulat-ı Şia" (aşırıcı Şiiler) hariç, bütün Alevilerin ibadet yeri cami olmuştur. Bu yönüyle cami, birliğin sembolü olmuştur. İbadetlerini camide ifa edip diğer ritüellerini cemevlerinde yerine getiren Aleviler için, caminin yanında cemevi ayrıştırıcı olmaz. Cami-tekke ilişkisi gibi olur. Fakat "Alisiz Aleviler" için ayrıştırıcı olur. Çünkü onlar cemevini caminin alternatifi gibi görüyorlar. Zaten her iki grubun çoğunluğu bu projeye karşı çıkıyor.
 
Namazlarını ibadetini camide yerine getiren Alevi Müslümanlar, bu uygulamanın "cemevini, caminin alternatifi haline getireceğinden ve kendilerini İslam bütününden uzaklaştıracağından" söz ederek karşı çıkmaktadırlar.
 
"Alisiz Aleviler" de cami ile yan yana olmanın, Sünni sultasından kurtulamamanın bir sembolü olarak gördüklerinden dolayı karşıdırlar. Bana göre, gruplara mahsus özel mekânları, mabed diyerek caminin yerine koymak, grupları ortak mabed olan camiden uzaklaştıracağından dolayı ihtilafı daha da derinleştirecektir.
 
Bu proje Aleviliği İslam`dan ayrı bir din ve cemevini de ayrı bir mabed statüsüne çıkarmaz mı? Aleviler böyle bir durumu kabullenebilirler mi?
İstanbul, Şam, Kahire, Bağdat ve birçok yerde 3 dinin mabedleri yan yana, aynı mahalle veya sokakta bulunmaktadır. Farklı dinlerin mabedlerinin yan yana olmasının herhangi bir mahzuru yoktur. Problem, kendilerini İslam`ın içinde görenler ile görmeyenlerin cemevine sahip çıkışlarının farklı oluşundadır. Birileri cemevini mabed değil, tekke gibi görürken, diğerleri de camiden bağımsız ve namazsız mabed olarak kabul etmektedir. Bütün Aleviler, cemevini caminin dışında ona alternatif mabed olarak kabul etselerdi aynen Kilise ve Havra gibi değerlendirilirdi. Fakat bu konuda Aleviler de bölünmüş durumdadır. İhtilafı daha da körüklememesi için öncelikle onların kendi aralarında anlaşmaları gerekir.
 
İslam`da her ibadet Kur`an ve Sünnet ile belirlenmiş bir fıkıh ile yapılır. Bu projenin İslam fıkhında yeri var mıdır? Varsa nedir? Yoksa bu İslam`ı tahrif ve yozlaştırma değil midir?
İslam`da ibadet tayin edici başta Allah sonra Rasûlü`dür. Mevlevilerin semahı, Alevilerin raksı kültürdür, ibadet değildir. İbadet olmayanlara, ibadet elbisesi giydirmek, dine sokulmuş bir bid`attır. Elbette dinde olmayanı dine sokmak da bir tahriftir ve yozlaştırmadır.
 
Amaç ve hedefi ne olursa olsun devletin ve hükümetin Müslümanların inancına ve İslami değerlere bu denli müdahale ve değiştirme hakkı ve yetkisi var mıdır? Sembolik amaçlı ve birkaç örnekle sınırlı kalsa bile İslam Fıkhı böyle bir uygulamaya cevaz veriyor mu?
Devletin inançlara yön verme hakkı yoktur. Ancak çatışma olmaması için hakemlik yapmalıdır. Sivil alandaki tercihlere devlet müdahale ederse çatışmayı tetiklemiş olur. Herkesin din ve vicdan hürriyetini ve inancını inandığı gibi yaşama özgürlüğünü sağlamalıdır. Aksi takdirde insanları tek tipleştirmek olur ki, bu insan fıtratına taşıyamayacağı yükü yüklemektir. Bu da, totaliter rejimlerin işidir. Cumhuriyeti kuran irade, bunu denemiştir fakat başaramamıştır. Zaten fıtrata aykırı uygulamalar, eninde sonunda iflas ermeye mahkûmdur. Devlete düşen, insanları olduğu gibi kabul edip ona göre hizmet götürmektir.
 
Müslümanların ve İslam âlimlerinin özellikle Türkiye`de kendini dini konularda otorite kabul eden Diyanet Başkanlığının tavrı ne ve nasıl olmalı?
Toplum içinde etkisi ve yetkisi ne olursa olsun, hangi makamı işgal ederse etsin, her kişi ve kurum, birbirlerinin din algılarına ve tanımlamalarına savaş ilan etmemelidir. Kabul etmesek bile farklılıklara tahammül etmek zorundayız. Sosyal barış bunu gerektirir. Yanlışlarımızı medenice ifade ederek, birbirimize ışık olmalıyız. Sünniler de kendi içinde farklı mezhep ve din algılarını ortaya koyarken birbirlerine hakaret ve saldırı yapmadan kendilerini ifade etmelidir. Bu tutumlarını Sünni olmayan inançlara karşı da ortaya koymalıdır. Alevilerden de bu anlayışı beklemek en doğal bir haktır.
 
(İlyas Yavuz - İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir