Bizim inancımız, İslâm. Davamız İslâm. Davetimiz de İslâm’adır. Dolayısıyla kimliğimiz de İslâm’dır. İlk işimiz İslâm’ı öğrenmek, içine sindirmek, öğrendiğini de hayata aktarmak olacaktır. Bu aynı zamanda dış dünyada kendimiz olarak görünecek. Kuru bilgi İslâm’ı temsil etmez, İslâm mensubiyet ister, teslimiyet ister. Bilgimiz şuura yükselirse, şuurumuz amele dönüşürse, amelimiz ihlasa dönüşürse işte o zaman iyi bir davetçi olabiliriz.

Dava ile davet arasında bir uyum olmalıdır, davet davayı aksettirmelidir. Davanın özüne esasına, ilkelerine, tam uymayan davet davaya zarar da verebilir. Davet davanın yere indirilmiş şeklidir.

Davaya bağlılığımız bizi davetçi kılar, her inanan davetçi değildir, ama her davetçi hem inanan hem de inancını başkasına taşıyandır.

Davetçi davayı tam tamına içine sindirmeli, onu yaşarken, anlatırken, dava adına davette bulunurken kendi nefsini katmamalıdır, lakin davayı temsil ettiğinin bilincinde olarak onu hakkıyla temsil edebilmelidir. Daveti onun tabii hali haline gelebilmeli, ayrıca başka ilavelere ve eklere ihtiyaç duyamaz durumda olmalıdır. İşte “budur Müslüman” diye parmakla gösterilmelidir.

İslam, kat’iyen bireysel bir inanç demek değildir, seçilmiş bir kitle için de ayrılmamıştır. Müslümanlar, ister İslam’a yeni girmiş, aktivist ya da lider olmuş olsun İslam’ı yaymakla ve Müslüman bir genç olmanın gereklerini yerine getirmekle mükelleftir ve hayati bir role sahiptir.

Bir Müslüman Gencin Taşıması Gereken Vasıflar

1-Tevhid inancını yerleştirme, sahih bir iman
2-Salih amel ve takva
3-Adil bir duruş, hem kendi nefsine karşı, hem içinde bulunduğu çevreye karşı, hem dostlarına karşı, hem de düşmanlarına karşı.
4- İstikamet üzere olmak, devamlılığa önem vermek. Dengeli ve itidalli olmak. Aşırılıklardan kaçınmak. Sabır, azim ve kararlı olmak.
5- Güzel ahlâk sahibi olmak ve bunu hayata geçirmek. Affedici, müsamahakar, şefkat, merhamet ve hilm sahibi olmak. Asık suratlı olmamak.
6-Tevazu sahibi ve hasbi olmak.
7-Haksızlıklları görmek onlara karşı çıkmak ve fakat daima olumlu yanları öne çıkarmak. Hayata olumlu ve yapıcı bakmak ve ümit aşılamak, teşvik etmek, müjdelemek, kolaylaştırmak, zorlaştırmamak.
8- Fıtratı koruma-istidatları yönlendirme.
9- Muhataba değer vermek, anlamak ve anladığı dille onunla irtibat kurmak.
10-Uygun zaman ve zemin kollamak.
11- Genellemelerden kaçınmak, insanlarla ilgilenirken de birebir ilgilenmek.
12-Hitabet kurallarına riayet etmek, beş duyuyu harekete geçirebilmek. Dış görünüşüne önem vermek.
13- Örnek şahsiyet olmaya çabalamak, bunun için çok çalışmak, ibadetlerine dikkat etmek, cömert olmak.
14-Davasını iyi bilmek ve hazmetmek. İslâm’ın naslarına ana hatlarıyla vakıf olmak. Bilmediğimiz bir davayı başkasına anlatamayız.
15-Teferruatta boğulmamak. Büyük fotoğrafı daima gözetmek.
16-İslâm tarihini, dünya tarihini, Osmanlı tarihini, Türkiye tarihini ana hatlarıyla bilmek.
17-Dünyadaki İslâmî çalışmaları hakkıyla ve taraf tutmadan bilmek.
18-İslâm karşıtı düşünce ve hareketleri iyi bilmek.
19- Yahudilik ve Siyonizm’i iyi anlamak.
20- Oryantalizmim taktiklerini ve fitne tohumlarını anlamak.
21-İslâm mezheplerini ve İslâm düşünce ekollerini bilmek ve onların dindeki yerini tesbit edebilmek. Mezhep ve meşrebin din olmadığını fehmetmek.
22-Türkiyenin iç işleyişini ve bağlı bulunduğu bloku bilmek, ülkeyi ona göre değerlendirmek.
23-Türkiye halkını ve değer yargılarını çok iyi kavramak. Olumlu yönlerini muhafaza etmek, sapkınlıklarını düzeltme yolunu seçmek. Toptan ret etme bizi toplumdan tecrit eder.
24- Her şeyin özü esası kendi nefsimizin olduğunu bilmek durumundayız. Biz öğreniyoruz, biz yorumluyoruz, biz mücadele ve mücahede ediyoruz. Önce bir benlik oluşturacağız, sonra bu benliği bir topluma/cemaate taşıyacağız. Kendi benliğimizi toplumun ruhu ile bütünleştireceğiz. Ama sürü olmayacağız. Sürü değil bir davaya inanmış ve inandığı davayı bilen, o dava uğrunda yürüyen kişi olacağız. Böyle kişilerden oluşan bir topluluk bir cemaat olacağız. Bizim kendi özümüz İslâmî şahsiyetimiz dava arkadaşlarımıza katkı sağlayacak onları takviye edecek. Sele kapılan olmayacağız. Bu hususta beraberimizde olanlar, önümüzde olanlar, geçmiş seleflerimiz, davaya katkı sağlayan herkese minnet duyacağız, ama kimsenin yanlışını sahiplenmeyeceğiz. Hem tam özgür olacağız hem de itaat etmeyi vecibe sayacağız. İtaat körü körüne bağlılık değildir. Özgürlük de içinde bulunduğu toplumu, cemaati, genel manada İslâm ailesini yıpratmaya dönüşmeyecek. Bizim tenkitlerimiz yapıcı ve düzeltici olacak.
25- Verimlilik üzere bir işleyiş kuracağız. Samimiyet, ihlas, Allah rızası verimliliğe engel değildir. Beceriksizliklerimize ve tembelliğimize, ihlas ve Allah rızası kılıfını giydirmeyi ahlaki bulmuyorum. Aslında ihlas ve samimiyet verimli çalışmayı gerektirir.
26-Müslüman genç-tabii bütün Müslümanlar- yerel olanla evrensel olanın dengesini iyi kurabilen olmalıdır. Özümüze dönersek; kendimiz varız, ailemiz var, içinde bulunduğumuz toplumumuz/cemaatimiz var, gene içinde yaşamakta olduğumuz bir toprak parçası var, mensubu bulunduğumuz ümmet var, bu ümmetin de içinde olduğu bir dünya var. bunlar yekdiğerinden kopuk değil. İç içe ve yan yanalar. Özümüz yekvücut görünüyor ama üzerinde düşündüğümüz zaman bir küçük dünya, belki dünyadan daha girift ve muazzam bir işleyişi var. Ailemiz bizi tamamlayan unsur, yok saymamız mümkün değil. Cemaatimiz, bizi besleyen ve koruyan, geliştiren bir organizma, bir işleyiş, kötülüklere karşı bir kalkan ve özümüzü esasımızı muhafaza etmeye, genel manada toplumla irtibat sağlamaya yardımcı olan bir yapı. Devlet gayr-i İslami de olsa dış dünyaya karşı himaye eden, hayatımızı kolaylaştırmak için müesseseler kuran ve işleten, iş bölümünü organize eden bir aygıt. Tabii bunların her birinin katkıları yanında bizden istekleri de var. Bu istekler bazen İslâmi kimliğimizi zedeler, bizi kendine ram etmeye zorlar. Nefsimizden başlamak üzere ailemiz, cemaatimiz, toplumumuz, içinde yaşadığımız devlet bizi Allah’ın dininden alıkoymak isteyebilecektir. İnsan bunlara daima maruz kalacaktır. Burada bize düşen görev; bunların arasında denge kurmak hangi yanlışa nasıl bir ton ve dozda karşı koymaktır.

Özü olmayanın ailesine faidesi olmaz. Kendisi olmayanın topluma yararı olmaz. Katacağı bir katkısı olmayanın İslâm cemaatine, ümmete fayda sağlaması mümkün değildir. Bunlar arasında denge kurmak; İslâmî şahsiyetimizin olgunluğuna bağlıdır. İslâm bir hayat nizamıdır, diri diriltici, atak her gün bir adım daha ileri gitmeyi bizden isteyen bir dindir. Öyle ise; hayat ile inanç-akide, ibadet-ahlak arasında bir uyumluluk sağlamamız gerekecektir. Hayat bizim hayatımızdan ibaret değildir. Yukarıda saymaya çalıştığım bütün unsurlarıyla hatta buna kainatın işleyişini de katmamız lazım, bir bütündür, kim bu bütünü göz önünde bulundurarak mücadele ederse zamanın ruhunu yakalar ve verimli İslâmî çalışmalarda bulunabilir. Müslüman genç; kalıcı işler yapmakla kendini de kalıcı kılar.

Müslüman Bir Genç Nasıl Olmalı?

Bütün övgü ve senalar, kerem ve lütuf sahibi Allah Tebareke ve Teâlâ’yadır. Salât ve selam insanların en değerlisi, kâinatın efendisi Hazreti Muhammed (sav)’in üzerine olsun.

Âlemlere rahmet Hazreti Muhammed (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ katında insanların en çok sevileni, genç ve imkân sahibi olmasına rağmen Allah yolundan çıkmayan (doğruluktan sapmayan) ve bu nimeti ilahi yolda (Allah Teâlâ’ya) itaat ve ibadet etmek için kullanan (genç) kimsedir.”

Şüphesiz insan hayatının en verimli ve en değerli dönemi ‘gençlik dönemi’dir. Gençlik dönemi; heyecanın ve coşkunun en yüksekte olduğu bir dönemdir. Bu dönemde kişi, dinamik, enerjik ve çok hareketlidir. Gençlik döneminde, kişide birçok değişimin meydana geldiği görülür. Bu değişimin etkileri hayatın her alanına sirayet eder. Tabi bahse konu ettiğimiz değişim, olumlu ya da olumsuz yönden olabilir; bu kişinin kendi elindedir.

Ebedi hayatın varlığından haberdar olan genç, eğer ki sonsuz güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ’nın emirlerini ve sonsuzluk aşkının nur-u ummanı Hazreti Muhammed (sav)’in nasihatlerini hayatının merkezine oturtursa yaşayacağı değişim elbette olumlu yönden olacaktır. Bu durumda hem kişi hem de toplum kazançlı çıkacaktır.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in birçok ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ yolunda mücadele eden, insanlığın ve toplumun huzur ve kazancı için uğraş veren örnek şahsiyetli gençlerden söz edilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Kur’an- Kerim’de, Hz. Âdem’in iki oğlundan biri olan Habil, olumlu, sorumlu, yaratıcısına ve başkalarına saygılı ve takvalı bir genç olarak anılır.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim;

Hz. İbrahim’in daha genç yaştayken tek başına kavmine karşı mücadeleye giriştiğinden ve tevhid bayrağını dalgalandırmak için daimi bir uğraş verdiğinden övgüyle bahseder.

Hz. Yusuf’un bütün olumsuz şartlara rağmen nefsine dur dediğini, şeytanın hile ve tuzaklarından ve vesveselerinden Allah Teâlâ’nın yardımıyla kurtulduğunu bildirir.

Hz. Musa’nın nübüvvet görevinden önce sürekli Rabbine sığındığını, tevekkül ettiğini ve hiçbir şekilde nefsinin istek ve arzularına uymadığını anlatır.

Hz. Yahya’nın çocukluk ve gençlik yıllarında bile hikmet ehli olduğunu, ana ve babasına itaatte kusur etmediğini ve her yönüyle çocuklara ve gençlere örnek olduğunu beyan eder.

İffet timsali Hz. Meryem’in beşeri bir ilişki olmaksızın mucizevî bir şekilde nasıl anne olduğunu ve suçlamalara karşı kendisini savunduğu açıklar.

Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençlerin, inançlarını yaşama uğruna ülkelerini terk edip bir mağaraya sığınmalarından ve mağarada uzun süre kaldıklarından söz eder.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, Hz. Lokman’ın genç oğluna yaptığı tavsiyelerden de söz eder. O tavsiyelerden bazıları şunlardır: “Ey oğul! Allah’a şirk koşma! Allah her yaptığını ortaya çıkarır! Namazını dosdoğru kıl! Kasılarak yürüme! Bağırarak konuşma! Takvayı esas al! Tövbeyi geciktirme! Cahille dost olma! Günahlardan ve yalandan sakın! Allah’ın isminin anıldığı meclislere katıl! İyiliği emret ve kötülükten vazgeçir! Tembel olma! Acele etme! Başa gelene sabret…” Aslında bu tavsiyeler, evrensel tavsiyeler olup Hz. Lokman’ın oğlunun şahsında tüm gençliğe yapılmıştır.

Tabi Kur’an-ı Kerim, gönüller sultanı Hazreti Muhammed (sav)’in yüce ahlakından da söz eder; O’nu yediden yetmişe herkese örnek gösterir.

En güzel örnek Hazreti Muhammed (sav)’in o nurlu döneminde de, şan ve şeref sahibi Allah Teâlâ’nın kutlu davası için mücadele eden, gayret sarf eden, emek harcayan, gecesini gündüze katıp insanların hak ve hakikati görmelerini sağlayan nice genç sahabe vardı.

O genç sahabeler, Hazreti Muhammed (sav)’in Peygamberliğinin ilk yıllarından itibaren etrafında pervane olmuşlardı. Yaşlı kodamanların birçoğu sevgili Peygamberimizin ilahi çağrısına şiddetle karşı çıkarlarken, hatta bu ilahi çağrının sahibi Efendimize kastetmeyi düşünmüşlerken, gençler bu çağrıya kulak vererek kâinatın efendisinin davetine icabet etmişler ve aziz İslam dinine destek vermişlerdi.

Sonsuz güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ da bu destek ve yardımlarından ve de ihlâslı ve samimi davranışlarından dolayı onlara hayatları boyunca yardım etmiş, şeref ve izzet vermiştir. Daha bu dünyadayken cennetle müjdelenen sahabeler, sevgili Peygamberimizin etrafında pervane olan ve O’nu her türlü bela ve saldırılardan koruyan genç sahabelerdi. Bedir ve Uhud harbine katılan o kahraman ve korkusuz sahabelerin çoğunluğu genç sahabelerdi. Sahabeler arasında Hadis, Fıkıh ve Tefsir alanında öne çıkanlar Peygamberimizin genç sahabeleri, genç âlimleriydi. Medineli Ensar arasında kendilerine Kurra denilenlerin arasında 100’e yakın genç sahabe vardı. Aziz İslam dini için zulümlere ve baskılara cesaretle göğüs gerenlerin ilkleri yine genç sahabelerdi. Hz. Ali, Cafer-i Tayyar, Zübeyr b. Avvam, Talha b. Übeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Mus’ab b. Umeyr, Abdullah b. Mesud, Abdurrahman b. Avf, Suheyb, Yasir, Bilal ve diğer birçok sahabe İslam’la şereflendiklerinde yaşları çok gençti.

Bu genç sahabeler daima Allah Resulünün yanındaydılar. O’nun dizi dibinde ilk eğitimlerini aldılar. Allah Resulünü hayat merkezlerine alıp, örnek alacakları ve takip edecekleri model olarak gördüler. Aziz İslam dini için nasıl mücadele edilmesi gerekiyorsa, nelerden feragat edilmesi ve ne zaman fedakârlık yapılması gerekiyorsa yaptılar. Bir Müslüman’ın yapması ve sakınması gerekenler konusunda tavizsiz oldular. Gün geldi aç susuz kaldılar, işkence, zulüm, baskı, dayatma ve boykotlara maruz kaldılar, ev ve yurtlarını eş ve dostlarını geride bırakıp hicrete zorlandılar, dünyevi çıkar ve makamın köleleri tarafından şehid edildiler… Ancak duçar kaldıkları bunca zulüm ve zorbalıklara rağmen hiçbir zaman şekva eden olmadılar. Sevgili Peygamberimizin emrinden çıkmayıp gelecek nesillere büyük ve çok değerli bir miras bıraktılar. Ve böylece ebedi saadete erişen kutlu insanlardan oldular.

Günümüzün Müslüman gençleri de ebedi saadete erişen kutlu insanlardan olmak istiyorlarsa, Allah Resulünün ve muhterem sahabelerinin gittiği yoldan gitmeleri; Kur’an, sünnet ve İslam âlimlerinin söz ve tecrübeleri ışığında hayatlarını idame ettirmeleri gerekir. Bununla beraber (özellikle aziz İslam dinine hizmeti dava edinen) Müslüman gençlerin, şu tavsiyelere de kulak vermeleri gerekir.

Hayatlarının en verimli ve en değerli çağının ve aynı zamanda en dinamik ve en kritik zamanının gençlik olduğunu unutmamalı; geçen her saatin önemini bilerek değerlendirmelidirler. “İki şeyin elden gitmeden, değerini anlamak zordur: Biri sağlık, ötekisi de gençliktir.” (Hz. Ali)

Yaratılış gayelerinin Allah Teâlâ’ya kulluk olduğunu bilmeli; bu gaye doğrultusunda yaşamaya gayret etmeli ve özellikle dünya hayatının bir imtihan süreci olduğunu unutmamalıdırlar. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ayetini sürekli hatırlamalıdırlar.

Allah'a karşı görev ve sorumluluklarını halisane duygularla ve layıkıyla yerine getirmeli, ibadetlerin kabulünün İhlâs’a bağlı olduğunu ve ihlâs’ın ebedi saadete vesile olduğunu unutmamalıdırlar. Özellikle de, ilim-amel-ihlâs düsturunu rehber edinmelidirler. Çünkü ilimsiz amelin bir anlamı olmayacağı gibi, ihlâs gözetilmeden yapılan bir amel de Allah katında kabul görmez.

Amellerin boşa gitmesine sebep olan her türlü davranıştan ve özellikle riya ve gösterişten kaçınmalıdırlar. Riya ve gösteriş için yapılan ibadetin kişiye hiçbir fayda vermediğini, sevap kazandırmadığını unutmamalıdırlar.

İslam’ın hakikatleri ve ilahi düsturlarıyla beraber, güzel ahlak önderi Hz. Muhammed (s.a.v)’in ders dolu örnek yaşam ve yaşantısını öğrenmeli, öğrendikleriyle amel etmeli ve başkalarına da öğretmeye çalışmalıdırlar. İbadet ve itaat, hayâ ve iffet, doğruluk ve dürüstlük, güler yüz ve güzel ahlak gibi davranışlarla örnek olmaya çalışmalıdırlar.

Zamanı daha verimli değerlendirme adına mutlaka günlük, haftalık ve aylık programlar hazırlamalı ve bu programlara eksiksiz riayet etmeye çalışmalıdırlar. Okumanın, gelişme ve ilerlemenin en önemli aşaması olduğunu bilmeli ve düzenli okuma saatleri belirlemelidirler. Özellikle de, Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çok büyük ehemmiyet göstermeli ve düzenli olarak okumalıdırlar.

İşlenen cürüm, hata ve yanlışlardan sonra muhakkak tövbe etmeli; tövbeleri çokça kabul buyuran Allah Teâlâ’nın af, mağfiret ve rahmetinden ümit kesmemelidirler. “Allah Teâlâ, çölde devesini kaybedip sonra bulan kimseden çok, kulunun tövbe etmesine sevinir” hadisi üzerinde tefekkür etmelidirler.

“Bir kimsenin vesilenizle hidayete ermesi yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır” tavsiyesini şiar edinmeli, İslamî davet çalışmalarını (Emr-i bi’l ma’ruf, nehy’i ani’l münker sorumluluğunu) aralıksız sürdürmeye çalışmalıdırlar.

İslam’a uygun bir evlilik yapmalı, özellikle günümüzün en belirgin hastalıklarından biri olan evlilik dışı ilişkilerden ve bu yola götürecek söz ve davranışlardan şiddetle uzak durmalıdırlar.

Kardeşlerinin dertleriyle dertlenmeli, işleriyle meşgul olmalı ve özellikle de, Din-i Mubin’in selameti yolunda istek ve arzuyla çalışmalıdırlar.

Her gece yatmadan evvel nefislerini muhasebeye çekmeli; işledikleri cürümlerden tövbe ve yaptıkları iyilikler için de şükür etmelidirler.

Televizyon ve internetin fayda ve zararlarını iyice bilmeli ve bu bilgiler doğrultusunda, ihtiyaç halinde ekran başına geçmelidirler.

Gelişmelerden haberdar olmak adına, güncel konuları ve özellikle Ümmet-i Muhammedî ilgilendiren haberleri takip etmelidirler.

Gittikleri ortamlara uyan değil, ortamları, İslam’ın yön veren ve yol gösteren hakikatlerine uyduran olmalıdırlar.

Kötülükleri görmezlikten gelmemelidirler. Gördükleri kötülükleri düzeltmeye çalışmalıdırlar.

Gururlu, kibirli ve inatçı olmamalı; mütevazı, cömert ve yumuşak huylu olmalıdırlar…

“Her kim Allah’a ve O’nun Resulüne (koydukları hükümlere ve çizdikleri sınırlara) itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları Cennetlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” [Nisa / 13]

Büyük kurtuluşa erişmek dileğiyle…