Türkiye’de milyonlarca çalışan açlık sınırının altında bir ücretle yaşam mücadelesi verirken, kamu bütçesinde yapılan tercihler yeniden tartışma konusu oldu. Bir yanda artan hayat pahalılığı, eriyen alım gücü ve yetersiz kalan asgari ücret; diğer yanda sınırlı bir izleyici kitlesine hitap eden kültür-sanat kurumlarına ayrılan milyarlarca liralık kaynaklar, “kamu kaynakları kim için, neye göre kullanılıyor?” sorusunu gündeme taşıdı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2026 yılı bütçesiyle, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne 5 milyar 248 milyon 396 bin TL kaynak ayrılması kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Ayrılan bütçe, izleyici sayılarıyla kıyaslandığında yüksekliğiyle de dikkat çekti.

Meclis’ten geçen bütçeye göre Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'ne 5 milyar 248 milyon 396 bin TL, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı'na (YTB) 3 milyar 229 milyon 498 bin TL Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı'na (TİKA) 3 milyar 800 milyon 63 bin TL bütçe ayrıldı.

439 Bin İzleyiciye 5 Milyarlık Kaynak

Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2023/24 sezonunda opera ve bale etkinliklerini izleyen kişi sayısı yaklaşık 439 bin olarak kayda geçti. Bu rakam dikkate alındığında, kişi başına düşen kamu harcamasının on binlerce lirayı bulduğu görülüyor.

Türkiye’nin yurt dışındaki etki gücünü, insani diplomasisini ve kamu diplomasisini yürüten TİKA ve YTB gibi stratejik kurumların bütçelerinin, Devlet Opera ve Balesi’nin gerisinde kalması eleştirilere neden oldu.

Eleştirilerde, sınırlı bir kesime hitap eden opera ve bale faaliyetlerine ayrılan yüksek bütçenin, milyonlarca insanı kapsayan kalkınma, diaspora, kültürel diplomasi ve insani yardım projeleri yürüten kurumların önüne geçirilmesinin kamu yararı açısından sorgulanması gerektiği vurgulandı.

Halk, Devlet Opera ve Balesi’ne ayrılan 5,2 milyar TL’yi aşan bütçenin, artan hayat pahalılığı, tasarruf çağrıları ve ekonomik daralma ortamında orantısız olduğunu savunuyor.

Hükümetin sık sık dile getirdiği kamuda tasarruf ve verimli harcama vurgusuna rağmen, opera ve bale gibi yüksek maliyetli alanlara ayrılan bu büyüklükteki kaynağın ne ölçüde toplumsal fayda ürettiği de tartışma konusu oldu.

Açlık Sınırı 30 Bine Dayandı: Kamu Kaynakları Nerede Kullanılıyor?

Kültür Bakanlığı’nın devasa bütçesine ilişkin tartışmalar sürerken milyonlarca insanı etkileyecek asgari ücret zammının belirlenmesi için Asgari Ücret Tespit Komisyonu da ilk toplantısını Cuma günü gerçekleştirdi. Komisyon yeni yılda geçerli olacak asgari ücreti belirleme çalışmaları kapsamında ikinci toplantısını 18 Aralık’ta gerçekleştirecek.

TÜRK-İŞ’in Kasım 2025 verileri, asgari ücrete konuşulan oranların hangisi uygulanırsa uygulansın, geçim sorununu çözmeye yetmeyeceğini ortaya koyuyor. Açlık sınırının 29.828 TL’ye, yoksulluk sınırının ise 97.159 TL’ye yükseldiği bir tabloda, mevcut 22.104 TL’lik asgari ücretin yaşam maliyetinin çok gerisinde kaldığı görülüyor.

2026 yılı için gündeme gelen olası zam oranları, rakamsal olarak artsa da geçim standartlarının altında kalmaya devam ediyor:

%20 zamda asgari ücret 26.524 TL oluyor ve açlık sınırının altında kalıyor.

%25 zamda ücret 27.630 TL ile yine temel gıda harcamalarını bile karşılamıyor.

%30 zamda 28.735 TL, açlık sınırına yaklaşsa da yetersiz kalıyor.

%35 zamda 29.840 TL, açlık sınırını kıl payı geçse bile bekâr bir çalışanın 38.752 TL’lik yaşam maliyetinin çok altında.

%40 zamda 30.945 TL, açlık sınırının üzerine çıksa da geçinmeye yetmiyor.

Tek Kişi Bile Geçinemiyor

TÜRK-İŞ’e göre bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 38.752 TL. Mevcut asgari ücretle arasındaki fark 16.648 TL. En yüksek zam senaryosunda bile bu fark binlerce lira olarak devam ediyor.

Gıda Enflasyonu Zamları Eritiyor

Kasım ayında gıda fiyatları aylık yüzde 4,98, yıllık yüzde 45,07 arttı. Bu oranlar, yapılacak her zammın kısa sürede enflasyonla erimesine yol açıyor. Uzmanlara göre, yalnızca ücret artışı değil, enflasyonun kontrol altına alınması ve alım gücünün korunması gerekiyor.

Gelir Eşitsizliği de Zirvede

Bale ve opera için ayrılan bütçe Türkiye’deki gelir eşitsizliğini de özetler nitelikte. DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesi’nin (emar) hazırladığı “Türkiye’de Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Raporu”na göre Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke konumunda.

Raporda, enflasyon, yoksulluk, gelir adaletsizliği, borçluluk gibi konu başlıkları istatistiklerle inceleniyor. Çalışmaya göre Türkiye’de her 10 kişiden 2’sinin yoksul olduğu belirlenirken, her 10 kişiden 6’sının borcu bulunuyor.

Raporda yer verilen TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre Türkiye’de en az 17 milyon 821 kişi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak kadar yoksul.

Yoksulluk oranı yüzde 21,2’ye yükselirken her 10 kişiden 2’si yoksul hale geldi. Yoksulluk sınırı 2014’e göre tam 12 kat arttı. 2014’te 6 bin 665 TL olan yoksulluk sınırı, 2024’te 81 bin 742 TL’ye yükseldi.

Bu artış, özellikle 2022 sonrası dönemdeki yüksek enflasyonun etkisiyle hızlandı. 2022’de 21 bin 296 TL iken 2023’te 38 bin 531 TL’ye, 2024’te ise 81 bin 742 TL’ye çıktı.

Türkiye’de milyonlarca kişi , çalışmasına rağmen kendisini ve ailesini geçindirebilecek bir ücrete ve insanca yaşam koşullarına sahip olamadığı için yoksul kabul ediliyor.

Düşük asgari ücret, ağır vergiler ve adaletsiz gelir dağılımı, çalışan yoksulluğunu her geçen gün artırıyor. 2024’te Türkiye’de çalışanların yoksulluk oranı yüzde 10,7 oldu.

Her 10 Kişiden 6’sı Borçlu

Konut masrafı dışındaki giderler nedeni ile 2024 yılında kurumsal olmayan nüfusun yüzde 60,9’u borçlu hale geldi. Buna göre her 10 kişiden 6’sı borçlu durumda.

Raporda yer verilen TÜİK istatistiklerine göre nüfusun sadece yüzde 39,1’i borçlu değil. Halkın yüzde 12,5’i ise borçlarını ödemekte zorlanıyor. Nüfusun yüzde 43,3’ü için borçların biraz yük getirdiği, yüzde 5,2’nin ise yük olmadığını söylüyor.

Halk Geçinemezken Baleye 5 Milyar TL Kaynak Ayrılmaz

Bu koşullarda kamuoyunda asıl tartışma, kamu kaynaklarının önceliği üzerine yoğunlaşıyor. Eleştirilerde, sınırlı bir kesime hitap eden yüksek bütçeli harcamalar yerine, bu kaynakların asgari ücretin iyileştirilmesi için devletin işverene vereceği desteklerde kullanılıp kullanılamayacağı soruluyor.

Sendikalar ve ekonomi çevreleri, asgari ücretin yalnızca işverenin sırtına yüklenmesinin sürdürülemez olduğunu, sosyal devlet anlayışıyla kamu desteğinin şart hale geldiğini vurguluyor.

Asgari ücretlinin hangi zam oranı uygulanırsa uygulansın geçinemediği bir dönemde, sınırlı bir izleyici kitlesine hitap eden opera ve bale gibi yüksek maliyetli alanlara milyarlarca lira aktarılması tepki çekiyor. Eleştiriler, bu kaynakların sosyal devlet anlayışı gereği, doğrudan yoksulluğu azaltacak ve asgari ücretlinin alım gücünü destekleyecek alanlara yönlendirilmesi gerektiği noktasında yoğunlaşıyor.

Muhabir: Yakup Yüksek