Rahmet ve bereket ayı Ramazan’ın içindeyiz. Bu ay ile bütünleşmiş ibadetlerden biri de zekâttır. Allah(c.c.), Tevbe Sûresi 103. âyetinde, “Onları arındırmak ve temizlemek için mallarından sadaka al” buyurmaktadır. Âyetten anlaşıldığı gibi sadaka, kişiyi hem arındırma hem de temizleme vesilesidir. Bu bağlamda, “sadaka” kavramı, genel bir anlam taşısa da özelde zekâtı da ifade eder. Zekât, İslâm’ın beş temel esasından biri olup Müslüman’ın malında belirlenmiş bir hak olarak tanımlanmıştır.
Belirlenen bu hak, nisap miktarına ulaşmış, üzerinden bir yıl geçmiş ve ihtiyaç fazlası maldan verilir. İhtiyaç fazlasından kasıt; kişinin ev, araba, yiyecek, giysi ve evindeki özel eşyalarıdır. Bunlardan zekât verilmez. Ancak bunları almak için biriktirilen ve belirtilen şartlara ulaşmış altın, para, gümüş ve ticaret mallarından zekât verilir. Kişinin varsa borçları çıkarılır, alacakları eklenir ve miktar nisabı aşıyorsa, kırkta biri yani yüzde iki buçuğu zekât olarak verilir. Para, altın ve ticaret malları birlikte hesaplanır. Eğer bu miktar 80,18 gram altın değerini geçiyorsa, malın toplamının yüzde iki buçuğu zekât olarak verilir.
Müslümanlar, kelime-i şehâdet getirerek İslâm’a girer. Namaz kılarak, oruç tutarak, zekât vererek ve gücü yetiyorsa hacca giderek dininin esaslarını ikame eder. Ramazan ayında dört esasın birlikte yerine getirilme imkânı doğar. Böylece arınma ve temizlenme zirveye ulaşır, rahmet ve bereketin manevi lezzetine kavuşulur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), zekâtı bizzat toplatmış ve bu görev için sahâbilerinden Hz. Ali, Hz. Übeyde b. Cerrah ve Hz. Muaz b. Cebel’i görevlendirmiştir. Zekât mallarını korumak amacıyla ise Bilal-i Habeşi ve Ebû Hüreyre gibi güzide sahâbileri seçmiştir. Hz. Ebû Bekir, zekât vermeyenleri sosyal bir başkaldırı içinde görerek, kendisinden bir oğlağı esirgeyene savaş açmıştır. Çünkü zekâtın toplanması ve gerekli yerlere ulaştırılması, dinin ikamesi ve sosyal adaletin sağlanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Ömer b. Abdülaziz döneminde zekât müessesi sayesinde sosyal düzen ve adalet sağlanmış, zekât verilecek fakir bulunamayacak seviyeye ulaşılmıştır.
Zekât, kişinin kendi eliyle verilebilir. Ancak bu, minnet etme, eza verme ve riyakârlık gibi münafıkların amellerine benzeme, sadakayı boşa çıkarma ve heba etme tehlikesini beraberinde getirebilir. Bu sebeple, zekâtın güvenilir kurumlar aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması daha doğrudur.
Günümüzde Filistin ve Gazze, büyük bir yokluk ve yoksulluk içindedir. Ateşkes olsa da savaş hali devam etmektedir. İnsanlar açlık ve sefaletle mücadele etmektedir. “Fî sebilillah” dairesi içerisinde zekat ve fitre dâhil tüm sadakalar Filistin ve Gazze’ye verilebilir. “Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, âzat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir” (Tevbe, 9/60) âyette belirtilen sınıfların neredeyse tamamı Filistin ve Gazze’de mevcuttur. Bu sebeple yakınımızdaki fakirleri de ihmal etmemek kaydı ve şartıyla sadakalarımızın önemli bir kısmını Filistin ve Gazze’deki mazlumlara yönlendirmeliyiz.
Vereceğimiz zekâtlarla yaralar sarılacak, aç olanın karnı doyacak, elbisesi olmayan giydirilecek, ihtiyacı olanın ihtiyacı karşılanacak ve bu vesileyle kalpler arasında ülfet ve muhabbet oluşacaktır.
Mevla’m dinimizin esaslarını ve özellikle zekâtı da hakkıyla ikame edenlerden eylesin.