Algoritmalarla tasarlanmış canlı silahlar çağı başladı. Artık savaşların bir füze saldırısıyla değil gözle görülmeyen bir mantar ipliğiyle başlaması mümkün.

Bugünün dünyası, büyük tehditleri hâlâ füzelere, savaş gemilerine veya kimliği belirsiz uçaklara atfediyor. Oysa görünmez, sessiz ve mikroskobik bir tehlike giderek büyüyor: Üniversite laboratuvarlarından sızabilen, sıradan bir bavulla taşınabilen ve bir ülkenin tarım ekonomisini çökertme potansiyeli taşıyan patojenler. Bu, klasik bir kaçakçılık vakası olmaktan çok daha fazlası; yapay zekânın biyolojiyle birleşerek yeni bir hibrit savaş alanı oluşturduğu bir döneme işaret ediyor.

2024 yılında Detroit Havalimanı’nda durdurulan biyolog Zunyoung Liu ve laboratuvar arkadaşı Yunqing Jian bunun somut bir örneği. Taşıdıkları şey yalnızca yasa dışı biyolojik materyaller değildi; neredeyse “mobil bir bitki sabotaj laboratuvarı”: Bulaşmış mendiller, üzerinde tanımlanamayan halkalar bulunan filtre kâğıtları ve Fusarium graminearum mantarı içeren numuneler. Bu mantar; buğday, arpa ve mısır gibi temel mahsulleri yok edebilir, hayvanları ve hatta insanları zehirleyebilir.

Bitki patojenlerinin silah olarak kullanılmasının tarihi çok eski olsa da, yeni olan şey bu patojenlerin artık küresel bir dijital-biyolojik yapı içinde yer almasıdır. Yapay zekâ algoritmaları, tamamen yeni proteinler tasarlayabilmekte; mikroorganizmaları biyogüvenlik denetimlerinden kaçacak şekilde optimize edebilmekte ve bilim insanlarının tanımakta zorlanacağı kadar yeni patojen dizileri üretebilmektedir.

Tehlikenin özü patojenlerin kendisi değil, bunları geliştirmenin artık mümkün ve kolay hale geliyor olmasıdır. Son araştırmalar, yapay zekâ tabanlı dil modellerinin tamamen yeni protein yapıları tasarlayabildiğini gösteriyor. Bu proteinler doğal görünebilir ancak genetik olarak farklı olduklarından biyogüvenlik sistemlerinden kaçmaları mümkündür.

Dresden Teknik Üniversitesi’nden Dr. Bert Plato’nun sözleri çarpıcı:“Yapay zekâ ile tasarlanan bir protein tehlikeli özellikler taşıyabilir ve mevcut denetim sistemlerinden kolayca kaçabilir.”

Sorun tam da burada. Tehdit artık bilinen patojenlerde değil, makinenin insan bilgisi dışında tasarlayabileceği bilinmeyen patojenlerde.

Tamamen yeni protein tasarımı bir zamanlar tıp dünyasının büyük bir umuduydu. Bugün ise, ilan edilmemiş bir biyolojik silahlanma yarışının parçası hâline gelmiş durumda.

ABD ve Avrupa’daki laboratuvarlardan Çin’in Şanghay ve Shenzhen araştırma merkezlerine kadar biyokodlama teknolojileri hızla gelişiyor — ancak bu teknolojileri denetleyen uluslararası standartlar aynı hızla ilerlemiyor.

Prof. Dirk Lanzarat durumun ciddiyetini şöyle özetliyor:
“Çifte kullanım teknolojileri, aşı ve ilaç geliştirmeyi kolaylaştırdığı kadar, eşi görülmemiş güçte biyolojik silahların üretimini de kolaylaştırıyor.”

Her yararlı keşif bir risk taşıyor. Her iyileştirici algoritma, bir virüsü veya mantarı daha ölümcül hâle getirmek için kullanılabilir.

Geleneksel terör anlayışından farklı olarak, “tarımsal terör”ün patlayıcılara, silahlara veya dijital izlere ihtiyacı yoktur.
Bir mantar sporunun açık bir tarlaya ulaşması yeterlidir.

Fusarium ABD’de doğal olarak bulunuyor fakat olası genetiği değiştirilmiş bir versiyon, mevcut tüm kontrol ve tedavi mekanizmalarını aşabilir. Böyle bir saldırı insanları doğrudan öldürmez; onları besleyen sistemi çökerterek çok daha büyük bir yıkıma yol açar.

Bu, modern güç dengelerinde bir füzeden bile etkili olabilir.

Endişe sadece ülkeler arasında taşınan örneklerle sınırlı değil. Asıl tehdit, bilim insanlarının tespit edemeyeceği kadar yeni tasarlanmış patojenlerde yatıyor.

Biyogüvenlik sistemlerinin çoğu, yalnızca bilinen genetik dizileri tanımak üzere tasarlandı.
Ancak yapay zekâ tamamen yeni diziler üretebildiği için mevcut kontrol mekanizmaları bu yeni formlara karşı “kör” kalıyor.

Muhabir: Muhammed Mahsum Tuna