Sizce de çok düşündürücü değil mi?
2007 yılından başlayarak Gazze’yi kuşatmış olan ve 7 Ekim 2023’ten beridir Gazze’de soykırım yapan Yahudi israil ordusunun kullandığı ve bir tehdidi haber veren parolalardan biri de “Türk Askeri”dir.
Bu defa okumakta olduğum bir kitabı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Alt başlığıyla birlikte kitabın tam adı; Der Nahost-Komplex: Von Menschen, Träumen und Zerstörung - Unterwegs in einer Welt zwischen geopolitischem Wandel und humanitärer Katastrophe – eine neue Perspektive auf einen uralten Konflikt.
Henüz taze, Ekim 2025 yılında basılmış olan 415 sayfalık bu kitabı şöyle tercüme edebiliriz: Ortadoğu Kompleksi: İnsanlar, Hayaller ve Yıkım - Jeopolitik Değişim ile İnsani Felaket Arasındaki Bir Dünyada Yolculuk - Kadim Bir Çatışmaya Yeni Bir Bakış Açısı
Yazarı; Natalie Amiri.
Aynı zamanda bir gazeteci, TV Sunucusu ve Oryantalist de olan 1978 Almanya doğumlu Amiri’nin Annesi Alman Ellen ve babası da İran’lı Ruhullah Amiri’dir. Amiri, Körfez Savaşı esnasında annesi ve kız kardeşi ile birlikte İran’a bir seyahat gerçekleştiriyor. 1985 yılında ise anne ve iki kız birlikte Katolik Hristiyanlığa geçiyorlar. Amiri’nin hayatındaki diğer bir ayrıntı da Los Angeles’te okuduğu esnada 5 ay boyunca aslen İranlı olan bir Yahudi ailede kalmış olmasıdır.
Amiri, her ne kadar kitabının girişini Margot Friedländer’in, “Es gibt kein jüdisches, kein muslimisches, kein christliches Blut. Es gibt nur menschliches Blut – Yahudi, Müslüman ve Hristiyan kanı yok, insan kanı var” gibi bir sözüyle yapmış olsa da kullandığı dil ile bu gerçeğe adeta savaş açmıştır. Çünkü sadece Uluslararası Ceza Mahkemesi değil, kendileriyle söyleşi yaptığı Yahudilerin bile bir kısmı israilin vahşetlerini soykırım olarak tanımladıkları halde, Amiri, bu gerçekleri ters yüz edebilmiş ve adeta soykırımın meşruluğunu ispatlamaya çalışmıştır. Ve diyebiliriz ki, kitabını da “evet, Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar insandır, ama Hristiyanlar başkadır ve hele hele Yahudiler bambaşkadır. Dolayısıyla öldürenler, yakıp yıkanlar ve soykırım yapanlar eğer Yahudi ve – veya Hristiyan ise, mutlaka meşru bir gerekçeleri de vardır” gibi bir düşüncenin üzerine bina etmiştir.
Zaten bunun içindir ki, kitabın sonuna geldiğinizde, aklınızda kalan şey, israilin Gazze’den bir Hiroşima ve Auschwitz yapmış olması değil, israilin kendilerine nefes alıp verme lütfunda bulunduğu Gazzelilerin yaptıkları nankörlük nedeniyle hak ettikleri cezaya çarptırılıyor olmalarıdır.
Amiri’yi okurken aklıma Firavun’un dalkavukları geldi. Çünkü Amiri de sihirli diliyle gerçekleri ters yüz etmeyi başarabilmiştir.
Soykırımcının kendisine tevdi ettiği görevini hakkıyla ve layıkıyla ifa etmiş olması nedeniyle Amiri’yi takdir etmek gerekir. Fakat bu arada şunu da bilmemiz gerekir ki, Amiri, soykırımı meşrulaştırma görevi verilen tek kişi değildir. İster Almanya’da olsun ister Avusturya veya başka bir Avrupa ülkesinde, bütün medya soykırımı meşrulaştırmanın birer aracıdır. Dikkatli bir gözle bakıldığında, iktidarından muhalefetine kadar Türkiye’deki bazı medya organlarının da soykırımı meşrulaştırma çabası içinde oldukları görülecektir. Elbette ki gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye’de hala vicdanlarını satmamış medya organları ve mensupları var, ama onlar da tıpkı Gazze gibi çok yönlü bir kuşatma altında var olma mücadelesi vermektedirler.
Bütün bunlar bir yana, benim aklım kitabın 97. sayfasında geçen “Türk Askeri” adlı parolada kaldı. Neden soykırımcı ordunun yetkilileri, tehlikenin kodunu - adını örneğin, “Muhammed’in Askerleri” veya “Ömer’in, Selahaddin’in ve Selim’in Askerleri” olarak değil de- “Türk Askeri” olarak vermişlerdir?