İslam tarihi boyunca hiçbir Müslüman, Allah Resulü Hz. Muhammed’in (sav) tasvirini yapmaya kalkışmadı. Bunun ahlaki, itikadi ve hukuki nedenleri vardı. Resulullah’ın saygınlığı ve temsil ettiği kutsallık, onu çizimin ötesinde bir yere taşıyordu.
İslam hamisi mücahit bir neslin evlatları olan bizler, bugün peygamberimiz ile aleni bir şekilde alay etme cüretini gösterebilen bir jenerasyonla karşı karşıya kalıyoruz. Tabi ki tüm nesil böyle densiz, böyle terbiyesiz demiyoruz. Ama şurası da bir gerçek ki, bizden önceki nesiller, içlerindeki densizlerin bu küstahlıklarına asla izin vermezdi. Bu şahıs işlediği bu melaneti Müslüman bir toplumun ortasında, Müslüman bir ana babanın evladı olarak yapıyor. Sormamız gereken ilk soru şu: Yüz göbek öncesinden Müslüman olan bir nesil, bu denli pervasız bir hadsizliği, nasıl yapabilir hale geldi?
Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin son yüzyıldaki dönüşümünde gizli. Tanzimat’tan itibaren ivme kazanan Batılılaşma süreci ve Cumhuriyet döneminde köklü bir şekilde işlenen İslam düşmanlığı saldırgan bir ideolojiye dönüştü. Eğitim sisteminden kültürel kodlara, tarih anlatılarından din algısına, hatta Müslümanlığı anımsattığı için Osmanlıca alfabeye kadar her şey yeniden dizayn edildi. İslami değerler aşağılandı, tarihinden kopuk, dine mesafeli bir birey tipi dayatıldı. Sekülerlik, dindarlığın üzerine bir kâbus gibi çöktü. Sonuç? Kendi öz kültürüne düşman, empati duygusunu yitirmiş, küresel akımların şekillendirdiği, neye ve kime ait olduğunu bile bilmeyen bir “yeni insan” tipi.
Bu şahıs neden böyle bir işe girişti? Böylesi bir hareket, sadece Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’a hakaret etmekle kalmıyor, aynı zamanda milyonlarca Müslümanın kalbini de kırıyor. Oysa böyle bir eylemin o densiz şahısa maddi ya da manevi hiçbir kazancı yok. Tersine, zararı büyük: Toplumdan dışlanma, tepki alma ve dindar kesimin yoğun öfkesine maruz kalma. Öyleyse neden? Belki de bu “terbiyesizliğin” arkasında görünmeyen başka eller var. Belki de bu şahıs, bir irade tarafından teşvik edildi, yönlendirildi, hatta şantajlarla tehditlerle ya da vaatlerle kullanıldı. Zamanlama, yöntem ve yer; her şey sanki stratejik bir tercih gibi.
Çünkü bu tarz provokasyonların toplum psikolojisini bozduğu, güven ortamını sarstığı, kutuplaşmayı derinleştirdiği aşikâr. Üstelik bu olay, Charlie Hebdo’nun ortalığı yangın yerine çevirdiği Batı coğrafyasında değil; İslami duyarlılığı yüksek bir ülkede, üstelik halkın ezici çoğunluğu tarafından kutsal kabul edilen örnek bir “FİGÜR” hakkında gerçekleşiyor. O hâlde sormalıyız: Bu provokasyon neden şimdi yapıldı, neden burada yapıldı? Eğer bir proje ise, arkasındaki plan nedir?
Neden bunlar sorgulanmıyor. Bu hareketin yanlış olduğu, toplumla bu şekilde zıtlaşmanın etik olmadığı söylenip duruyor, ancak asıl ve gerçek etkenler hiç konuşulmuyor.
Leman gibi bir dergi, böyle bir karikatürü yayımlayarak adeta kendi ipini çekmiştir. Çalışanlarının işsiz kalması, kitlesel tepkilerle karşılaşması neredeyse kaçınılmaz. O hâlde dergi yönetimi tarafından bu karar nasıl alınabildi? Yayın yönetmeni, kendi ipini çekecek bir yayının altına imzasını nasıl atabildi?
Bugün bu tür “karikatür krizleri”nin artık bireysel tavır veya “özgürlükle” açıklanamayacak kadar sistematik bir hâl aldığı ortada. Leman gibi dergiler üzerinden yapılan bu saldırılar, aslında küresel seküler ideolojilerin yerli taşeronlar eliyle İslam dünyasına yönelttiği bir “kültürel savaşın” cephesi. Bu savaşın temel hedefi; İslam’ın kutsallarını itibarsızlaştırmak, Peygamber sevgisini sıradanlaştırmak ve nihayetinde toplumu değerlerinden koparılmış, inançsız, savunmasız bir kitleye dönüştürmektir.
Charlie Hebdo’da yaşananlarla başlayan bu strateji, Türkiye’de farklı isimler ve görünümlerle sürdürülüyor. Bu, sadece bir “çizim” ya da “karikatür” meselesi değil; Batı’nın dayattığı sekülerleşme modelinin son aşamasıdır. Zihinler duyarsızlaştırılmaya, kutsallarla alay edilerek normalleştirilmeye çalışılıyor. Bu yöntem, Batı’nın İslam’ı önce marjinalize edip ardından kriminalize etme planının Türkiye ayağıdır.
Bugün Resulullah’a yapılan bu küstahlık, aslında Türkiye'nin direnç noktalarını test etme girişimidir. Bu millet hâlâ neye, kime, hangi değere sahip çıkıyor; hâlâ bir "kırmızı çizgisi" kaldı mı — işte bunu görmek istiyorlar. Bu sebeple mesele münferit bir densizlik değil; küresel bir projede Türkiye’nin manevî bağlarını koparma operasyonudur.




