Ülkede konut yetersizliği, artan kira fiyatları ve sosyal adaletsizlik geniş kitleleri etkilerken, bu krizden en ağır şekilde etkilenenlerin başında göçmen işçiler geliyor. Ne var ki, bu insanlar sadece mağdur edilmekle kalmıyor, aynı zamanda krizin günah keçisi ilan ediliyorlar.
Göçmen işçiler küçük, sağlıksız evlerde aşırı kalabalık şekilde yaşamak zorunda bırakılıyor. Çoğu zaman 4-5 kişi tek bir odada kalıyor. Bu insanlardan talep edilen kiralar ise hukuki sınırların çok üzerinde.
Örneğin yasal kira sınırı 800-1100 euro arasında olan bir ev, göçmen bir aileye 1380 euroya kiralanabiliyor. Bu sistemli sömürünün arkasında ise “sessizlik” var: Çünkü bu insanlar geçici sözleşmelerle, haklarını arayamayacak durumda tutuluyor.
Tüm bunlara rağmen, yaklaşan seçimler öncesinde aşırı sağ partiler, konut krizinin suçunu göçmenlere yıkıyor. Geert Wilders liderliğindeki PVV gibi partiler, “açık sınır politikaları” nedeniyle konut bulunamadığını iddia ediyor. Ancak veriler aksini söylüyor: Göçmenlerin çoğu, tarım, sanayi ve lojistik sektörlerinde çalışan işçiler. Sığınmacılar ise toplam göçmenlerin yalnızca %12’sini oluşturuyor.
Birleşmiş Milletler'in barınma özel raportörünün de belirttiği gibi, Hollanda’daki konut krizi "göç" kaynaklı değil, onlarca yıl süren kötü konut politikalarının bir sonucu. 2008 küresel krizinden sonra inşaat üretiminin dramatik şekilde azalması, tek kişilik hane sayısının artması ve sosyal konutlara yapılan yatırımların azalması krizi derinleştirdi.
Ayrıca ülkenin %57’sinin ev sahibi olması ve bu kesime yönelik vergi indirimlerinin sürmesi, kiralık ev piyasasında dengesizlik yaratıyor. Göçmen işçiler bu piyasanın en savunmasız halkası hâline geliyor.




